Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası Gezi Rehberi

Ülkemizdeki en muhteşem mimari eserlerden bir tanesi olan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifasının restorasyonu 2024 yılında bitti ve yapı ziyarete açıldı. Haliyle artık gezme vakti!

Bilerek gezmek, bilmeden bakıp geçmekten çok daha keyifli olduğu için yapının tarihini, mimarisi ve ilginç özelliklerini detaylı bir şekilde anlatacağım ama önce seyahatinizi planlamanızı kolaylaştıracak birkaç pratik bilgi vereyim.

Divriği Ulu Camii Nerede?

Divriği Sivas’a bağlı bir ilçe. Dolayısıyla Divriği Ulu Camii de Sivas’ta. Ancak merkeze çok yakın değil. Merkezden Divriği’ye gitmeniz araçla 2, trenle 2,5 saat kadar sürüyor. Her iki şekilde de burayı günübirlik olarak gezip Sivas’a dönebilirsiniz.

Eğer Sivas’ı gezme planınız varsa Sivas Gezi Rehberi ve Gezilecek Yerler yazımı okumanızı da tavsiye ederim.

Tam konumunu da şöyle bırakayım hatta.

Solda Darüşşifa Taç Kapısı, sağda arkamda kalan Cennet Kapı

Divriği Ulu Camii Ne Zaman Ziyaret Edilebilir?

Cami haftanın her günü 08.00 – 19.00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor. Cami statüsünde olduğu için girişler ücretsiz.

Eğer cami kapısında oluşan Kuran okuyan erkek gölgesini kendi gözlerinizle görmek istiyorsanız ziyaretinizi yaz aylarına denk getirmeniz gerekiyor. Gölge 15 Mayıs – 15 Eylül tarihleri arasında görülebiliyor. Oraya çıkış saati ise ikindi namazından 45 önce.

Cennet kapısında beliren namaz kadın kılan gölgesi ise sabah 7 civarında ortaya çıkıyormuş. Tabii hangi ayda olduğunuza göre bu süre biraz erkene ya da geçe kayabilir.

Şunu da belirtmeliyim ki gölgenin göründüğü saatlerde Cami izdiham derecesinde kalabalık oluyormuş. Bence burayı o kadar kalabalık bir güruh halinde gezmek biraz keyifsiz olabilir.

Not: Burası Cami statüsünde olduğu için kadınların başı kapalı girmesi bekleniyor. Yani yanınıza baş örtüsü almayı unutmayın. Ayakkabılar da çıkacak elbette.

Kapılarda beliren gölgeler (fotoğraf basından alındı, biraz eski)

Rehberli Geziler

Divriği Ulu Camiinde gönüllü rehberlik yapan iki kişi var. Günde birkaç kez gelen ziyaretçileri topluca gezdiriyorlar ve bunu gönüllü bir şekilde yapıyorlar. Yalnız belirli saatleri olup olmadığını bilmiyorum. Bu kişilerden biri caminin imamı Nail Ayan, diğeri caminin girişindeki hediyelik eşya standında bulabileceğiniz Mustafa Yıldırım. İkisi de caminin restorasyonu boyunca burada bulunup yıllarca buraya gelen araştırmacılara eşlik etmişler. Dolayısıyla bu kişileri bekleyerek yapıyı rehberli bir şekilde gezebilirsiniz.

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası Neden Bu Kadar Önemli?

Divriği Ulu Camii; ülkemizin UNESCO Dünya Mirası Listesine giren ilk insan yapısı. 1985 yılında listeye alınmış. Aynı yıl listeye alınan diğer yerler ise Kapadokya ve tarihi İstanbul. Başka bir değişle buranın tüm insanlık namına korunması gereken bir değer olduğu, 40 yıl önce tescillenmiş. Peki burası neden bu kadar özel?

Taş işçiliği

En basit şekliyle bu yapının başlı başına bir sanat eseri olduğunu söyleyebiliriz. Divriği Ulu Camii sadece 13. yüzyılın değil, tüm insanlık tarihinin en güzel, en incelikli taş eserlerinden bir tanesi. El-Hamra ve Petra ile yan yana sayarım ben. Yer yer üç boyut kazanan, inanılmaz desenlerle süslü kapıları ve inanılmaz bir mihrabı var.

Şöyle düşünün, seyahatnamelerinde laf cambazlığı yapmaya bayılan Evliya Çelebi bile Divriği Ulu Camii hakkında “Methinde diller kısır, kalem kırıktır” yazmış. İlerleyen kısımlarda tüm bezemeleri detaylıca anlatacağım için şu anda çok ayrıntıya girmiyorum.

Tekstil Kapı’nın taş işçiliğinden detaylar

Mimari

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası tasarım açısından da çok sıra dışı özellikler barındırıyor. Yapıda Barok ve gotik mimarinin özellikleri görülüyor. İşin ilginci şu ki bu yapı, Gotik mimarinin Avrupa’da doğup yayıldığı kabul edilen yıllardan 50 yıl önce yapılmış. Ayrıca kapılarda oluşan gölgelerden, darüşşifanın akustik özelliklerinden, tonoz tercihlerinden ve hiçbir motifin kendini tekrar etmemesinden de bahsetmek gerek.

Işık gölge oyunundan kastım o meşhur kadın ve erkek silüetleri. Yaz aylarında cennet kapıda, namaz kılmak üzere hafif öne eğilmiş bir kadın silüeti görüyorsunuz. Tekstil kapıda ise elinde bir kitap tutan, yani Kuran okuyan bir adama benzetilen bir erkek silüeti ortaya çıkıyor.

Ziyaret etmeden önce kafamda hep “Biz mi bu gölgeleri insan silüetlerine benzetiyoruz yoksa mimar bunu gerçekten tasarlayarak mı yapmış?” sorusu vardı. Gidince çok net gördüm ki tekstil kapı binanın dışına taşan ilginç bir eğime sahip. Gölge oluşturması için böyle yapılmış olmalı çünkü o eğimin başka hiçbir işlevsel ya da estetik anlamı yok. Sözün özü mimar o gölgelerin oluşmasını istemiş, hesaplamış, tasarlamış ve yapmış!

İkinci olarak darüşşifanın akustik özelliğinden bahsetmiştim. 13. yüzyılda tıp bilgisi çok sınırlı elbette. Özellikle söz konusu ruh ve sinir hastalıkları olduğunda, “ses ile tedavi” en yaygın tedavi yöntemlerinden bir tanesi. Dolayısıyla darüşşifanın içi, sesin en iyi kullanılabileceği şekilde düzenlenmiş.

Hastalara iyileştirici etkisi olduğuna inanılan su sesi, ezan sesi ve tasavvuf ilahileri dinletiliyormuş. Binanın ortasında bulunan havuzdan yayılan su sesi zaten tüm mekanı dolduruyor. Ancak daha ilginç olan, sahne olarak kullanılan eyvanın akustik özellikleri.

Darüşşifa bölümünün tavanındaki açıklık tam havuzun üzerinde yer alıyor.

Eyvanın tüm duvarları ve köşeleri sesi farklı bir rezonansa sokuyor. Doğru terim bu olmayabilir tabii ama nasıl anlatacağımı da bilemedim. Mesela ezanı sağ duvara doğru okuyunca daha tiz, sol duvara doğru okuyunca daha pes bir ses elde ediyorsunuz.

Burada konuyla alakasız bir parantez açmak istiyorum. Eğer gezi sırasında size Mustafa Bey eşlik ederse yapının akustik özelliğini eyvana çıkıp salavat getirerek gösteriyor. Açıkça “sessiz olup sesin ton farklılıklarını dinleyin” diyor. Kimse sessiz olmuyor! Bağıra bağıra Salavata eşlik eden mi dersin, kendi arasında muhabbet edenler mi dersin, çığlık çığlığa bağıran çocuğuyla asla ilgilenmeyen ebeveynler mi dersin… Böyle bir gürültü yok! Lütfen Mustafa Bey size “sessiz olun” diyorsa sessiz olun. Zira bazılarımız gerçekten o akustik özellikleri deneyimleyebilmek için oradalar, sizin bağırış çağırışlarınızı dinlemek için değil! Ohh söylenip sinirimi de attığıma göre mekanı anlatmaya devam edebilirim.

Binanın ilginç bir özelliği de farklı tonoz biçimlerinin bir arada kullanılmış olması. Tonoz dediğim şey tavandaki taş örtüsü. Divriği’deki cami binası da şifahane binası da kendi içinde birkaç bölümden oluşuyor ve bu bölümlerin bazısında yıldız tonoz, bazısında beşik tonoz, bazısında çapraz tonoz var. Aynalı tonoz da var, artı tonoz da var. Özellikle darüşşifanın büyük eyvanındaki helezonik kilit taşı da oldukça sıra dışı bir uygulama.

Solda Darüşşifa içerisindeki helezonik kilit taşları, sağda aynı eyvanın kenarındaki süslemeler.

“Tonoz ne demek” derseniz şöyle basitçe açıklayayım. Yapının tavanında kilitlenerek yapın ağırlığını taşıyan alanlara tonoz deniliyor. Akademik tanımı daha farklı olabilir ama teknik bilgisi olmayanlar için bu tanım daha anlaşılır bence.

Tarihi

Sivas Divriği Ulu Camii’nin tarihi bir önemi de var elbette. Yapını 13. yüzyıllarda Mengücekliler tarafından yapılmış. Yani Anadolu’ya yerleşen ilk Türk Beyliklerinden birine ait, 750 yıllık bir eser karşımızdaki. Beni en çok şaşırtan ise burayı koca bir devletin değil de; küçük bir beyliğin yaptırmış olması. Buna kaynak ayırma vizyonunu gösterebilmiş olmaları inanılmaz bir şey. Üstelik burası başkentleri bile değil!

Ayrıca tarihimiz boyunca bir kadın ve bir erkeğin baniliğini bir arada üstelendiği, yani bir kadın ve bir erkeğin birlikte yaptırdığı tek bina örneği burası diye biliyorum.

Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasının Tarihi

Burası 1228 – 1243 yılları arasında yani Mengücekliler döneminde inşa edilmiş. Mengücekliler’in kim oluğunu hatırlamıyorsanız kısaca şöyle özetleyebilirim. Hani “Anadolu’nun kapılarını Türklere açan” Malazgirt Savaşı vay ya; işte o savaşa Selçuklu Sultanı Alparslan’ın komutanı olarak katılmış olan Mengücek Gazi’nin kurduğu bir Türk Beyliği Mengücekliler. 1252 yılında Selçuklunun yönetimi altına girene kadar Erzincan, Kemah, Divriği ve Karahisar’ı yönetmişler.

Burası ilk yapıldığı dönemde mahkeme, aşevi, konukevi ve sebil gibi pek çok binası bulunan büyük bir külliyeymiş. Ancak günümüze sadece cami ve darüşşifa bölümü ulaşmış. Bu iki yapı birbirine yapışık olarak inşa edilmiş durumda. İki yapının tam ortasında ise binayı yaptıran kişilerin türbesi yani mezarları var.

Binanın cami kısmı Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah tarafından yaptırılmış. Darüşşifa kısmını yaptıran kişi ise Ahmed Şah’ın eşi ve Mengücekli Beyi Fahreddin Behram Şah’ın kızı olan Melike Turan Melek.

Yapının hangi tarihlerde, kimin emriyle yapıldığını üzerindeki kitabelerden okuyoruz.

Yapının Mimarı Kimdir?

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifasının mimarı Ahlatlı Muğis oğlu Hürrem Şah. Kendisinin bilinen başka bir eseri olmadığı için bu yapı onun ilk ve tek eseri olarak kabul ediliyor. Muhtemelen başka eserleri de vardır ve günümüze ulaşamamıştır diye düşünmek daha mantıklı çünkü bir mimarın ilk işinde bu kadar sıra dışı bir eser ortaya koyması pek mümkün değil bence.

Mimar Hürrem Şah aynı zamanda yetenekli bir heykeltraşmış ve kapılardaki bezemelerin oyulmasında bizzat çalışmış. Adını ise darüşşifa bölümündeki büyük eyvanın altıdaki taşıyıcı elemanlardan birinin altına yazmış. Bu durum mimarın “bina yıkılırsa adımın ayakta kalmasını hak etmiyorum. İlk benim adım yıkılsın” deme biçimi olarak yorumlayanlar var ama gerçekten adını yazdığı konumu seçerken bunu düşünüp düşünmediğini bilemiyoruz elbette.

Teskstil Kapı’dan detaylar

Kapı Bezemeleri, Semboller ve İç Mekanlar

Divriği Ulu Camii’nin en göz alıcı yeri anıtsal kapıları. Caminin toplamda dört tane kapısı var ama üç tanesi büyüleyici güzellikte. Dördüncü kapı olan Şah Kapısı caminin arka tarafına bakan, bir pencere gibi havada aslı kalmış, küçük bir kapı. Dolaysıyla önce anıtsal kapıları anlatacağım. Şah kapısından Hünkar Mahfilini anlatırken bahsederim.

Anıtsal Kapılar

Darüşşifa Taç Kapısı:

Yerleşkeye girdiğinizde ilk olarak Darüşşifa kapısının önünde geliyorsunuz. Adından da anlaşılacağı üzere burası darüşşifa binasına girişi sağlıyor. Kapının karşısına geçip baktığınızda soyut ve somut, dini ve dünyevi pek çok sembol ile süslendiğini görüyorsunuz.

Kapının tepesindeki pencereyi ortadan bölen bir sütun hemen dikkatinizi çekecek. Bu bir denge sütunu. Binada toplam 3 adet denge sütunu bulunuyor ve bu sütunların dönebilmesi binanın sağlam olduğunu, oturma yapmadığını gösteriyor. 1939 yılındaki Erzincan depreminde dönem özelliğini yitiren bu sütun son restorasyondan sonra yeniden dönebilmeye başlamış.

Darüşşifa Taç Kapısı

Son derece incelikli bir işçiliğe sahip olan kapının sağında ve solunda bitkisel ağırlıklı motifler bulunuyor. Burada neredeyse kabartma değil de heykel denilebilecek hacimde bir kadın ve bir erkek figürü varmış ama “suret yasak” diye tahrip edilmişler ne yazık ki. Heykellerin yapım amacının, şifahanenin hem kadınlara hem de erkeklere açık olduğunu vurgulamak olduğu söyleniyor.

Kapıda en net görebildiğimiz semboller yıldızlar. Beşgen ve sekizgen yıldız motifleri Selçuklu’yu simgeleyen motifler olarak kabul ediliyor. Denge sütununun sağında ve solunda yuvarlak iki şekil göreceksiniz. Bu şekiller ilk bakışta göze daire gibi gelse de aslında hilal. Bu hilallerin içerisinde ise Süleyman’ın mührü olarak bilinen altı uçlu yıldızlar var. Ben çıplak gözle seçemedim ama burada bir de haç varmış. Bu sembollerin de şifahanenin her dinden insana açık olduğunu göstermek amacıyla yapıldığı şeklide bir yorum okudum.

Darüşşifa Kapısı

Denge sütunu ile kapı arasında kalan bölgedeki yazılar ise binanın yapım kitabesi. Burada “Fahrettin Behram Şah’ın kızı Melike Turan, Allah’ın affına muhtaç aciz kul, adaletli Melike bu şifa yurdunun yapılışını 626 H/1228 M yılında emretti.” yazıyor.

Kapıda geometrik ve bitkisel motifler de bulunuyor. Bu kapıya “Gotik Kapı” da denildiğini not düşmüş olayım.

 

Tekstil Kapı veya Batı Kapı

Akademik kaynaklarda Batı Kapı adıyla geçse de bu kapı Tekstil Kapı, Gölgeli Kapı ve Çıkış Kapısı olarak da adlandırılıyor. Gölgeli kapı denmesinin nedeni daha önce bahsettiğim Kuran okuyan erkek silüeti gölgesinin bu kapıda oluşması. Tekstil kapı denme nedeni nakış gibi dokunmuş olması.

Bu kapı caminin çıkış yapısı olarak yapılmış. Cennet Kapı’dan girilip bu kapıdan çıkılıyor çünkü çıkan insanların Kıbleye sırtlarını dönemleri istenmiyor.
Gelelim Tekstil Kapı’nın muhteşem taş bezemelerine… Kapının en tepesinde, kilit taşından sarkan top biçimli bir çıkıntı fark edeceksiniz. Bu çıkıntıdan bir demir parçası çıkıyor ve buraya aydınlatma fenerinin takılmasını sağlıyor.

Tekstil Kapı

Bu kapıda çok sayıda lale motifi görüyoruz çünkü Lale Tasavvuf’ta Allah’ın tek olma özelliğine gönderme yapan bir sembolmüş. Lalenin yaşamı tek bir soğandan doğduğu için almış bu anlamını.

Biraz daha altlara baktığınızda dümdüz yuvarlaklar göreceksiniz. Bu yuvarlaklar aslında böyle boş bırakılmamış. Üzerindeki süslemeler kırıldığı için altındaki düz taşlar çıkmış ortaya. Biraz daha altta ise kapının yapım kitabesi mevcut. Burada “Şeyhin Şah oğlu Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah Allah’ın affına muhtaç aciz kul adaletli melik bu caminin yapılışını 1228 yılında emretti. Allah mülkünü daim etsin.” yazıyormuş. Kapının sağındaki ve solundaki sütunlar da denge sütunuymuş. Bu sütunlar da Erzincan depremine kadar üzerlerindeki okların yönünde doğru dönüyorlarmış ama depremden sonra dönmeyi bırakmışlar.

Bu kapının biraz dışa çıkık ve öne eğik şekilde yapıldığını hemen fark edeceksiniz zaten. O çıkıntının dış tarafında da semboller mevcut. Çıkıntının sağında büyük bir çift başlı kartal sembolü var. Bu sembol Selçuklunun sembolü hatta bir nevi arması. Diğer tarafta bulunan doğan sembolü ise Mengüceklerin sembolüymüş. Doğan’ın boynunun öne eğik olması Selçuklu karşısında boyun eğmesini, pençesinin havada olması ise gerektiği yerde kendini savunmaya hazır olması anlamına geliyormuş.

Solda Cennet Kapı’nın detayları, Sağda ise yan taraflarına işlenmiş boynu eğik doğan ve Çift Başlı Kartal Simgeleri

Cennet Kapı

Cennet Kapı, caminin ana giriş kapısı olarak yapılmış ve öylesine ihtişamlı ki, zaten muhteşem şeyler gördüğünüzü düşündüğünüz bir anda köşeyi dönüp karşınızda bu kapıyı görünce “yok artık” diyorsunuz.

Bu kapı cemaatin girdiği kapı olduğu için eskiden “cümle kapısı” denirmiş ama bugün cennet Kapı kullanımı daha yaygın. Bu adı almasının nedeni ise cennete kavuşulacak nimetlerin bu kapı üzerine işlenmiş olması.

Kapının hemen üzerindeki yazılı alan, binanın yapım kitabesi. Burada “Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah, Allah’ın affına muhtaç aciz kul, 626 Hicri aylarının birinde bu caminin yapılmasını emretti.” yazıyor.

Kapının dışında sanki bir çerçeve oluşturuyormuş gibi görünen hattı takip ederseniz, o çizgiler incelmeden önce göreceğiniz yıldız biçimli bordürlerde de yazılar göreceksiniz. Bu bordürlerden sağ taraftakinde “Sultanın egemenliği adaleti sonsuz olsun.”, sol taraftakinde ise da ayetten alıntılanmış haliyle “Allah’tan başka ilah yoktur, sadece O vardır.” yazıyor. Sultan denilerek kastedilen kişi elbette Mengüceklilerin bağlı olduğu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat. Hatta Kapının sivri bir kemere dönüştüğü kıvrımın hemen altındaki yazıda da “Sultanın Muazzama halifenin yardımcısı adaletin keskin kılıcı Alâeddin Keykubad” yazıyor.

Cennet Kapı

Giriş kapısının hemen üzerindeki altıgen şekil “Hamam Planı” olarak geçiyor. Dürüst olmak gerekirse bunun ne anlama geldiğinden yüzde yüz emin değilim. Ancak okuduklarımdan anladığım kadarıyla bu yapı inşa edilirken işçiler caminin içine abdestsiz girmek istememişler. Bunun üzerine inşaat durdurulmuş ve yapının 50 metre uzağına bir hamam inşa edilmiş. Sonrasında cami inşaatı kaldığı yerden devam etmiş. Anladığım kadarıyla bu hamam planı o hamamın planı. Ancak dediğim gibi tam emin değilim çünkü kimse bu açıklıkta yazmamış konuyu.

Hamam planını çevreleyen geometrik ve bitkisel bezemeler var. Kapının eşiğine girip yanınıza baktığınızda bu bezemeler arasında bir vazodan çıkıp uzayan bir bitki göreceksiniz. O bitki Hayat Ağacıymış. Selçuklu yapılarında hayat ağacı yeryüzü ile öbür ailemi birleştiren yani bir nevi cenneti simgeleyen bir sembol olarak kullanılıyor. Aynı girintinin en ön köşesinde ise ateş yanan kazan figürleri var. Alevler kazanın üzerine çıkacak biçimde gösterilmiş. Cehennemi simgeleyen kazanların altına sonsuzluk işareti kazınmış, üstleri ise bir sütun gibi boş bırakılmış. Bunu cehennemi boşlukla ilişkilendirmek olarak değerlendirmek mümkün.

Cennet Kapı’nın taş işçiliğinden detaylar

Kapının etrafını çevreleyen figürler arasında Hitit Güneş disklerini anımsatan iki yuvarlak şekil göreceksiniz. Bunlar gerçekten güneş diski. Ancak Selçuklu kültüründe sonsuzluğu simgeler şekilde kullanılıyorlar.

Son olarak kapının tepesinde göreceğiniz aşağı sarkar biçimde yapılmış iki taştan bahsedeyim. Bu taşlar ses yalıtımı sağlayacak şekilde yapılmışlar. Yani kapının önündeki gürültünün caminin içine gitmesini önlüyorlarmış.

Kapıda ayrıca güller, bülbüller, ördek figürü, gerdanlık, yıldızlar ve çeşitli bitkisel motifler de var.

İç Mekanlar

Caminin İçi

Caminin iç mekanı oldukça sade, ibadet sırasında dikkat dağıtmayacak şekilde tasarlanmış. Ama mihrap bu sadeliğe dahil değil! İnanılmaz etkileyici bir mihrabı var caminin.

Divriği Ulu Camii’nin içi

Mihrabın taşları üç katman şeklinde oyulmuş. Üst taraftaki taşlar üç boyut oluşturacak kadar dışarı taşıyor. Arkasına el sığacak kadar dışarı taşan figürler var. En üst katta bulunan iki elif bir lale figürü Allah’ı simgeliyormuş. Hemen altındaki katmanda içi dolu kalpler, bir alt sırada ise içi boş kalpler olması Allah’tan uzaklaştıkça kalbin boşalması olarak yorumlanıyor. Şimdi ben buna üşenmedim baktım. Kalp sembolünün en erken kullanımları 13. ve 14 yüzyıllarda görülmüş. Yaygınlaşması ise 15. yüzyıl deniliyor. Dolayısıyla bu sembolik anlatıma biraz şüphe ile yaklaşmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Yani sanatçı bu şekilleri bu anlama gelsin diye yapmamış olabilir.

Solda caminin mihrabı, sağda ise hünkar mahfiline açılan Şah Kapısı

Caminin minberinin orijinal olduğunu öğrenmek beni çok şaşırtmıştı. Abanoz ağacından 12 yılda yapılan minberin ta kendisini görüyorsunuz içeride. Vakti zamanında kapısı çalınmış ama sonra getirilip geri takılmış. Yapımında hiç metal çivi kullanılmamış. Üzerindeki 21 kabartma metinde ise ayet ve hadislerden alıntılar mevcut. Minberin ustası da adını minberin üzerine işlenmiş: Tiflisli İbrahim oğlu Ahmet.

İçeride 3 adet sandık bulunuyor. Bunlardan ikisi emanet sandığı, bir tanesi sadaka sandığıymış. Emanet sandığı deyince aklınıza ibadet etmeye gelince kullanılan, vestiyer gibi bir şey gelmesin (benim gelmişti çünkü). İnsanlar uzun yolculuklara gidecekleri zaman kıymetli eşyalarını bırakıyorlarmış buraya. Muhtemelen camide hırsızlık yapmaya kimse cesaret edemediği için dönünde gelip geri alıyorlarmış eşyalarını.

Cami kısmının tavanında iki şey dikkatinizi çekecek. Bir tanesi kubbelerden bir tanesinin mukarnaslı olması (ki bu Anadolu’da görülen tek mukarnaslı kubbe örneğiymiş) diğeri ise tavanda gökyüzüne açılan bir açıklığın bulunması.

Solda caminin tavanı, sağda ise minberi.

Bu uygulama bazı Selçuklu camilerinde görülüyor ve bu açıklığın altında bir kar havuzu bulunuyor. Caminin içerisinde bu şekilde kar (ve eridikten sonra su) tutulması ahşapların belirli bir nem seviyesinde kalmasını ve yapının uzun ömürlü olmasını sağlıyor. Bugün gezerken kar havuzunu göremiyorsunuz ama gökyüzüne açılan boşluk camla kapanmış biçimde duruyor.

Caminin içerisinde ahşap kazıklar üzerinde yükselen bir asma kat göreceksiniz. Daha doğrusu kat günümüze ulaşamamış ama katı taşıyan kazıklar duruyor sadece. Orası Hünkar Mahfili. Yani hükümdarın halkın arasına karışmadan ibadet edebilmesini sağlayan, ona özel bir alan. Hemen arkasında, pencere gibi görünen kısım ise Şah Kapısı. Diğer kapılar kadar süslü olmada da onun da kendi süslemeleri ve kitabesi mevcut. Üzerinde “’Mülk, Kahhar ve tek olan Allah’a aittir” yazması ise bu gerçeği bir hükümdara hatırlatması açısından düşündürücü.

Kapıdan girerken göreceğiniz bir diğer motif de kırmızı oksitle duvara çizilmiş olan mızrak ve meşale motifi. Mızrak gücü, meşale ise ilmi temsil ediyormuş.

Mihrabın detayları

Türbe

Darüşşifa ile Caminin arasında bulunan Türbede bu yapıyı yaptıran kişilerin türbesi bulunuyor. Kapısı Darüşşifaya’ya bakıyor ama aynı zamanda bir pencere ile Cami kısmına da bağlanmış. Türbenin kapısında kalpleri tartan bir terazi motifi olduğu söyleniyor ama kalp motifi konusunda düşüncelerimi yazmıştım zaten.

 

Darüşşifanın içi

Darüşşifanın içi yapının dış cephesine kıyasla sade bir alan olsa da içeride bazı süslemeler görüyoruz. Örneğin büyük eyvanın sağında ve solunda biri iç bükey diğeri dış bükey iki yelpaze deseni var. Bunların akustiği ayarlamak için yapıldığı düşünülüyor. Tam karşıda kalan yelpaze ise yıl dönümlerini gösteren bir zaman yelpazesi.

Büyük eyvanın üzerindeki helezonik tavan ve zaman yelpazesi

Yine büyük eyvanın tepesinde bulunan helezonik tonoz (binanın ağırlığını taşıyan tavan kilitleri) dünyada tekmiş. Burayı gezdiren kişi bize buradaki helezonik şeklin altın oran ile birebir örtüştüğünü söylemişti. Öte yandan bunun geometrik ya da estetik bir meydan okumadan ziyade tasavvufi bir anlamının olması daha olası. Nitekim tasavvufta dönme ve döngü teması sıklıkla kullanılıyor. Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz, topraktan geldik, toprağa döneceğiz gibi…

Şifahanenin tam ortasında sekizgen bir su havuzu var. Bu havuz iki yanındaki çeşmelerden doluyor ve havuzun etrafını dolaşarak tahliye oluyor. Giriş kapısının yan tarafında kalan merdivenler ise doktorların odasına çıkıyor. Basamakların hastalar çıkamasın diye bu kadar dik yapıldığı söyleniyor.

Darüşşifa içerisindeki havuz

Sütunların birine geometrik desenler işlenmiş. Bir başka sütunun sütun başlığında ise hat yazısı ile Allah ve Muhammed kelimeleri bulunuyor.