Göbeklitepe’yi Gezmeden Önce Bilmeniz Gerekenler

Göbeklitepe’yi Gezmeden Önce Bilmeniz Gerekenler

Göbeklitepe için neden “medeniyetin sıfır noktası” deniyor? Göbeklitepe’yi böylesine büyük bir keşif yapan ne? Burada kimler yaşadı, bu yapıları ne için inşa etti? Göbeklitepe hakkında merak edilen soruların yanıtları bu blogda!

Öncelikle şunu söylemem gerekiyor, Göbeklitepe hakkında hiçbir şeyi kesin olarak bilemiyoruz. Bildiğimiz her şey, gördüklerimiz karşısında yaptığımız çıkarımlardan, yürüttüğümüz tahminlerden ibaret. Çünkü o dönemde yazı yok, bugün kalan yazılı kaynak yok. Dolayısıyla o dönemin insanını hiç tanımıyoruz. Zaten dikkat ederseniz aklı başında insanlar burası hakkında hiçbir zaman kesin konuşmuyor; “böyle olduğunu tahmin ediyoruz” diyorlar çünkü yürüttüğümüz tahminler de her yeni buluntu ile birlikte değişiyor. Ben her ne kadar bu yazıyı kazı başkanları, tarihçiler, arkeologlar gibi güvenilir kaynaklara dayanarak yazsam da yarın öbür gün anlattığım her şey boşa çıkabilir; bunu da not düşmüş olayım.

Göbeklitepe

Göbeklitepe Neden Bu Kadar Önemli?

Homo Sapiens’in tarihi yaklaşık 300.000 yıl öncesine dayanıyor. Bu 300.000 yıllık süreçte insanlık tarihinde görülen en büyük kırılımın ise yerleşik hayata geçiş olduğunu biliyoruz. Çünkü insanoğlu yerleşik hayata geçtikten sonra her şey ama her şey değişiyor. Eskiden doğanın verdiği ile yetinen avcı-toplayıcı insan, artık yeryüzünü şekillendirip tarım yaparak doğaya hükmetmeye başlıyor. Yerleşik hayata geçmek demek medeniyete ilk adımı atmak demek.

Bunları uzun uzun anlatmamın nedeni Göbeklitepe’nin o büyük kırılıma, yani yerleşik hayata geçiş aşamasına dair bildiğimizi sandığımız şeyleri yeniden sorgulamamıza neden olması.
Göbeklitepe ilk kez kazılmaya başlandığında ortaya konut alanı olmadığı aşikâr olan anıtsal yapılar çıktı. Burası konut olamazdı çünkü gündelik hayatta kullanılan hiçbir eşya yoktu. Ayrıca sırf barınma ihtiyacını karşılamak için 2 km ötedeki maden ocağından 10 tonluk devasa taşlar taşınmasının hiçbir mantığı yok.

Öte yandan heykeller, kabartmalar ve sembollerlerle doluydu burası. Semboller önemli çünkü gördüğünün birebir heykelini yapmak yerine sembolik bir anlatım tercih etmek, yani taşa gözünle gördüğünü değil hayal ettiğini işlemek inanca işaret eden bir şey. Dolayısıyla burası bir ibaret alanı, tapınak ya da dini bir yapı olmalıydı.

İlginç olan başka bir şey de buranın gömülerek terk edilmiş olmasıydı çünkü yapıyı örten taş ve topak tabakası buranın doğal toprağı değildi, başka coğrafyalardan gelen topraklarla katman katman örtülmüştü Göbeklitepe. Eğer böyle büyük bir yapıyı gömmek için böyle büyük bir emek harcıyorsanız buraya özel bir anlam da atfediyor olmalısınız değil mi? (Burada bir parantez açmam lazım, bu örtülme meselesi biraz tartışmalı çünkü bu katmanların doğal yollarla da oluşmasının mümkün olduğunu söyleyen bilim insanları var. Çok majör hava olayları yaşandığı taktirde böyle bir örtülme mümkün olduğundan, burası kesin olarak insanlar tarafından gömülerek terk edilmiştir diyemeyiz) Göbeklitepe’de üzerine delikler açılmış kafa tasları da bulunmuştu. Bu deliklerin tıbbi bir müdahale olma ihtimali de var ancak arkeologlar kafataslarının buraya asılmak için delinmiş olduğu ihtimali üzerinde duruyor. Yani mekânın bir parçası olarak sergilenmiş ya da ritüellerde kullanılmış olabilirler.

Tüm bu veriler ışığında arkeologlar iki çıkarımda bulundular:
1) Burası bir tapınak olmalı.
2) Burada yerleşim yeri yok. Hatta yerleşik hayata geçildiğine dair hiçbir iz yok.
Ve o meşhur soru geldi: Yerleşim olmayan yerde tapınağın ne işi var?

Karbon testi sonuçları geldiğinde Göbeklitepe’nin yaklaşık M.Ö. 9500 yıllarında inşa edildiği ortaya çıktı. Bu tarih tam da insanoğlunun yerleşik hayata yeni geçtiği, tarımsal çalışmalarına yeni yeni başladığı tarihler. Tabii öyle bir “evreka” anı yok, yüzyıllar içerisinde yavaş yavaş değişiyor hayat. 15.000 yıl önce de tohum ekince bitki çıktığını biliyoruz ama henüz avcı-toplayıcı hayatı terk edip kendi yetiştirdiğimize bel bağlamamışız.

Göbeklitepe ortaya çıkınca kafalar karışıyor. Bu ölçekte bir yapı inşa etmek için düzinelerce kişinin organize şekilde çalışması gerekiyor. Bizim bildiğimiz avcı-toplayıcı insanlar birkaç aileden oluşan gruplar halinde yani ortalama 40 kişilik gruplar halinde yaşıyor. Göbeklitepe’de ise yaklaşık 500 insanın bulunduğu düşünülüyor. Böyle kalabalık bir nüfusu doyurmak için tarım şart. Eğer tarım varsa yerleşik hayat neden yok? Peki yerleşik hayat olmadan bu kadar çok insan böyle büyük bir yapıyı inşa edebilecek şekilde örgütlü bir çalışmaya nasıl girişti? Dahası bu ölçekte bir projeyi hayata geçirebilecek kaynak fazlası nasıl bir ekonomik model ile sağlandı?

Göbeklitepe

Bu noktada Göbeklitepe’yi gün yüzüne çıkarak arkeolog Klaus Schmidt ilginç bir teori ortaya attı: İnsanoğlu inanç sebebiyle yerleşik hayata geçmiş olabilir. Önce tapınak sonra yerleşim geldiyse, neolitik devrimi baştan pekâlâ din olabilir.

Önceki teorilerden bazılarını bir düşünelim:
1. İklim değişikliği nedeniyle görece dar coğrafyalara sıkışan insanlar birleştikçe nüfusları arttı. Artan nüfus nedeniyle tarım yapmaya mecbur kaldılar. Karnını tarımla yani toprağa bağlı şekilde doyuran insanlar yerleşik hayata geçmek zorunda kaldı.
2. İnsanlar tahıl işlemeye ve yemeye başladıktan sonra bu tahılların yayılıp çoğalmalarına neden oldular. Bu bilinçli bir ekim değildi. Tahılları taşıdıkları yollara, öğüttükleri alanlara yayılmaya başladı bitkiler. Bir noktadan sonra kamp kurdukları yerler öylesine verimli hale geldi ki burayı bırakıp gitmek anlamsızlaştı ve aynı yerde yaşamaya başladılar.
3. İnsanoğlu önce kendi gücünün farkına vardı ve bu gücü bir güç gösterisine dönüştürmek için yerleşik hayata geçti.

Bugüne kadar ortaya atılmış hiçbir teoride insanların inançları sebebiyle yerleşik hayata geçmiş olabileceğini hesaba katılmıyordu. Dolayısı ile Schmidt’in bu teorisi çok ses getirdi. Göbeklitepe 2018 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edildi, 2019 yılı ülkemizde “Göbeklitepe Yılı” ilan edildi ve National Geographic dergisinin ‘2020 yılında gidilecek en iyi yerler’ listesinde yer aldı.

Ancak hikâye burada bitmiyor. Sonraki yıllarda Schmidt’in yerini alan arkeoloji ekibi, gördüğümüz büyük anıtsal yapıların birkaç metre altında, konut alanı olarak kullanılıyor olması çok muhtemel olan yapılar buldu. Yakınlarda bir sarnıç ve bu sarnıca su taşıyan su kanalları olduğu keşfedildi. Ayrıca tahıl öğütmede kullanılan aletlere ulaşıldı. Tüm bunlar “yerleşimden önce tapınak yapılmış” düşüncesini çürütüyor.
Son keşifler Göbeklitepe’nin yerleşik hayata geçmeden önce değil, sonra kurulmuş olması çok daha muhtemel olduğunu gösteriyor. Elbette bunlar Göbeklitepe’nin değerinden hiçbir şey eksiltmiyor. Çünkü Göbeklitepe 11.500 sene önce yaşamış olan atalarımızın hayatları ve inanç dünyasını gözler önüne seren, görkemli bir yapı olarak zaten yeterinde değerli.

Göbeklitepe nerede ve ne zaman kuruldu?

Göbeklitepe insanoğlunun ilk tarımsal faaliyetlerine başladığı ve ilk kez yerleşik hayata geçtiği “Bereketli Hilal” adı verilen bölgenin orta kesimlerinde yer alıyor. Atalarımız günümüzden 11.500 yıl önce bu topraklara çok sayıda yerleşim yeri inşa etmişler ve bu yerleşim yerlerinin bir kısmı bugün Taş Tepeler Projesi kapsamında kazılıyor. Karahantepe, Sayburç, Sefertepe, Çakmaktepe bu eski yerleşim alanlarından bazıları.
Göbeklitepe ise Şanlıurfa’ya 15 kilometre mesafede, yani şehir merkezinin çok yakınlarında bulunuyor. Göbeklitepe’nin yaklaşık 9 hektarlık bir alana yayıldığı tahmin ediliyor. Dolayısı ile bugün kazılıp çıkartılmış olan alan aslında Göbeklitepe’nin çok ufak bir parçası.

Göbeklitepe’nin M.Ö 9500 yılında yani günümüzden 11.500 yıl önce inşa edildiği tahmin ediliyor. Radyokarbon testinin sapma payı bu tarihler için aşağı yukarı 50 yıl kadarmış yani yanılma payı çok da fazla değil. Elbette tüm yapılar aynı anda yapılmamış. Örneğin C yapısından alınan örnekler bu yapının M.Ö. 7560-7370 yıllarında yapılmış olduğunu göstermiş.

Göbeklitepe aslında 3 tabakadan oluşuyor. 1. tabaka toprak seviyesi sayılıyor ve bu tabakada çok sayıda çakmaktaşı bulunmuş. 2. tabaka MÖ 8000-9.000 yıllarına ait yapıları, 3. tabaka ise MÖ 9-10 bin arasına tarihlenen yapıları içeriyormuş.

Bilinen en eski insan yapılarından bir tanesi olan Atlit-Yam’ın M.Ö. 7000, Stonehenge’in MÖ. 3100 ve Giza Piramitleri’nin M.Ö. 2500 yılında inşa edildiği düşünüldüğünde Göbeklitepe’nin ne kadar eski olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

Göbeklitepe’de Neler Var?

Göbeklitepe’nin bugüne kadar kazılıp çıkarılmış kısımlarında 6 adet daire biçimli anıtsal yapı görüyoruz. A, B, C ve D yapısı adı verilen yapılar birbirlerine bitişik yapılmışlar. E ve F yapısı ise bunlara biraz daha uzakta. Aslına yapılan incelemeler burada 20 adet dairesel yapı olduğunu ortaya koymuş ancak diğerleri henüz kazılmadığı için onları henüz göremiyoruz.

Bu yapıların her birinin çevresi dikilitaşlarla çevrelenmiş ve dikilitaşların arasına bir de duvar örülmüş. Ortalarına ise karşılıklı bakacak şekilde yerleştirilmiş T biçimli sütunlar var. T biçimli sütunlardan en büyük olanlarının yükseklikleri 5,5 metreye, ağırlıkları ise 10 tona ulaşıyor.

Bu T biçimli taşlar aslında yandan bakılan insan figürlerini sembolize ediyorlar. Sembolize etmek diyorum çünkü gerçekçi insan figürleri oymak yerine dikdörtgen kafalar yapmışlar, suratları işlememişler. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu biliyoruz çünkü bölgede çok sayıda gerçekçi insan figürü bulundu. Urfa Adamı heykeli gibi pek çok örnek bize gösteriyor ki istedikleri zaman insan şeklinde heykel yapabiliyorlar. O halde beceremedikleri için değil, böyle tercih ettikleri için bu şekli vermişler taşlara.

T Biçimli sütunların insanı sembolize ettiğine işaret eden unsurları. (İllustrasyon: J. Notroff)

Peki bunların insanımsı semboller olduğunu nereden anlıyoruz? Taşların yanında gördüğünüz üçgen biçimli işlemeler aslında dirsekler ve kolları gösteriyor. Kolların kavuştuğu yerde parmaklar var. Bazı figürlerde kemer, peştamal, madalyon gibi işlemeler de var.

Dairesel yapıların etrafını saran dikili taşlar ise ağırlıklı olarak hayvan işlemeleriyle süslenmiş. Bu işlemelerde yaban domuzu, kuş, yılan ve tilki sembolleri ağırlıklı olarak kullanılmış. Görülen diğer hayvanlar ise yaban öküzü, yaban koyunu, taban eşeği, ceylan, leopar ve ayı. Bu yapılardan sadece C yapısının dış duvarlarında bir kapı bulunuyor. İç duvarlarda ya da diğer yapılarda kapı yok. Ancak neolitik dönem yapılarının çoğunda girişler damdan yapıldığı bu o kadar da ilginç değil.

Gezi Rehberi: Göbeklitepe Nasıl Gezilir?

Göbeklitepe Şanlıurfa’ya 18 km mesafede yer alıyor. 20 dakikalık bir araba yolculuğu yaparak ya da Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi veya Abide durağından kalkan otobüslere binerek bölgeye kolayca ulaşabilirsiniz. (konumu için tıklayın) Park yeri ile kazı alanı arasındaki mesafe epey fazla o yüzden bu yolu yürümeyin. Üzerinde Servis / Turnike yazan ahşap gölgeliği takip ederseniz park yeri ile kazı alanı arasında ring yapan servislerin kalktığı yere ulaşmış olursunuz. Servisleri ücretsiz olarak kullanabiliyorsunuz ve dönüşte indiğiniz yerden geri binebiliyorsunuz.

Fotoğraf: Türkiye Kültür Portalı

Turnikelerden geçip kazı alanına gitmek için Müzekart’a ihtiyacınız olacak bu nedenle aktif bir Müzekart’ınız olduğuna emin olun. Eğer müzelere ücretsiz girebilen gruptaysanız ücretsiz giriş biletinizi müze binasından alıp daha sonra turnikelere gitmeniz gerekiyor.

Göbeklitepe’de kazı alanının dışında bir de müze bulunuyor. Buradaki müze Göbeklitepe’den çıkan kalıntılardan ziyade neolitik yaşama ve kazı çalışmalarına dair bilgiler içeriyor. Ufak bir müze olduğu için hızlıca gezebilirsiniz.

Göbeklitepe’den ve diğer taş tepelerden çıkan buluntuların sergilendiği yer ise Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi. Ben buraya gelmeden önce Şanlıurfa’daki müzeyi gezmenizi kesinlikle tavsiye ederim. Müze çok geniş bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor ve Göbeklitepe’den çıkarılan çok sayıda heykeli görme şansına erişiyorsunuz. Bu heykellerden çoğu hayvan heykeli. Göbeklitepe’deki D yapısının gerçek boyutlu bir replikasını da yapmışlar. Böylece aşağı inip yakından göremediğiniz tüm detayları inceleme fırsatınız oluyor.

Eğer Göbeklitepe’yi gezmek için Şanıurfa’ya gidecekseniz, Şanlıurfa Gezi Rehberim de ilginizi çekebilir. Şanlıurfa Gezi Rehberine ulaşmak için tıklayın.

Şanlıurfa Arkeoloji Müzesinde bulunan Göbeklitepe Replikası.

Göbeklitepe Kazılarının Tarihi: Göbeklitepe Nasıl Bulundu?

Şanlıurfa’da tarımla uğraşan İbrahim ve Şavak Yıldız 1986 yılında tarlalarını sürerken toprakta büyük, işlenmiş taşlar olduğunu fark ediyor. Taşları ne yapmaları gerektiğini köyün öğretmenine danışıyorlar. Öğretmen müzeye götürmelerini öneriyor.

50 kiloluk taşları alıp at arabalarına yüklüyorlar ve Urfa’nın yaz sıcağında 20 kilometre giderek müzeye ulaşıyorlar. Müze müdürü taşları görünce ne diyor biliyor musunuz? “Bunlardan çok var ya. Kireç taşı bu. Alın geri götürün bunları.” Taşları köye götürmek zor olacağı için müzenin bahçesine bırakıp dönüyorlar. Taşlar yıllarca âtıl bir şekilde kalıyor burada.

Göbeklitepe’nin bulunmasını sağlayan Şavak Yıldız

O dönemde Nevali Çori kazılarını tamamlayan ve ülkesine dönmeye hazırlanan Arkeolog Klaus Schmidt tesadüfen görüyor müzedeki taşları. Hemen soruşturup taşın çıktığı tarlaya gidiyor. Buradan sonrasını İbrahim Yıldız’ın oğlu Mahmut Yıldız’dan alıntılayayım:

“Rahmetli olan Klaus Schmidt, müzedeki taşları gördüğünde gece yatamadığını bize anlatarak, çok heyecanlandığını söylemişti. Sonra köyümüze gelerek burada keşif yaptı. İlk kazı 1994 yılında yapıldı. Elinde hiçbir harita yoktu. İki ayrı yerde kazı yaptı ve bir şey bulamadı. Burada ucu kırık bir taş vardı. Biz de tarlayı sürdüğümüzde sapana değince babam ‘bu taşın ucunu kırın ki sapana takılmasın’ demişti. Biz de kazma kürekle o taşı kırmaya çalışıyorduk ancak 3 metre yerin altında olduğunu bilmeden bıraktık kazmayı. Daha sonra babam o taşın üstüne balyozla vurup kırdı. ‘Bu taş bela oldu, buradan çıkmıyor’ diye sinirlenmişti. Prof. Dr. Klaus Schmidt burada gezerken, kırık taşı fark edip etrafını kazdığı sırada bir boğa kabartma resmini bulunca yıllardır aradığı keşfi bulduğunu söyledi. Daha sonra üstünü kapattılar ve Ankara’dan gerekli izinler alınarak kazılara başlandı.”

Mahmut Yıldız kazılar başladıktan sonra 20 yıl boyunca kazılarda çalışmış. Daha sonra ise güvenlik görevlisi olarak yine Göbeklitepe’de çalışmaya devam etmiş.
Bölgede yapılan kazılar resmi olarak 1996 yılında başlamış. En başta bilimsel danışman olarak görev alan Klaus Schmidt daha sonra kazı başkanı olarak kazıları sürdürmüş. 2014 yılında Prof. Dr. Klaus Schmidt’in vefat etmesi üzerine kazılar Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülmeye devam etmiş.