3 Eki, 2024

/

/

Ürdün Gezi Rehberi ve Gezilecek Yerler

Ürdün Gezi Rehberi ve Gezilecek Yerler

Ürdün dünyanın en güzel Antik kentlerinden bir tanesi olan Petra’sıyla, pek çok filmde Mars yüzeyi olarak filme alınan Wadi Rum çölüyle, müzeleri, antik kentleri ve Ölüdeniz kıyılarıyla mutlaka görülmesi gereken bir yer.

Ürdün Gezi Rehberinde hem gezilecek yerlere dair detaylı bilgiler vermeye hem de seyahatinizi kolaylaştıracak ipuçları paylaşmaya çalıştım. Umarım keyifle gezmenize yardımcı olur. Önce Ürdün’ü daha yakından tanıyalım, sonra detaylara gireceğim. Bu arada bu yazıyı az kalsın “Afrika” kategorisine koyacaktım ama Ürdün teknik olarak Asya ülkesi sayılıyormuş.

Ürdün Gezi Rehberi'nin olmazsa olmazı Petra Antik Kenti

Ürdün’ün simgesi sayılan meşhur El Khazneh (Hazine) binası Petra Antik Kentinde bulunuyor. (Fotoğraf: Wirestock / Envanto Elements)

Ürdün Hakkında

Öncelikle Ürdün’e biraz “neticede Ortadoğu ülkesi” ön yargısı ile gittiğimi itiraf etmeliyim ama çok yanılmışım. Mısırı bu kadar rahat gezemezsiniz örneğin. Erkekler laf atar, esnaf sağa sola çekiştirir, bazı yerleri güvenli değildir. Ürdün hiç öyle değilmiş. Rahatlıkla gezilebilecek bir ülke. İnsanlar kibar, trafik düzenli, hijyen kabul edilebilir seviyede ve kimse kimseye karışmıyor.

Ürdün hem şeriatla hem medeni kanunla yönetiliyor. Hukuki bir sorun yaşadığınızda hangisine tabi olmak istiyorsanız ona tabi olabiliyorsunuz. Yani şeriat zorunlu değil seçmeli. Bu sayede başınız açık gezebiliyorsunuz, alkol alabiliyorsunuz ve kimse bunu yadırgamıyor. Ülke “Anayasal Monarşi” ile yönetiliyor. Yani ülkeyi yöneten bir kral var ama yetkileri sınırsız değil. Bir parlamentoları var ama çıkan kanunların Kral tarafından onaylanması lazım. Bir tek yargı bağımsız diye biliyorum ama bu teoride tabii. Patikte işler nasıl işliyordur bilmiyorum. Gündelik yaşam açısından Arap dünyasının en özgürlükçü ülkesi Ürdün desem yanlış olmaz sanırım.

Ürdün’ün başkenti Amman ve korkunç trafiği

Biraz da Ürdün’ün tarihine bakalım çünkü gezimizde pek çok tarihi yer gezeceğiz. Ürdün topraklarında insanoğlunun avcı toplayıcı olduğu dönemlerden beri yaşam var. Ürdün’deki en büyük gelişmeler ise Büyük İskender’in fethinden sonra yaşanıyor. İskender Helenistik kültürü bu topraklara taşıyor ve Makedon imparatorluğu dağılınca, Nebatiler burada kendi şehirlerini kurma imkanı buluyor. M.Ö. 169 yılında kurulan Nebati Krallığı önemli ticaret yollarını ellerinde bulundurduğu için kısa sürede gelişiyor ve zenginleşiyor. Meşhur Petra kenti bir zamanlar göçebe bir Arap topluluğu olan Nebatilerin eseri.

M.S. 63 yılında hala çok yayılmacı bir politika izleyen Roma Lejyonları ortadoğu topraklarına ulaşıyor ve Ürdün’ün büyük bölümü Roma kontrolüne giriyor. Bu arada 10 büyüklüğünde olduğu tahmin edilen bir depremler serisi yaşanıyor. M.S. 363 yılında yaşanan bu depremler Petra dahil pek çok yerleşimi kullanılmaz hale getiriyor. 542 yılında ise veba salgını başlıyor ve nüfus önemli ölçüde azalıyor.
Roma İmparatorluğu ve imparatorluğun bölünmesi ile ortaya çıkan Bizans, 636 yılına kadar yönetiyor bu toprakları. Sonra ortalık biraz karışıyor. Arap akınları başlıyor, bölge Emeviler, Eyyübiler, Memükler arasında el değiştiriyor. Arada kısa bir Kudüs Krallığı dönemi de var. 1516 Mercidabık Savaşı sayesinde, Memlük kontrolünde olan bu topraklar Osmanlı’nın kontrolüne geçiyor ve yaklaşık 500 yıl Osmanlı kontrolünde kalıyor.

Osmanlı tarafından inşa edilen Hicaz Demiryolu’nun önemli bir durağı da Amman’da bulunuyor.

I. Dünya savaşı sürerken, Arabistanlı Lawrance filminden hatırlayacağınız İngiliz Subayı Thomas Edward Lawrence bölgedeki Arapları örgütlüyor ve çıkan isyanlar Hicaz bölgesini Osmanlı’dan koparıyor. Ürdün 1946 yılına kadar İngiliz kontrolünde kalıyor ve sonra Ürdün Hâşimi Krallığı adı altında bağımsız bir devlete dönüşüyor.

Ürdün bugün 11 milyona yakın nüfusu olan, gelişmekte olan ülkeler statüsünde kabul edilen bir krallık. Ayrıca ülkede o kadar çok mülteci var ki nüfusunun yaklaşık 3’te 1’i mültecilerden oluşuyor. Mültecilerin büyük bölümü Suriyeli, Filistinli ve Mısırlı. Şaşırtıcı biçimde Türkleri çok seviyorlar, Türk olduğunuzu öğrendikleri an uzun bir muhabbet başlıyor.

Ürdün’e Gitmeden Önce Bilmeniz Gerekenler

Ürdün’e ne zaman gidilir?

Ürdün yazın gezilemeyecek kadar sıcak oluyor. Kış aylarında ise çölde gecelemek zor olabilir. Ürdün’ü gezmek için en doğru zaman ekim sonu, kasım, mart ve nisan ayları. Ben Kasım ayında gittim ve hava muhteşemdi.

Eğer Petra Gece turuna (Petra by Nights) katılmak istiyorsanız Petra’da konaklayacağınız geceyi Pazartesi, Çarşamba ya da Perşembe gününe denk getirmeniz gerekiyor çünkü sadece haftada 3 gün düzenleniyor. Bunun detaylarını daha sonra anlatacağım.

Kasım ayında Ürdün tişörtle gezilebilecek, otelde havuza girilebilecek kadar sıcak olsa da gezilmeyecek kadar bunaltıcı bir hava da yok.

Ürdün pahalı mı?

Ürdün pahalı bir ülke. Burada “Ürdün Dinarı” (kısaca JOD) ile harcama yapıyorsunuz ve 1 JOD 48 TL’ye denk geliyor (Ekim 2024 kuruyla). Paraları sterlinden bile değerli. Ortalama bir yemeği 8-10 JOD gibi düşünebilirsiniz. Bir şişe su büfelerde 1 JOD civarı. Benzin ve araba kirası da hiç ucuz değil.

Ürdün’e gitmeden önce bizdeki Müzekart’ın muadili olan Jordan Pass kartı almak avantajlı olabilir. Sadece Perta’ya giriş ücreti 50 JOD ve daha gezeceğimiz birkaç müze daha var. Dolayısıyla 70 JOD verip Jordan Pass alırsanız en kötü ihtimalle kafa kafaya gelir. Jordan Pass ilk kullandığınız andan itibaren 15 gün geçerli. Satın almak için linke tıklayabilirsiniz. 

Ürdün’de pazarlık kültürü var. Dolayısıyla etiket fiyatlarını her zaman pazarlık payı eklenmiş fiyatlar olarak düşünebilirsiniz. Alışveriş yaparken her zaman pazarlık yapın.

Jordan Pass Kartı Petra Antik Kentinde de geçerli.

Giyim Kuşam

Ürdün’ün Şeriatla yönetiliyor olması gözünüzü korkutmasın, başörtüsü zorunluluğu yok. Türkiye’nin herhangi bir şehrinde nasıl giyiniyorsanız öyle giyinebilirsiniz. Hatta Turistik yerlerde dilediğiniz kıyafeti giyebilirsiniz ama şehir içlerinde çok dekolte giyinmeyin. Bir sıkıntı yaşayacağınızı sanmam ama garip karşılama ihtimalleri var.

Yanınızda hem ince hem kalın kıyafetler bulundurun çünkü farklı bölgelerde farklı iklimler var. Güneye indikçe hava 10 derece ısınabilir. Wadi Rum’da gezmek için yanınıza sandalet alırsanız rahat edersiniz. Spor ayakkabı içine kum dolması kadar gıcık bir his yok bence. Eğer jeep safarisine katılacaksanız güneş gözlüğü ve bandana tarzı, uçmayacak bir şapka da şart. Kum, güneş ve rüzgar biraz rahatsız edici olabiliyor.

Ulaşım

Ürdün’ü gezmek için arabaya ihtiyacınız olacak. Amman ile Akabe arasında kalan geniş bir coğrafyayı gezeceğiz. Diğer ulaşım araçlarını kullanmadığım için arabasız nasıl gezilir bilmiyorum ama okuduğum diğer Ürdün gezi rehberler de “arabasız olmaz” diyor.

6 Günlük Haritalı Ürdün Gezi Rehberi

Ürdün’ü dolu dolu gezmek için 6 gün yeterli. Hatta bütçeniz ya da vaktiniz kısıtlıysa Ölüdeniz’ ve 3. günü tamamen iptal edip, Amman’dan direkt Petra’ya geçebilirsiniz. Böylece gezinizi 5 günde tamamlanmış olursunuz.

Haritalı rehberde sadece güzergahı ve pratik bilgileri paylaşıyorum. Burada bahsettiğim yerlerin tarihi, mimarisi ya da önemiyle ilgili çok daha detaylı bilgileri hemen bir sonraki bölümde, yani “Ürdün’de Gezilecek Yerler” başlığının altına bakabilirsiniz.

1. Gün: Amman ve Jerash Antik Kenti

Sabah erken saatlerde Amman uçuşları var bu yüzden erken saatlerde Amman’a varıp, günü gezerek geçirebileceğinizi varsayıyorum. Havalimanında size sadece bu günlük yetecek kadar Ürdün Dinarı alsanız yeter, akşam saatlerinde daha uygun fiyatlı döviz bozdurulabilecek yerleri gezeceğiz. Amman’da aşırı bir trafik olduğunu unutmayın. Özellikle işe gidiş / geliş saatlerine denk gelirseniz saatleriniz trafikte geçebilir. Bu yüzden vakti geniş geniş planlamakta fayda var.

Amman’a vardığınızda Havalimanından aracınızı kiralayıp doğrudan Jerash Antik Kentine gidebilirsiniz. Yol trafiğe göre 1-1,5 saat sürecek. Vardığınızda birkaç saatinizi bu antik kentte geçirebilirsiniz. Bu yüzden girmeden önce Antik Kent yakınındaki restoranlara bir göz atıp karnınızı doyurmanızı öneririm.

Ceraş (Jerash) Antik Kenti (Fotoğraf: Hisham Zayadneh / Pexels)

Türkçe kaynaklarda Ceraş adıyla da geçen Jerash Antik Kenti İskender tarafından kurulmuş ve Roma döneminde gelişmiş bir antik kent. Dünyanın en iyi korunmuş Roma yerleşimlerinden bir tanesi olduğu için kesinlikle görülmeye değer. Jordan Pass ile ücretsiz girebilirsiniz, yoksa 10 JOD giriş ücreti ödemeniz gerekir.

Jerash’ı gezdikten sonra Amman’a dönüyoruz. Eğer vaktiniz varsa (sabah çok erken geldiyseniz) Jordan Museum‘a uğrayabilirsiniz. Bu müze hem Ürdün’ün tarihini anlatıyor hem de içeride önemli birkaç parça var. Dünyanın en eski büyük boyutlu insan heykellerinden biri  kabul edilen, 9300 yaşındaki Ain Ghazal Heykelleri ve semavi dinlere ait en eski yazılı kaynaklar olarak kabul edilen Ölüdeniz Parşömenleri bu müzede sergileniyor. Burada Jordan Pass geçerli değil ve 5 JOD’luk bir giriş ücreti var. Müze 18.00’de kapanıyor ama çok büyük bir müze olmadığı için 1 saatte gezersiniz. Eğer Ürdün’e öğle saatlerinde vardıysanız bu müze yetişmeyebilir, ertesi güne kaydırabilirsiniz.

Jordan Museum’da sergilenen Ain Ghazal Heykelleri (Fotoğraf: Davide Mauro / Wikimedia Commons)

Yemekten önce biraz alışveriş yapmak isterseniz K. Faysal Bulvarı taraflarında bir yürüyüşe çıkabilirsiniz. Döviz büroları, baharatçılar, yerel kıyafetler satan mağazalar ve sokak yemekleri bulabileceğiniz, sadece turistlerin değil yerel halkın da alışveriş yaptığı bir ana arter burası. Alışverişten sonra da Rainbow Caddesine yürüyüp akşamı burada geçirebilirsiniz. Rainbow street biraz daha turistik bir yer ama çok sayıda restoran, kafe ve bar bulunan canlı bir yerde olmak istiyorsanız çok fazla bir alternatifiniz yok.

Geceyi Amman’da geçireceğiz ama sabah valizinizi toplamayı unutmayın çünkü yarın farklı bir otelde kalacağız.

2. Gün: Amman Şehir Turu ve Ölüdeniz

Günün ilk yarısında yürüyerek şehir turu yapacağız. Yukarıda paylaştığım haritada sadece bu yürüyüş rotası var. Öğleden sonraki yolumuz arabayla olacağı için onu bir sonraki haritaya koydum.

İlk durağımız Amman Roma Tiyatrosu. MS. 2. yüzyıldan kalma bu antik tiyatro günümüze çok güzel korunmuş bir şekilde ulaştığı için popüler bir ziyaret noktası. Eğer Jordan Pass aldıysanız içeriye ücretsiz olarak girebiliyorsunuz. Tiyatronun hemen iki yanında iki küçük müze bulunuyor. Bunlardan bir tanesi “Jordan Folklore Museum” adlı etnografya müzesi, diğeri ise “Jordanian Museum of Popular Traditions” adlı tarih müzesi. Bu müzelerde yerel kıyafetler, takılar, gündelik objeler sergileniyor. Yanlış hatırlamıyorsam mozaikler de vardı. Buraya 1 saatinizi ayırarak hem Roma Tiyatrosunu hem de müzeleri gezebilirsiniz.

Amman’daki Roma Tiyatrosu

Büyük Roma Tiyatrosu’nun hemen yanında bir de ufacık bir tiyatro daha var. Daha çok devlet meselelerinin tartışıldığı, toplantıların yapıldığı bu küçük yarım daire şeklindeki Odeon deniliyor. Büyük tiyatroyla burası hemen hemen aynı tarihlerde inşa edilmiş. Odeon’a ek ücrete tabi olup olmadığını tam anlayamadım. Girerken bir görevli durdurdu bizi. Büyük tiyatrodan şimdi çıktık deyince “neyse hadi girin bakın” gibi bir şey söyledi.

Ammman’daki Odeon.

Antik tiyatroları ve müzeleri gezdikten sonra biraz ilerlediğinizde Roman Nymphaeum‘u yani antik çeşmeyi göreceksiniz. Antik tiyatrolar ile aynı tarihlerde yapılan bu tarihi çeşme bir süredir restorasyon nedeniyle kapalıymış ama Google yorumlarında herkes kapıdaki bekçiye rica edince içeri alındıklarını yazmış, aklınızda olsun.

Dilerseniz buralarda biraz oyalanıp biraz ilerideki Büyük Hüseyni Camisi‘ni de görebilirsiniz. Caminin önünde dondurma ya da şeker kamışı suyu satan tezgahlar oluyor. Ben vakit nakittir deyip Amman Citadel’a gitme taraftarıyım. Amman Citadel büyük bir alana yayıldığı için yaklaşık 2 saatinizi buraya ayırabilirsiniz.

Amman Citadel’da Herkül tapınağının kalıntıları

Amman Citadel‘da eski şehir merkezinin kalıntıları var. Buradan çok sayıda medeniyet gelip geçmiş olsa da görünen kalıntıların büyük bölümü Roma imparatorluğu veya Emeviler döneminden kalma. Roma döneminden kalma bir Herkül tapınağı, daha sonra Emeviler tarafından camiye çevrilen bir Bizans Kilisesi, bir Emevi sarayı, su kuyusu, hamam alanı gibi tarihi kalıntıları gibi görebiliyorsunuz. Tabii böyle anlatıp beklentinizi çok yükseltmesem iyi olur çünkü saray hariç çoğu yapı harabe halde. Örneğin 12 metrelik devasa Herkül heykelinin sadece 3 parmağı kalmış günümüze.

Amman Citadel’ın içerisinde bir de arkeoloji müzesi bulunuyor. Müze küçük olsa da gezmesi keyifli. İçeride ilginç buluntular var. Gezmeden geçmeyin.

Amman Citadel’da bulunan Emevi Sarayı

Amman Citadel’ı gezdikten sonra şehirde uğrayacağımız son bir durak kaldı. Buraya yürüyerek gitmek hiç mantıklı olmadığı için arabaya dönüp arabayla gitmenizi öneririm. Buradan sonraki yolumuz arabayla olacağı için rotayı şöyle bırakıyorum:

Şimdi Tarihi Amman Tren İstasyonuna uğrayacağız. Bu istasyon Osmanlı döneminde, II. Abdülhamid tarafından yaptırılan ve Şam’dan Medineye’ye kadar uzanan Hicaz Demiryolu’nun Amman İstasyonu. İçeride eski trenleri görüp içlerini gezebiliyorsunuz. Yine istasyonda bulunan küçük müzede ise demiryolunun yapımına dair bilgiler bulabiliyorsunuz.

Hicaz Demiryolu’nun Amman durağı

Amman turumuzun sonuna geldik. Şimdi Ölüdeniz‘e ya da nam-ı diğer Lut Gölü‘ne gitme vakti. Ölü denize kıyısı olan oteller Sowayma kasabasında toplanmış durumda. Buradaki otelinizi ayarlarken Lut gölüne sahili olmasına mutlaka dikkat edin çünkü bu yolculuğun tüm amacı suya girmek. Halk plajları da var ama imkanlar her zaman aynı olmuyor. Ben konuma kendi kaldığım oteli işaretledim ama başka pek çok alternatifiniz var tabii ki.

Amman’dan Ölüdeniz’deki oteller bölgesine yolculuğumuz 1 saat civarı sürecek. Bu arada herkese hitap etmeyebileceği için rotaya eklemedim ama yolunuzu yarım saat uzatarak İsa’nın vaftiz edildiğine inanılan yeri de görebiliyorsunuz. Burada tepe noktaya çıkış servislerle sağlandığı için biraz vakit alan bir aktivite. Eğer burayı görmek istiyorsanız Ölü Deniz’de yüzmeyi yarına ertelemeniz ve yarın görülecek yerlerin bazılarından fedakârlık etmeniz gerekiyor. Konumuna linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Ödüdeniz’in bu turkuaz rengi sadece gölün güneyinden görülebiliyor. Bu tarafta daha çok tuz işletmeleri var. Göle kıyısı olan oteller gölün kuzeyinde bulunuyor ve suyun rengi daha lacivert. (Fotoğraf: Leonid Andronov / Canva)

Ölüdeniz’e vardığınızda çamur banyosu yapıp denize girebilirsiniz. Sakın yüzünüzü suya sokmayın, ıslak elinizi gözünüze götürmeyin, üzülürsünüz. Bu bölgedeki otellerin genellikle havuzları da oluyor. Günün geri kalanını tamamen keyif yapmaya ayırabilirsiniz.
Peki neden Ölüdeniz’e girmek için bunca yolu geldik derseniz; burası 34.2% tuzluluk oranıyla dünyanın en tuzlu tuz göllerinden bir tanesi. Suyunun ve çamurunun cilde iyi geldiği düşünülüyor. Bu kadar tuzlu bir suda olmak garip deneyim. Suyun kaldırma kuvveti o kadar yüksek ki yüzmek imkânsız.

Geceyi Ölü Deniz kıyısında geçirip yarın Petra’ya doğru yola çıkacağız.

3. Gün: Nebo Dağı, Medaba, Karak Kalesi, Petra by Night

Petra’ya doğru giderken birkaç yer gezeceğiz. Aslında bugün gezeceğimiz yerler olmazsa olmaz yerler değiller ancak yolumuz uzun. Günü boşa geçirmek yerine geze geze ilerlemek daha güzel. Ben Nebo Dağını ve Medeba’yı gezdim ama Karak Kalesi’ni gezme fırsatım olmadı. Siz sabah erken çıkarsanız hepsine vakit kalır. Eğer otelden çok erken çıkmak istemiyorsanız Nebo Dağı ve Medeba’yı atlayabilirsiniz. Yolda sadece Karak Kalesi’ni gezip Petra’ya varmak daha az yorucu bir alternatif olur.

İlk durağımız Nebo Dağı. Burası dinler tarihi açısından önemli bir yer aslında. Vadedilmiş Toprakların Musa’ya tam bu tepeden gösterildiğine inanılıyor. Arabanızı otoparka park ettikten sonra biraz yürümeniz gerekiyor. Yukarı çıkan yolu takip ettiğinizde, yol sizi sizi çeşitli anıtların ve bilgilendirme levhalarının önünden geçirip 4. yüzyılda inşa edilmiş bir bazilikaya ulaştıracak. Bu bazilikanın içerisinde çok güzel mozaikler göreceksiniz. Bölgenin dini önemi ile ilgili ayrıntıları Nebo Dağı başlığı altında anlatacağım. Bunları bilmeden gezmek çok anlamlı olmayabilir.

Nebo Dağındaki Bizans Kilisesinin Mozaikleri

Nebo dağından çıktığınızda hemen yolunuzun üzerinde kalan Medeba‘da kısa bir mola verebilirsiniz. Burada bulunan Saint George Bazilikasında dünyanın en eski mozaik haritası biri bulunuyor. Saint Geroge Bazilikası Google’a kayıtlı olmadığı için isim yazarak bulmak güç olabilir ama konumu haritaya işaretledim. Medeba Haritası olarak bilinen bu harita zemine mozaik olarak döşemiş ve Hristiyanlık tarihi açısından önemli mekanlar bu harita üzerinde işlenmiş. Çıkışta Bazilika’ya yürüme mesafesinde olan Medeba Archaeological Park’a da uğrayabilirsiniz. Burada da çeşitli kiliselerden çıkartılmış mozaiklerin sergileniyor. Büyük yerler olmadığı için ikisi de pek vaktinizi almayacaktır. Hazır Medaba’da mola vermişken karnınızı da burada doyurabilirsiniz çünkü buradan sonra yolumuz uzun. Kerak Kalesine ulaşmak yaklaşık 2 saatimizi alacak.

Medeba’da görebileceğiniz en eski mozaik dünya haritası

Karak Kalesi yapımına 1140 yılında başlanan bir ortaçağ kalesi. Haçlı ordularının konuşlandığı bu kale özellikle ticaret yollarını kontrol altında tutan bir noktada olduğu için önemliymiş. Selahaddin Eyyubi haçlılarda mücadelesi sırasında bu kaleye tekrar tekrar saldırmış ve ancak 3. denemesinde ele geçirebilmiş. Kale Memlükler ve Osmanlılar tarafından da kullanılmış. Kaleye Jordan Pass ile ücretsiz olarak girip 1,5 saate vakit geçirebilirsiniz.

Karak kalesinden çıktıktan sonra 2 saatlik bir araba yolculuğu ile, Petra Antik kentinin bulunduğu Wadi Musa kasabasına ulaşmış olursunuz. Petra Antik Kenti’ne yürüme mesafesinde çok güzel oteller var, buralarda konaklayabilirsiniz. Özellikle hem gece hem gündüz gelecekseniz yakında konaklamak çok daha pratik olacaktır.

Karak Kalesi (Fotoğraf: Getty Images)

Şimdi Petra by Night adı verilen gece şovuna katılma zamanı! Petra by Night 20.30’da başladığı için yemeğinizi hızlıca yiyip Petra Visitor Centre’daki gişeden bilet almanız lazım. Bildiğim kadarıyla biletler önceden ya da online olarak alınamıyor. Bir biletin ücreti 17 JOD ve Jordan Pass kartı burada geçerli değil.

Peki değer mi derseniz beklentinize göre değişebilir. Asıl aktivite Al-Khazneh binasına yansıtılan ışıklarla yapılan ışık şovu gibi pazarlansa da bence ışık şovu çok tırt. Sadece müzik çalıp rengi değişen ışıklar yansıtıyorlar binanın üzerine. Öte yandan Petra Antik kentine ulaşmak için yürümek zorunda olduğunuz Siq isimli o kanyonda gece vakti yürümek inanılmaz bir deneyim. Zifiri karanlıkta, yalnızca fenerlerle aydınlatılmış sıra dışı bir çöl kanyonunda yürüyorsunuz Petra’ya ulaşmak için. Bence sırf o yürüyüş için gitmeye değer, ışık şovu bahane.

Petra by Night adı verilen gece etkinliği.

Bu gece Wadi Musa kasabasında konaklayıp yarın bütün günümüzü Petra Antik Kenti’ne ayıracağız.

4. Gün: Tam Gün Petra Antik Kenti

Büyük gün geldi. Bugün Dünyanın yeni 7 harikasından biri sayılan Petra Antik Kentindeyiz. Bugün mutlaka rahat kıyafetler giyin, suyunuzu şapkanızı yanınıza alın çünkü bütün gün deli gibi yürüyeceğiz. Aslında paylaştığım yürüyüş güzergahı dışında alternatif bir güzergâh daha var ama eğer Petra’da 2 gün geçirmeyecekseniz diğer güzergahı da dahil etmeniz çok zor. Benim yazmadığım İkinci güzergâh Altar of Sacrifice, High Place of Sacrifice ve Obelisk’i görmenizi sağlıyor ama sırf bunları görmek için saatler harcamaya değmeyeceğini düşünüyorum. O yüzden de görülmesi gereken en önemli yerlerin olduğu güzergahı çizdim.

Petra MÖ 400 yılından beri Nebatilerin başkenti olmuş, 2300 yıllık kocaman bir şehir. Nebatilerden sonra bu kente Romalılar yerleşmiş ve daha sonra yaşanan depremler nedeniyle şehir terk edilmiş.

Burayı sıra dışı yapan şeylerin başında elbette mimarisi geliyor. Taş oyulmuş görkemli devasa yapılar çok büyük bir alana yayılıyor. Yaklaşık 60 kilometrekarelik bir alandan bahsediyoruz. Haliyle gezmesi de biraz uzun ve yorucu oluyor. Petra’nın giriş kapısından girdiğinizde yaklaşık 1 kilometrelik bir yürüyüş yapmanız gerekiyor. Önce bir düzlükte, ardından Siq adı verilen kanyonun içerisinde yürüyorsunuz. Bu yolu yürüyemeyecek kişiler için golf arabasına benzer elektrikli araçlara ya da ata binme imkanı da var. Bence bunlara hiç gerek yok, keyfini çıkararak yavaş yavaş yürüyün.

İlk Kabe olduğuna inanılan yapı ve Siq isimli Kanyon

Kanyonun bittiği noktada karşınıza meşhur Al-Khazneh (Hazine) binası çıkıyor. Burada herkes ekmeğinin peşinde olduğu için yanınıza bir sürü kişi geliyor. Çoğu ücreti karşılığında sizi Al-Khazneh’yi yukarıdan fotoğraflayabileceğiniz manzara noktalarına çıkarmak istiyorlar. O noktalardan çekilen çok güzel fotoğraflar gördüm dolayısıyla çıkmaya değebilir ama çok yüksek yerlere keçi gibi tırmanmak gerektiğini unutmayın. Telaffuz edilen rakamlar da oldukça pahalı ama pazarlıkla makul seviyelere indirilebileceğini düşünüyorum.

Bu arada buradaki tüm satıcıların aşırı ısrarcı olduğunu göreceksiniz. Sizi deveye binmeye ya da manzara noktasına çıkmaya ikna etmek için dakikalarca takip edebilirler. “Belki sonra, bir düşünelim” gibi cevaplar kesinlikle işe yaramıyor çok net olmanız lazım. Hiç param yok, çok korkarım, asla binmem gibi net cevaplar belki işe yarar. Ben “önce gezelim zamanımız kalırsa bakarız” dediğime pişman oldum mesela Petra’nın yarısını birlikte gezdik adamlarla. Asla ayrılmıyorlar peşinizden, çok gıcık. Ayrıca “Bilete dahil at gezisi” diye bir şey yok, yılların dolandırıcılık metodu bu. Yanınıza gelip ücretsiz binebileceğinizi söylüyorlar ama neticede bahşiş gibi farklı adlar altında para istiyorlarmış; düpedüz dolandırıcılık yani.

Petradaki en meşhur yapılardan biri olan Al-Khazneh (Hazine) binası

El Khazneh binasının sağından ilerleyip kanyonu takip ettiğinizde antik tiyatro, kral mezarları, kilise, çeşme, büyük tapınak gibi pek çok tarihi yapıyı görüyorsunuz. Güzergahın en sonunda ise yine Hazine binası gibi kayaya oyulmuş ve çok iyi korunmuş bir başka görkemli yapı olan manastır var. Manastır binasına ulaşmak için 2 kilometre daha yokuş yukarı çıkacaksınız. (Petra’nın giriş kapısından manastıra hiç oyalanamadan yürümek toplam 1 saat 45 dakika sürüyor öyle düşünün) Manastıra çıkan yolu yürüyerek çıkan pek çok kişi var ama bir alternatifiniz daha var; yolun bundan sonrasına katırlarla devam etmek. Ben katıra binmedim. Pek çok kişi de dik yamaçların yanındaki daracık yollarda böyle bir hayvan trafiği olmasından rahatsız ama eldeki imkan bu. Dönüş yolu yokuş aşağı olacağı için dönüşü dert etmenize gerek yok.

Ed-Deir adıyla bilinen The Monastery yapısı Petra’nın giriş kapısına en uzak ucunda yer alıyor ve uzun bir yürüyüş gerekiyor. (Fotoğraf: Mint_Images / Envanto Elements)

Velhasıl yürümesi, gezmesi, dinlenmesi derken tüm gün burada geçer. İçeride yiyecek içecek alabileceğiniz yerler var o konuda endişeniz olmasın. Bugün yine Wadi Musa kasabasında konaklayacağız.

5. Gün: Petra Müzesi ve Wadi Rum

Sabah Wadi Rum’a doğru yola çıkmadan önce Petra Müzesi’ni gezebilirsiniz. Burada hem Petra’nın tarihini öğreniyorsunuz hem de Petra’dan çıkarılan heykel ve kabartmaları görebiliyorsunuz. Müzeye ücretsiz olarak girip yaklaşık 1 saatinizi burada geçirebilirsiniz.

Sırada kızıl kumları ve bu kumların arasından yükselen sarp kayalıklarıyla gerçek bir doğa harikası olan Wadi Rum var. Petra’dan arabayla Wadi Rum Visitor Center’a ulaşmak yaklaşık 1 saat 40 dakika sürüyor. Aracınızı buraya park edip içeri girdikten sonra sizi alacak olan aracı bulmanız lazım çünkü buradan sonrası dümdüz çöl; yürüyerek ya da kendi aracınızla ilerleme şansınız yok.
Wadi Rum’da Jeep safarisine katılabilir ve ilginç otellerde, çölde geceleyebilirsiniz. Jeep Safariyi getyourguide gibi sitelerden de ayarlayabilirsiniz ama bence otelinizle konuşup otel aracılığıyla ayarlamanız çok daha iyi olur. Neticede otele ulaşım için de jeep kullanacaksınız. Çoğu otel konaklama + jeep safari paketi satıyor zaten.

Pek çok filmde Mars yüzeyi olarak filme alınan Wadi Rum Çölü

Jeep safari için pek çok seçeneğiniz olacak. Öğle yemeği, yürüyüş, kumda kayma, deveye binme gibi çeşitli aktiviteler içeren tam günlük turlar da var ama bence yarım günlük bir tur yeterli olacaktır. Kısa turlar yaklaşık 4 saat sürüyor ve görülmesi gereken yerleri size gezdiriyorlar. Güzel manzaralar, yol tabelası niyetine kullanılan tarihi duvar resimleri, Arabistan’lı Lawrance’ın evinin kalıntıları gibi pek çok yeri yarım günlük turda da görüyorsunuz. Genellikle manzaralı bir noktada gün batımı izleyip turu bitirmiş oluyorsunuz.

Burada konaklamak için pek çok seçeneğiniz var. Gökyüzünü görebileceğiniz şeffaf odalardan, otantik bedevi çadırlarına kadar pek çok seçenekten istediğinizi seçip geceyi Wadi Rum’da geçirebilirsiniz.

“Ortadoğu Kasa” Toyotalarla Jeep Safari

6. Gün: Akabe veya Akabesiz Dönüş

Wadi Rum Visitor Center’dan Akabe havalimanına gitmek yaklaşık 1 saat sürüyor. Eğer uçağınız sabahsa doğrudan hava limanına geçip turunuzu bitirebilirsiniz. “Eee Akabe’yi gezmeden mi döneceğiz?” demeyin. Ben gezdim ve gerçekten gezmeye değer bir yer olmadığını düşünüyorum. Özellikle de Petra ve Wadi Rum gibi efsane yerler gördükten sonra iyice anlamsız geliyor gözünüze.

Peki dalışa da mı gitmeyelim derseniz öncelikle zaten uçağa bineceğiniz gün dalış yapmamanız gerekiyor. Sağlık riski nedeniyle en az 12 saat, derin dalışlarda en az 48 saat beklemeniz lazım. Akabe buna değecek bir yer değil. Her ne kadar Kızıldeniz popüler bir dalış mekanı kabul edilse de o rengarenk balıklar ve resifler Kızıldeniz’in Mısır tarafında bulunuyor. Burası öyle doğal güzellikler sunamadığı için yapay gemi enkazı daha farklı dalış aktiviteleri hazırlamışlar. Özetle çok daha ucuza dalabileceğiniz çok daha güzel yerler varken bence burada dalmanın hiç lüzumu yok.

Akabe’deki Ayla Şehri Kalıntıları

Akabe uçuşları biraz saçma saatlerde olduğu için şöyle bir şey de yapabilirsiniz:

-3,5 saat araba kullanarak Amman Havalimanı’na kadar gidip uçağa Amman’dan binebilirsiniz. Benim önerim bu yönde.

-Akabe Havalimanı’na gidip iç hatlar uçuşuyla Amman’a uçabilirsiniz. Türkiye’ye yine Amman’dan dönersiniz. (Özellikle Ankara’ya gidecekseniz aynı paraya geliyor çünkü Akabeden Ankara’ya direkt uçuş yok ama Amman’dan var.)

-Akabe Havalimanından gece yarısı kalkan uçağa binebilirsiniz. Bu durumda o kadar çok boş vaktiniz olacak ki bu seçeneği çok tavsiye etmiyorum. Akabe Kalesi, Sharif Hussein bin Ali Cami, Ayla Şehri kalıntıları ve Bayrak direğini gördükten sonra burada görülebilecek yer şey bitmiş olmuyor. Bir de plaja gidebilirsiniz ama yüzmek için değil zira buradan hiç kimse denize girmiyor. Plajdan karşı kıyıya bakıp “Aaaa İsrail buraya ne kadar yakınmış, yüzerek bile geçilir” diyebilirsiniz. Göreceğiniz en şaşırtıcı şey de bu olur zaten.

Burası Akabe Plajı. Plaj’da denize giren kimse yok. Halk genellikle kumlara oturup piknik yapıyor. Karşı Kıyı ise İsrail.

Ürdün Gezisi için Alternatif Rotalar

Ben size oldukça detaylı bir Ürdün rotası sundum. Gezmeye değer olup da plana dahil etmediğim tek yer Wadi al Mujib nehri çünkü burayı sakin sakin gezmenin bir yolu yok diye biliyorum. Ya trekking yapacaksınız, ya kanoya bineceksiniz. Herkese göre olmayabileceğini düşündüğüm için rotaya yazmadım ama bu tarz aktivitelerden keyif alıyorsanız Nebo Dağı, Medaba ve Karak Kalesini gezmek yerine gününüzü Wadi Mujib’de geçirebilirsiniz. Ben oraya hiç gitmediğim için detaylarına pek hakim değilim.

Bunun haricinde “ya bu program çok yoğun, ben daha az yorucu bir plan istiyorum” derseniz bu gayet mümkün çünkü bu rotada kesinlikle “olmazsa olmaz” diyemeceğim yerler de var. Vaktiniz ya da bütçeniz kısıtlıysa sadece Ceraş, Petra Antik Kenti ve Wadi Rum’u bile gezseniz olur.

5 Günlük Rota Alternatifi:

1. Gün: Jerash Antik Kenti’ni gezip Amman’da Konaklama.
2. Gün: Amman Şehir Turu yapıp Petra’ya gitme.
3. Gün Tam gün Petra’yı gezip Petra’da konaklama.
4. Gün: Wadi Rum’a gitme. Jeep Safari ve Wadi Rum’da konaklama.
5. Gün: Dönüş Günü

Amman’dan dönecekler için O çizen Rota Alternatifi:

1. Gün: Jerash Antik Kenti’ni gezip Amman’da Konaklama.
2. Gün: Amman Şehir Turu yapıp Petra’ya gitme.
3. Gün Tam Gün Petra’yı gezip Petra’da konaklama.
4. Gün: Wadi Rum’a gitme. Jeep Safari ve Wadi Rum’da konaklama.
5. Gün: Yol Üzerinde Kerak Kalesi’ni veya Wadi Mujib’i gezip Ölüdeniz’e gitme. Ölüdeniz’de Konaklama
6. Gün: Yol üzerinde Medeba’yı Gezip Amman’dan uçağa binip dönme.

Ürdün turumuzun böylece sonuna geldik. Umarım bu Ürdün Gezi Rehberinin faydası olur ve çok keyifli bir Ürdün gezisi yaparsınız. Yukarıda kısa kısa bahsettiğim yerler hakkında çok daha detaylı bilgileri aşağıda paylaşıyorum.

Ürdün’de Gezilecek Yerler

1. Petra Antik Kenti

Petra Antik Kenti Ürdün’ün Wadi Musa kasabasında yer alıyor. Kasaba dediğime bakmayın dünyanın en popüler turizm merkezlerinden bir tanesi olduğu için her türlü imkana sahip bir yerleşim yerinden bahsediyorum. Bu ününü de sonuna dek hak ediyor çünkü dünya üzerinde gezebileceğiniz en büyük ve en güzel Antik kentlerden bir tanesi burası. 1989 yapımı Indiana Jones, Mummy Returns, Transformers: Revenge of the Fallen gibi pek çok popüler filmin burada çekildiği bu sıra dışı coğrafyaya ilgi büyük.

Petra Antik kentinin bulunduğu topraklarda bin yıllardır yaşam olsa da bugün gördüğümüz Petra Antik Kenti’ni inşa edenler Nebatiler olarak kabul ediliyor. Nebatiler aslında göçebe bir Arap Kavmi (ki zaten bedevi dediğimiz şey de tam olarak bu) ama tarihin bir noktasında gelip Petra’ya yerleşiyorlar ve M.Ö 400 yılında burası Nebatilerin başkenti oluyor. Önemi ticaret yolları arasında yer alan stratejik bir noktada bulunan şehir hızla büyüyüp zenginleşiyor. En parlak zamanında nüfusunun yaklaşık 20.000’e kadar çıktığı söyleniyor ki 2000 yıl öncesi için çok ciddi rakamlar bunlar. İklimin ve coğrafyanın zorlu koşullarına rağmen vadinin dış kısımlarında tarım yapabiliyorlar. Yağmur suyu toplama kuyuları oluşturup temiz suyu borularla şehrin dört bir yanına ulaştırıyorlar. Haliyle burası vaha gibi bir yer oluyor o çöllerle çevrili coğrafya içerisinde.

Petra Antik Kentindeki Mezar Odaları

Petra Yunanca “Kaya” anlamına geliyor. Büyük bölümü kayalara oyulmuş olan bir şehir için son derece yerinde bir isimlendirme tabii. Bazı yerlerde “Rose City” olarak bahsedildiğini de göreceksiniz. Bu adı almasının nedeni burada bulunan toprağın ve kayaların rengi. Tüm şehrin pembe ile kızıl arası, çok kendine has bir rengi var.

M.S. 106 yılında Roma’nın saldırılarına dayanamayan Nebati Krallığı çöküşe geçiyor ve şehir Romalıların kontrolüne giriyor. Romalılar şehri büyütmeye ve geliştirmeye devam ediyorlar. Bir süre sonra deniz ticareti kara ticaretine kıyasla daha fazla önem kazanmaya başlıyor ve şehre yapılan yatırımlar azalıyor. M.S. 363 yılında Ölüdeniz’de, 10 büyüklüğünde olduğu tahmin edilen bir dizi deprem oluyor. Şehir bu depremlerde çok ciddi zarar görüyor. Böylece önemini kaybeden Petra zamanla terk edilerek hayalet şehre dönüyor. Yüzyıllar boyunca unutulan şehir 1812 yılında İsviçreli gezdin Johann Ludwig Burckhardt tarafından bulunuyor. Hiç beklemediği bir anda böyle bir şehirle karşılaşan gezginin neler hissettiğini düşünemiyorum bile!

Bugün Petra’yı 50 JOD (2407 TL) giriş ücreti vererek gezebiliyorsunuz. Eğer birkaç yere daha uğrayacaksanız 20 JOD daha verip Jordan Pass kartı almanızı tavsiye ederim. Jordan Pass kartı ile ücretsiz girebiliyorsunuz.

Ana giriş kapısı olan Petra Visitor Center’dan girdiğinizde uzun bir yol yürüyeceksiniz. Yürüyüşünüzde ilk gördüğünüz yapılar Djin Blocks yani cin blokları olacak. Bu blokların şehri koruma görevi varmış ama aynı zamanda mezar olarak da kullanılmışlar. Dolayısıyla iyi kalpli insanların ruhları şehri korusun diye mezarları buraya yapılmış gibi bir teori var. Djin Blocks’u geçtikten az sonra solunuzda Obelisk Tomb’ı göreceksiniz. Burası Mısır, Bebati ve Yunan mimarisi özelliklerini bünyesinde barındıran, taşa oyulmuş bir mezar olduğu için kıymetli. Tabii daha sonra göreceklerimizin yanında biraz sönük kalıyor.

Kanyona girmeden hemen önce göreceğiniz Obelisk Tomb

Yürüyüşünüze devam ettiğinizde, derin bir kanyonun içerisine gireceksiniz. Bu kanyonun adı Siq. Önünüzde yaklaşık 1 kilometrelik bir yürüyüş var ama inanın çok keyifli olacak. Kanyonda yürürken yükseklere oyulmuş bazı merdivenler göreceksiniz. Bildiğim kadarıyla oralar şehrin güvenliğini sağlayan muhafızların yerleştiği yerlere çıkıyor. Bugün tırmanılabilecek düzgün yollar yok. Yine yürüyüşünüz sırasında şehre su taşıyan boruları ve bazı ibadet alanlarını göreceksiniz. Bu alanlardan bir tanesinin de ilk, orijinal Kabe olduğu konusunda bazı teoriler var. Konumu için tıklayın.

Siq Kanyonu biter bitmez karşınıza meşhur Al-Khazneh (Hazine) binası çıkacak. Bu bina öylesine görkemli ki ilk keşfedildiğinde gerçekten bir hazine binası olduğu düşünülmüş. Kimisi krallığın hazinesi olduğunu iddia ederken kimileri bunun Firavun ile Musa’nın hikayesinde geçen hazine binası olduğunu iddia etmiş. Daha sonradan yapının altındaki mezar odaları keşfedilmiş ve buranın bir anıt mezar olduğu anlamış. Bu krallara layık mezarda, şehrin en parlak dönemlerini yaşamasını sağlamış olan Nebati Kralı Aretas IV Philopatris’in mezarının olduğu tahmin ediliyor. Binanın içerisine giremiyorsunuz.

Petra Antik Kentindeki en görkemli yapılardan biri olan Hazine Binası.

Daha güzel bir fotoğraf noktası arıyorsanız sizi yukarılara çıkaracak kişiler mutlaka yanınıza gelecektir. Burası her ne kadar “açık hava müzesi” olsa da içeride yaşam devam ediyor. Yani Antik kentin içerisinde yaşayan ve çalışan Ürdünlüler var. Sizi kendi başınıza bulamayacağınız yüksek noktalara çıkarıyorlar. Buralarda fotoğraf çektirip manzaranın tadını çıkarabiliyorsunuz. Çay satın alabiliyorsunuz. Develerle ya da atlarla gezintiye çıkarıyorlar. Elbette bunların hepsi çok pahalı. Pazarlık yapılabiliyor ama çok fazla fiyat kırdıklarını görmedim. Bazen aşırı ısrarcı olabiliyorlar bu yüzden eğer istemiyorsanız çok net konuşmanızda fayda var. Ayrıca içeride yiyecek, içecek, hediyelik eşya alabileceğiniz pek çok yer göreceksiniz.

Petra Antik Kentindeki Roma Tiyatrosu

Hazinine binasının sağından devam ettiğinizde önce kaya mezarlarını, daha sonra tiyatro binasını göreceksiniz. Buraları gezip biraz daha ilerlediğinizde sağınızda kral mezarları kalacak. Urn Tomb, Silk Tomb, Corinthian Tomb ve Palace Tomb içimli 4 farklı kral mezarı olan bu kısma uzaktan bakmakla yetinmeyin ve yukarı çıkın. Mezarların içlerini de gezebiliyorsunuz. Bu yapılar da yükseklikleri 20-40 metre arasında değişen, kayalara oyulmuş çok görkemli yapılar. Yapım tarihleri M.Ö. 100 – M.Ö 50 yılları arasında değişiyor. İçlerinde ise Nebati Krallığındaki yöneticilerin yattığı tahmin ediliyor. Saçma olan şu ki burada yatan krallardan sadece birinin adını biliyoruz. Urn Tomb’un, Kral II. Malchus’un mezarının olduğu tahmin ediliyor. Ondan da tam emin değiliz yani. Sen böyle kalıcı eserler yap ebedi istirahatin için, sonra bırak ebebi olmayı adın bile unutulsun gitsin. Valla bu dünya kimseye kalmaz işte.

Royal Tombs olarak bilinen kral mezarları

Bu yolun devamında kayalara oyulmuş daha küçük yapılar var ama Petra’da sadece 1 gün geçirecekseniz o tarafa gitmekle hiç uğraşmayın ve Kral mezarlarını gördükten sonra ana yola geri dönün derim. Ana yoldan devam edip çeşme kalıntılarını geçtikten sonra sağa ayrılan yoldan kilise kalıntılarını görmeye gidebilirsiniz.

Kiliselerin olduğu kısımdaki Bizans Kilisesi en iyi korunmuş durumda olanı. İçerisinde mozaikler de var. Hemen arkasına Mavi Kilise ve onun arkasında neredeyse harabeye dönmüş olan Ridge Church var. Ana yola dönerken göreceğiniz bol sütunlu yapı ise “Kanatlı Arslan Tapınağı”. M.S. 25 yılından sonra yapılan bu yapı adını sütunlarına işlenmiş olan kanatlı aslan figürlerinden almış ama bugün büyük ölçüde yıkık durumda.

Great Temple olarak bilinen sütunlu yapının kalıntıları (Fotoğraf: Leonid Andronov / Canva)

Geldiğiniz yerden ana yola dönüp ilerlemeye devam ettiğinizde solunuzda Büyük Tapınak’ı göreceksiniz. Her ne kadar adı tapınak olsa da yapının işlevi biraz tartışmalı. Nebatiler tarafından inşa edilen bu devasa yapının Kraliyetin kabul salonu olarak kullanıldığı düşünülüyor. Nitekim Romalılar şehri ele geçirdikten sonra burayı belediye binası olarak kullanmışlar.

Ana yoldan biraz daha ilerlediğinizde solunuzda kalacak olan büyük yapının adı ise Qasr al-Bint Far. Bu kelime “Firavun Kızının Kalesi” anlamına geliyor. Yapının Nebati tanrısı Dushara’ya adandığı tahmin edilse de elimizde kesin bir kaynak yok. Kayaya kazılmak yerine taşlarla örülerek inşa edilen yapılar arasında en sağlam kalan bina da bu ama yıkılma tehlikesi olduğu için etrafı çitlerle çevrili. Yani içine giremiyorsunuz.

Qasr al-Bint Far (Fotoğraf: Ruslan Kaln / Getty Images)

Buradan sonra sizi zorlu bir tırmanış bekliyor. Hazine binası gibi kayaya oyulmuş olan Monastery (Manastır) binasını görmek için yaklaşık 40 dakika yokuş yukarı yürüyeceksiniz. Kim saymış bilmiyorum ama yolda tam 800 basamak olduğu söyleniyor. Aslında yolu yürümekte zorlanacaklar için katırlar ile çıkma imkanı da var ama yanı uçurum olan daracık yollarda kendinizi bir katıra emanet etmek istemeyebilirsiniz. Katırların eziyet görüp görmediği, ne kadar çalıştırıldığı da bir başka soru işareti.

Ed-Deir adıyla da bilinen Monastery binasının Nebatiler tarafından, dini amaçlarla kullanılmak üzere inşa edildiği düşünülüyor. 1. yüzyılın ortalarında yapılan bina tıpkı hazine binası gibi kayaya oyulmuş. 47 metre yüksekliği ve 48 metre eni olduğu için hazine binasından daha büyük. Üstelik buraya daha az kişi geldiği için gezmesi daha keyifli. Buranın içerisine de girebiliyorsunuz ama uyarayım, içeresi dış cephesi kadar görkemli değil.

Yolun en sonunda ulaşılan The Monastery (Fotoğraf: Salajean / Envanto Elements)

Petra’da geceleri yapılan ışık şovlarını izlemek istiyorsanız Petra by Night etkinliğine de katılabilirsiniz. Bununla ilgili detayları zaten Haritalı Gezi Rehberi başlığındaki Petra gününe yazmıştım.
Konumu için tıklayın.

2. Wadi Rum

Kum taşı ve granit kayalardan oluşan bu çöl bölgesinin tam adı Wadi Rum Koruma Alanı olarak geçiyor. Buraya bir çöl deneyimi yaşamak için geliniyor ama dünyadaki diğer çöllerden biraz daha özel bir yer olduğunu söylemeliyim. Çölün kızıl-turuncu arası, kendine has bir rengi var. Üstelik göz alabildiğine kumdan ibaret değil. Kumları yaran sarp kayalıklar inanılmaz güzel manzaralar oluşturuyorlar. Bu güzel manzara öylesine “dünya dışı” görünüyor ki Mars’ta geçen pek çok film aslında Wadi Rum’da çekilmiş.

Çöl deyince insanların aklına yaşam olmayan bir yer gelse bu Bedeviler, yani çöllerde göçebe olarak yaşayan Arap toplulukları bu bölgede yaşamışlar. Hatta bazı kayaların üzerinde tarihi oymalar ve yazıtlar var. Duvara oyularak yapılan kaya resimlerine petroglif deniyormuş, ben de bu vesileyle öğrendim. 20.00’in üzerinde petroglif bulunan bölgede kayalara develer, kervanlar ve insanlar resmedilmiş. Arap kültürüne, İslam kültürüne, bedevi kültürüne dair işaret ve resimlerde mevcut. Bildiğim kadarıyla resimlerin en eskileri 12.000 yıl öncesine dayanırken 700-800 yıllık resimler de mevcut.

Bu resimlerin konumlarını yazmıyorum çünkü burayı kendi başınıza gezmeniz imkansız. Bir ciple anlaşıp Jeep safariye çıkmanız lazım. Bu duvar resimlerini standart bir Jeep Safaride gösteriyorlar zaten. Standart olarak gezilen diğer noktalar arasında ise Arabistanlı Lawrance’ın evi ve çeşmesi var. Evet Arap isyanlarını kışkırtarak bu coğrafyanın Osmanlı’dan kopmasını sağlayan İngiliz Subayı Lawrance’dan bahsediyoruz.

Kayalara kazınmış duvar resimleri eskiden yol tabelası niyetine kullanılıyormuş.

T. E. Lawrence’ın yazdığı otobiyografik kitabı Bilgeliğin Yedi Sütunu’nda Wadi Rum’dan da bahsetmiş. Buraya geldiğinde uğradığı çeşmeyi ve iki ay boyunca yaşadığı yeri anlatmış. Bu anlattığı yerler de cip safarilerine gezdiriliyor. Beklentinizi yüksek tutmayın çünkü evin olması gerektiği yerde sadece bir duvar var. Duvarın tepesindeki yamaçta ise nedene üst üste dizildiklerini anlayamadığım taş kuleleri var hepsi bu.

Wadi Rum’da çeşitli aktivitelere de katılabiliyorsunuz. Duvar tırmanışı, kum tepelerinden kayma, deveye binme ya da yürüyüşe çıkma seçenekleriniz var. Bunları kalacağınız otele ya da jeep safari satın aldığınız yere sorabilirsiniz.

Giriş kapısının konumu için tıklayın.

3. Jerash Antik Kenti

Türkçe kaynaklarda Ceraş Antik kenti adıyla da geçen bu bölgede binlerce yıldır yerleşim var. Ancak bugün kalıntılarını gördüğümüz o görkemli şehir Helen ve Roma dönemlerinde inşa edilmiş. Bölgeye M.Ö. 331 yılında Büyük İskender önderliğinde yerleşen Selefkoslar burayı adı sanı olan bir şehir haline getiren ilk yerleşimciler olmuşlar.

Ceraş Antik Kentindeki Agora’ya giden sütunlu yol (Fotoğraf: wirestock / Envanto Elements)

M.Ö. 80 yılında şehir Haşmonayim Hanedanı’nın eline geçmiş ama bu dönem uzun sürmemiş. M.Ö 63 yılında Romalılar bu toprakların da kontrolünü ele geçirmişler. Roma’nın bölünmesiyle şehir bir Bizans şehri olmuş. 636 yılında Persler gelmiş, şehir Müslümanlaşmaya başlamış. Bu dönemlerin Jerash’ı Hristiyanlar ile Müslümanların birlikte yaşadığı büyük ve varlıklı bir şehir olarak anlatılıyor. 749 yılında yaşanan büyük bir deprem Jerash’ın yıkılmasına neden olmuş.

Burası hem çok iyi korunmuş durumda olduğu için, hem de bir doğal afet sonucu boşaltıldığı için “Doğunun Pompeiisi” olarak adlandırılıyor. Pompeii’yi gezenler buranın Pompeii’ye pek benzemediğini zaten görecektir.

Ceraş Antik Kerntindeki anıtsal çeşme yani Nymphaeum (Fotoğraf: wirestock / Envanto Elements)

Jerash Antik Kentinin dikkat çekici alanlarından bir tanesi sütunlarla çevrili şehir meydanı. Dünyada bu kadar güzel korunarak günümüze ulaşmış pek fazla şehir meydanı olmadığı için eşsiz bir şey görmüş oluyorsunuz. Çok güzel korunmuş Zeus ve Artemis tapınakları, tiyatrolar, hipdrom, çeşme, hamam, market alanı gibi yapılarıyla klasik bir Roma Şehri karşılıyor sizi. En iyi korunmuş yapılardan biri olan Hadrian Kapısı, M.S 129 yılında İmparator Hadrian’ın şehre gelişini onurlandırmak için yapılmış.

Jerash Antik Kenti’nin giriş ücreti 10 JOD ama Jordan Pass kartınız varsa ücretsiz giriş yapabiliyorsunuz. İçeride 2 saatten fazla zaman geçirebilirsiniz.

Konumu için tıklayın.

4. Amman’da Gezilecek Yerler

Amman Şehir merkezinin içerisinde görülmeye değer birden fazla yer var. Hepsini ayrı ayrı anlatacağım.

Amman Citadel: Amman’ın tarihi şehir merkezi olan bu bölgede sırasıyla Asurlar, Babililer, Selefkoslar, Romalılar, Bizanslılar ve Emeviler yaşamış. Tüm bu uygarlıklardan kalan yapılar ise Amman Citadel adı veriler açık hava müzesinde gezilebiliyor. Giriş Ücreti 3 JOD ama Jordan Pass ile ek bir ücret ödemeden girilebiliyor.

Amman Citadel’a ilk girdiğinizde dikkatinizi devasa büyüklükte sütunlar çekecek. Bu sütunlar yapımı tamamlanamamış ve yapılan kısımlarının büyük bölümü yıkılmış bir Herkül Tapınağına ait. Tapınağın önünde devasa (12 metre yüksekliğinde) bir Herkül heykeli olduğu tahmin ediliyor. Bugün bu heykelin sadece parmakları kalmış durumda ama parmakların ne kadar büyük olduğunu gördüğünüzde heykelin ebatlarını daha iyi anlıyorsunuz. M.Ö 162–166 yıllarında Romalılar tarafından yapılan tapınağın yalnızca sütunları 10 metre uzunluğunda.

Amman Citadel’da farklı dönemlerde yaşamış pek çok medeniyetin izleri bulunuyor.

Tapınak kalıntılarının biraz ilerisinde küçük bir arkeoloji müzesi var. Müzeyi gezdikten sonra biraz daha ilerlerseniz Emeviler döneminden kalma yapılara ulaşıyorsunuz. Hamamın, pazaryerinin ve caminin kalıntıları görülebiliyor. İçlerinde en iyi korunmuş olan yapı ise Emevi Sarayı (Umayyad Palace). Saray’ın M.S. 724 – 743 yılları arasında, eski bir roma yapısının üzerine inşa edildiği tahmin ediliyor. Bir kiliseden dönüştürülmüş olması çok mümkün çünkü yapı Bizans kiliselerine gördüğümüz haç formuna sahip. Ben gezerken fark etmemiştim ama buranın kendi su deposu varmış ve şehrin hamamına ve tuvaletine su ikmali sağlıyormuş. Bu sarayın ön cephesine “Monumental Gateway” adı veriliyor. Yöneticilerin huzuruna çıkmayı bekleyen insanlar bu kapının önünde içeri çağırılmayı bekliyorlarmış. Sarayın ahşap çatısı sizi şaşırtabilir ancak 1900’lerin başında bu binanın ahşap bir kubbesi olduğu tahmin ediliyor. Dolayısıyla yenileme çalışmaları yapılırken o son çatı model alınmış.

Sarayın yakınlarında, iki duvarı ayakta kalmış olan yapı ise Emeviler’den kalma bir cami. M.S. 750 yılında yapıldığı tahmin edilen caminin çok yakınlarında yine süslü korint sütunlarından bir Bizans yapısı olduğunu anlayabileceğiniz başka bir yapı var. O sütunlu yapı ise Bizans döneminden kalma bir kilise.

12 metre yükseklikğe sahip Herkül heykelinden kalan devasa parmaklar.

Bu taraflarda devasa bir su kuyusu da göreceksiniz. 17 metre çapındaki bu kuyunun duvarları tam 2,5 metre kalınlığında taşlar ile örülmüş. Şehrin yağmur sularını toplayıp bu kuyuda biriktirmeye yönelik bir altyapısı varmış. Kamusal binalarla konut alanlarını birbirine bağlayan sütunlu bir caddenin kenarlarında bu su kanallarını görebiliyorsunuz.

Son olarak Amman Citadel’a çıktığınızda bütün Amman ayaklarınızın altında gibi oluyor. Yani şehrin panoramik bir manzarasını görmek için de doğru nokta burası.

Konumu için tıklayın.

Roma Tiyatrosu: Amman Citadel’ın hemen aşağısında yer alan antik tiyatro, 6000 kişilik kapasitesiyle “orta boy” büyük sayılabilecek bir Roma tiyatrosu. Tiyatro M.Ö. 138–161 yıllarında İmparator Antoninus Pius’un onuruna yapılmış ve çok güzel korunmuş durumda. Hatta şehirde düzenlenen bazı özel etkinlikler bu tiyatroda düzenleniyor.

Tiyatronun hemen iki yanında iki adet müze var. Bir tanesi Ürdün Etnografya Müzesi, diğeri ise Popüler Gelenekler Müzesi. İkisi de ufak müzeler olduğu için hızlıca gezilebiliyor.

Amman Roma Tiyatrosu (Fotoğraf: Abdullah Ghatasheh  / Pexels )

Büyük tiyatronun girişine bakan meydandan durup yüzünüzü bu tiyatroya çevirdiğinizde hemen solunuzda bir de Odeon göreceksiniz. Odeon da yine aynı tarihlerde, M.Ö. 2. yüzyılın ortalarında inşa edilmiş. 500 kişi kapasiteye sahip olan Odeon ilk inşa edildiğinde, üstünde ahşap bir çatı olduğu tahmin ediliyor. Burada tiyatro gibi etkinliklerden ziyade şehri ilgilendiren toplantılar yapılıyormuş.

Konumu için tıklayın.

Roman Nymphaeum: Nymphaeum adı Antik Yunan ve Roma’da inşa edilen anıtsal çeşmelere verilen bir isim. Burada bulunan bu anıtsal çeşmenin kalıntıları da son derece büyük ve ihtişamlı. Elbette yapıldığı dönemde üzerine bulunan heykelleri, mozaikleri ve oymaları bugün göremiyorsunuz ama kalıntılara bakıp orijinal halini gözünüzün önünde canlandırmak zor değil.

Burası Herkül Tapınağı olan tepenin eteklerinde, Roma Tiyatrosu’na ve meydana yürüme mesafesinde olduğu için aslında bu bölgeyi Antik Roma şehrinin merkezi olarak düşünmek mümkün. Roma’nın hüküm sürdüğü dönemde bu şehrin adının Philadelphia olduğunu da not düşmüş olayım. Şehir M.Ö. 3. Yüzyılın ortalarında Mısır Kralı Ptolemy II Philadelphus tarafından fethedildiğinde bu ismi almış. Romalılar da aynı ismi kullanmaya devam etmişler.

Amman’ın merkezindeki anıtsal Roma Çeşmesi Nymphaeum’un eski bir fotoğrafı. (Fotoğraf: Haupt & Binder / jordan-travel.com)

Bu çeşme ile ilgili şöyle küçük bir sorun var; çeşme yaklaşık 1 yıldır restorasyon nedeniyle kapalıymış. Öte yandan kapalı olmasına rağmen pek çok kişi çeşmeyi geziyor. Google yorumlarına biraz baktım; kapıdaki güvenlik görevlisine rica edince sizi içeri alıp gezdiriyormuş anladığım kadarıyla.

Konumu için tıklayın.

Amman Railway Station: Amman Tren istasyonu aslında aktif bir tren istasyonu değil, Hicaz Demir Yolu’nun önemli bir istasyonu olan bir açık hava müzesi. İstasyona girdiğinizde eski istasyon binasını ve eski tip buharlı trenleri görüyorsunuz. Trenlerin içlerine girip çıkabiliyorsunuz. Burada küçük bir müze de var. Müzede Hicaz Demiryolunun ne olduğunu, nasıl yapıldığını, vs. anlatan çizim ve fotoğraflar mevcut. İstasyonda geçireceğiniz toplam vakit 45 dakikayı geçmez.

Amman Tren İstasyonu’nda sergilenen trenler

Malum Hicaz Demiryolu aslında Osmanlı Devleti’ne ait bir proje. Yani burada Ürdün’ün tarihinden ziyade kendi tarihimizde bir yolculuğa çıkıyoruz. II. Abdülhamid bu tren yolunu 1900-1908 yılları arasında Şam ile Medine’yi birbirine bağlamak için inşa ettirmiş. Yol kutsal topraklara erişimi kolaylaştırsa da aslında tek işlevi bu değilmiş. Süveyş Kanalı İngilizlerin kontrolü altında olduğu için o geçişi kullanamayan tüm askeri ve ticari taşımacılıklar 1322 kilometre uzunluğundaki Hicaz Demiryolu üzerinden yapılıyormuş. Dolayısıyla o dönem için çok önemli bir yapı bu. Bu yol zaman zaman hacıları yağmalamak isteyen çetelerin hedefi olmuş. I. Dünya savaşı sırasında ayaklanan Arap’lar yolu kullanılmayacak hale getirdiklerinden Hicaz Demiryolu tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş.

İşte bu gezdiğimiz İstasyon, Tarihi Hicaz Demiryolu istasyonunun önemli duraklarından bir tanesi. İçerideki trenler muhtemelen Hicaz Demiryolu’nda kullanılmış orijinal terenler değiller çünkü yapım tarihi 1950’li yıllara denk gelenler var. Yine de aynı tarz, aynı teknoloji ve dekora sahip buharlı trenler olduğunu tahmin ediyorum. Özellikle eski tip “birinci sınıf” vagon görmek çok keyifliydi.
Konumu için tıklayın.

Amman Trenyolu’nda içerisine girip gezebildiğiniz trenlerden birinin 1. sınıf vagonu.

The Jordan Museum: Ürdün Müzesi Amman’ın merkezinde bulunsa da gezilecek diğer yerlere yürüme mesafesinde değil. Bu yüzden yürüyerek yapacağınız şehir turuna başlamadan önce gezmenizde fayda var.

Müzede Ürdün’ün tarihi ve burada yaşamış, gelip geçmiş medeniyeler hakkında bilgiler var. Etkileşimli araçlarla birlikte Ürdün’ü neolitik çağ’dan alıp modern çağa kadar anlatmışlar. Ülkenin en önemli arkeolojik buluntularını da bu müzede sergilemeyi tercih etmişler. Örneğin “Ölüdeniz Yazmaları” (Dead Sea scrolls) olarak bilinen ve semavi dinlere ait en eski yazılı kaynak kabul edilen yazmaların bir kısmı bu müzede sergileniyor. Bu yazmalar M.Ö. 3 yüzyıllar M.S. 1. yüzyıl arasında yazılmışlar ve daha sonra Ölüdeniz kıyılarındaki mağaralara gizlenmişler. Yahudi inancının temelini oluşturdukları için çoğu İsrail’in elinde olsa da en sıra dışı parçalardan biri, yani kağıt yerine metal bir plakaya işlenmiş olan yazıt Amman’da bulunan Ürdün Müzesinde sergileniyor.

Ürdün Müzesindeki heykellerden biri (Fotoğraf: Makeandtoss / Wikimedia Commons)

Müzedeki ilginç parçalardan bir diğeri ise Ain Ghazal Heykeli. Bu heykel bugüne kadar bulunmuş en gerçek boyutlu eski insan heykellerinden bir tanesi. (Bundan eski tek heykel Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Urda Adamı Heykeli diye biliyorum) Bu heykellerin yaklaşık 9000 yaşında olduğu tahmin ediliyor.

Müze’nin giriş ücreti 5 JOD ve burada Jordan Pass geçerli değil.
Konumu için tıklayın.

5. Ölüdeniz (Lut Gölü)

Ürdün ve İsrail’in sınırını birbirinden ayıran bu devasa göle Lut Gölü de deniliyor çünkü kutsal kitaplarda adı geçen Sodom ve Gomora kentlerinin bu gölün hemen güneyinde yer aldığı düşünülüyor. Yani sapkınlıkları nedeniyle helak edildiğine inanılan Lut Kavmi bu topraklarda yaşıyormuş. Yalnız Ürdünlüler “lanetlenen kentler” çağrışımı yaptığı için bu adı pek sevmiyormuş galiba. Bugün Sodom dağının eteklerinde trekking yapan kişiler var ama çorak topraklardan başka hiçbir şey yok.

Ölüdeniz’de günbatımı (otelden)

Ölüdeniz, yeryüzünün en alçak gölü olma özelliğini taşıyor. Deniz seviyesinden 430 metre daha alçakta yer alan bu göl aynı zamanda dünyanın en tuzlu sularından bir tanesi olma özelliğine sahip. Zaten buraya “ölüdeniz” denilmesinin sebebi de tuz seviyesi ile ilgili. Bu su o kadar tuzlu ki içerisinde hiçbir bitki ya da su canlısı yaşayamıyor.

Öldeniz’in tuz oranı yaklaşık 3’te 1 civarında. Yani her kilogram suyun 342 gramı tuz. Bu da suyun içerisinde yüzmeyi imkânsız hale getiriyor. Suyun kaldırma kuvveti sizi yüzeye doğru ittirdiği için sadece suyun üzerinde süzülebiliyorsunuz. Bu nedenle Ölüdeniz’e girmek gerçekten garip bir deneyim. Yerçekimi tersine işliyormuş gibi bir his.

Ölüdeniz’e gitmenin tek nedeni o garip yüzememe hissini yaşamak değil. Suyun cilde iyi geldiğine inanılıyor zira bu suda bulunan tek mineral tuz değil tabii ki. Sudan çıktığınızda gerçekten cildinizin farklılaştığını hissediyorsunuz. Sanki peeling yapmış gibi bir yumuşaklık oluyor ama bu etkinin kalıcı olduğunu pek zannetmiyorum. Bu taraflardan Ölüdeniz’in tuzlu banyo tuzu satan pek çok dükkan var. Ben aldım ve gerçekten benzer bir his yarattığını söyleyebilirim. Ölüdeniz’den çıkarılan kil ile çamur banyosu yapmak da mümkün.

Ölüdeniz’deki otellerde suya girebileceğiniz bölyle alanlar mevcut. Sağ taraftaki çanağın içerisinde ise kil vardı.

Burada suya girerken yüzünüze su gelmemesine çok dikkat edin. Burnunuza ya da gözlerinize temas ederse çok kötü yakar. Çocuklar bu konuda pek otokontrol sahibi olamayacağı için çocukla gidilmemesi gerekiyor bence. Ayrıca vücudunuzda büyük bir yara varsa da girmenizi tavsiye etmem çünkü küçücük bir sivrisinek ısırığı yarası bile keyfinizi kaçıracak kadar acı verebiliyor tuzdan yandığı için.

Peki Ölüdeniz’e nasıl giriyoruz? Benim önerim kendi plajı olan bir otelde konaklamanız. Böylece duşunuz, şezlongunuz, her şeyiniz elinizin altında olur. Çamur banyosu için hazırlanmış kil bile vardı bizim otelimizde. Diğer alternatifiniz halk plajlarına gitmek ama bu plajlarda giriş ücreti olmasına rağmen duş alma ya da giyinme imkanı olmayanlar varmış. Ben olsam o tuzdan çıkıp duş alamama riskini almam açıkçası.

6. Nebo Dağı

Nebo dağı aslında dinler tarihine meraklı kişilerin ilgisini çekebilecek bir yer çünkü dağın en önemli özelliği İncil’de geçen bir mekan olması. Yazılana göre Hz. Musa’ya vadedilmiş topraklar bu dağın tepesinden gösterilmiş. Ayrıca Musa Peygamber son günlerini bu dağda geçirmiş ve burada vefat etmiş. Bu nedenle Nebo Dağı çok kutsal bir yer olarak kabul ediliyor. Hatta Papa II. John Paul de, XVI. Benedict’de ziyaret etmiş burayı. II. John Paul buradaki tarihi kilisenin yanına bir Zeytin ağacı da dikmiş dinlerin kardeşliğini ve barışı vurgulamak için.

Nebo Dağı’ında Vaadedilmiş Toprakların peygambere gösterildiğine inanılan yer (Fotoğraf: GettyImages)

Nebo Dağı’na çıktığınızda göreceğiniz başlıca şeylerden bir tanesi Hz. Musa’nın vadedilmiş topraklara baktığına inanılan yer. Buraya yönleri gösteren bir tabela koymuşlar ve hava puslu değilse İsrail’i görebiliyorsunuz.

Manzara terasından bir de heykel göreceksiniz. İtalyan bir heykeltraş tarafından yapılan “Brazen Serpent” heykeli ise Musa Peygamber’in bir mucizesine atıf yapıyor. Anlatılana göre Musa Firavundan kaçarken insanları yaban arazilerine çıkardığında pek çok kişi yılanlar tarafından ısırılarak ölüyor. Tanrı Hz. Musa’dan bronz bir yılan heykeli yaparak asasına asmasını istiyor. Asadaki heykele yılan ısırığını iyileştirme gücü bahşediyor ve bu yılana bakanlar iyileşiyor. Yahudiler bu sembole çok büyük bir önem veriyormuş çünkü hayatta kalabilmiş olmalarını o mucizeye bağlıyorlarmış.

Brazen Serpent Heykeli

Burada göreceğiniz bir diğer şey ise Bizans döneminden kalma tarihi bir kilise. İçerisinde ise çok güzel mozaikler var. M.S. 4. Yüzyılın ortalarında yapılan kilise Hz. Musa’nın öldüğü düşünülen yere, onu onurlandırmak için yapılmış. 5. yüzyılda ise bazı eklentiler yapılarak büyütülmüş. 16 yüzyılda tamamen terk edilmiş unutulmuş olan yapı 1900’lü yıllarda yeniden keşfedilip ziyarete açılmış.

Nebo Dağo’na girişte Jordan Pass geçerli değil, dolayısıyla 2 JOD’Luk bir giriş ücreti ödemek gerekiyor. Burası kutsal bir yer sayıldığı için giyim kuşama da dikkat etmek gerekiyor.

Nebo Dağındaki mozaikli kilise

Haritalı gezi rehberinde de dediğim gibi, bu konulara özel bir ilginiz yoksa öyle mutlaka görülmesi gereken bir değil. Yine de tam Ölüdeniz – Petra yolu üzerinde kaldığı için uğramaktan bir zarar gelmez. Zaten yaklaşık 45 dakikanızı buraya ayırmanız yeter

7. Medeba

Medeba da yine olmazsa olmaz diyemeyeceğim, ama tam yol üzerinde olduğu için uğranabilecek bir şehir. Saatlerce kesintisiz araba kullanmak yerine durup dünyanın en eski mozaik haritasını görmek için güzel bir fırsat. Medeba’da uğrayabileceğiniz iki yer bulunuyor:
Saint George Bazilikası: Dünyanın en eski mozaik haritası ve aynı zamanda dünyanın en eski “dini haritası” olarak kabul edilen Medeba Haritası Saint George Bazilikasında bulunuyor. İçeride görecek fazla bir şey yok, haritaya bakıp çıkıyorsunuz. Haritanın günümüze kalan kısmı 16 x 5 metrelik bir alanı kaplasa da, yapıldığı dönemlerde 21 metreye 7 metrelik bir büyüklüğe sahipmiş. Harita M.S. 6. yüzyılda yapılmış.

Medeba Haritası Lübnan, Mısır, Filistin, İsrail ve Ürdün’ün bulunduğu geniş bir coğrafyayı kapsıyor ve bu bölgede bulunan şehirleri, kutsal yapıları ve kutsal kitaplarda bahsedilen yerleri gösteriyor. Tabii çok isabetli bir harita olmadığı için nerenin nereye denk geldiğini yalnızca bakarak anlamak biraz zor. Yine de o dönemin coğrafya bilgisini, dini bakış açısını ve sanatsal ifadesin tek bir cisimde toplandığı için çok önemli bir mozaik aslında. Eğer buraya uğramak yerine yüksek çözünürlüklü bir çizimine bakmak isterseniz şu linke tıklayarak bakabilirsiniz)

Medeba Haritası yine adı Saint George olan yıkılmış eski biz Bizans Kilisesinin içerisinde bulunmuş. Daha sonra yeni yapılan bu Sait George kilisesinde sergilenmeye başlamış. Burada Jordan Pass geçiyor mu, ücret ödedik mi, o kısmını hiç hatırlamıyorum ne yazık ki. Google Maps’e bu adı yazdığınızda haritada görünmese de kilisenin tam konumu burası.

Madaba Archaeological Park: Madaba’da görmeye değer olduğunu düşündüğüm bir diğer yer ise Madaba Arkeoloji Parkı. Burada çeşitli kiliselerde bulunmuş tarihi Bizans Mozaikleri sergileniyor. Elbette Gaziantep, Şanlıurfa ya da Hatay’da gördüklerimiz kadar baş döndürücü mozaikler değil ama yine de gezmesi keyifli. Zaten yarım saatte gezilip görülebilecek küçük bir yer. Jordan Pass’iniz varsa ekstra bir ücret ödemeden görebilirsiniz. Konum olarak da Saint George Bazilikasına yürüme mesafesinde.

Konumu için tıklayın.

8. Kerak Kalesi (Kerek Kalesi)

Kerak Kalesi 1140’lı yıllarda Haçlılar tarafından yaptırılmış, oldukça büyük bir Haçlı kalesidir. Kale, 1099’da I. Haçlı Seferi’nden sonra Katolikler tarafından kurulan Kudüs Latin Krallığını korumak için dönemin ticaret yollarını kontrol eden bir noktaya kurulmuş. Aslında ilk başta birkaç gözetme kulesinden ibaretmiş ama Haçlı Ordularıyla Araplar arasındaki gerilim artınca büyütülerek kaleye çevrilmiş.

Karak Kalesi (Fotoğraf: Leonid Andronov / Canva)

Selahaddin Eyyubi bu kaleye 3 kere saldırmış (1183, 1884 ve 1884 yıllarında) ve üçüncü saldırısında ele geçirmeyi başarmış. Böylece kale Eyyübilerin kontrolü altına girmiş. Kale 1249 yılına kadar Eyyübilerde kalmış ancak sonrasında Mısır, Memlükler ve Osmanlılar arasında el değiştirmiş.

Kerak Kalesi büyük bir kale olduğu için burada yaklaşık 2 saatinizi geçirebilirsiniz. Jordan Pass’iniz varsa ekstra bir ücret ödemeden girebilirsiniz. Ben bu kaleyi gezme fırsatı bulamadığım için çok fazla ayrıntıya giremiyorum ama gezen kişilerin gezmeye değer bulduklarını not düşmüş olayım.
Konumu için tıklayın.

Karak Kalesi’nin içerisindeki tüneller (Fotoğtaf: GettyImages)

Ürdün’de Ne Yenir?

Ürdün mutfağındaki yemeklerin çoğu aslında tanıdığımız yemekler ama küçük farklılıklarla pişirildikleri için tatları alıştığımızdan biraz daha farklı olabiliyor.

Bizim meze olarak tükettiğimiz pek çok şey de Ürdün mutfağında önemli yer tutuyor. Örneğin Humus çok sık tüketiliyor. Benim babaganuş zannettiğim bir patlıcan mezesi vardı ama sanırım onun adı mütebbelmiş. Lavaş tarzı geleneksel ekmeklerle meze ve salataların keyfini çıkarabilirsiniz. Turşu ve yoğurt gibi alışıldık lezzetler de her yerde bulunuyor.

Ana yemek olarak sayabileceğim yerel yemeklerinin başında Mansaf gekiyor. Mansaf bademli pilav üzerinde servis edilen soslu koyun eti diyebilirim. Benzer bir yemek olan maklube ise yine ot veya kuruyemişlerle tatlandırılmış bir etli pilav yemeği. Ayrıca falafel, dürüm yapılmış bir kebap cinsi olan şavurma ve şiş kebap da her yerde bulabileceğiniz Ürdün yemeklerinden bazıları.

Temsili Mansaf fotoğrafı. Ben hiç fotoğrafını çekmediğim için stok fotoğraf kullandım, o yüzden gerçek olamayacak kadar muntazam görünüyor her şey ama ana fikri anladınız. (Fotoğraf: motghnit / Envanto Elements)

Ürdün’de zahter çok kullanılıyor. Bizim gibi sadece kahvaltıda ekmek banmalık kullanmıyorlar zahteri. Pek çok yemekte aromayı veren baskın baharat olarak kullanılıyor.

Tatlı olarak da çok tanıdık bir lezzetler var; künefe, kadayıf ve helva! Sanıyorum baklava da sık tüketiliyormuş ama ben denk geldiğimi hatırlayamadım.

İçecek olarak en çok çay tüketiliyor. Buradaki çay genellikle şekerli ve nane aromalı olarak servis ediliyor. Nane çayı da diyorlar bu geleneksel çaylarına. Türk kahvesi de Ürdün’de sık tüketilen bir içecek.

Ben yemeklerimin çoğunu otellerde yediğim için çok fazla mekan öneremiyorum ama memnun kaldıklarımı aşağıda bulabilirsiniz:

Amman’da nerede ne yenir?

Amman’da fine diningden yerel ev yemekleri satan salaş restoranlara uzanan pek çok yemek seçeneği var. Restoran konusunu çok araştırmadığım için kimseyi yanlış yönlendirmek istemiyorum ama buradaki iki meşhur mekandan bahsedeceğim. Amman’ın çok meşhur bir falafelcisi ve künefecisi var. İkisini de deneyip memnun kaldığım için paylaşıyorum:

Falafel: Amman’ın en meşhur falafelcisi Hashem Restaurant. Gerçekten de söylendiği kadar var, hayatımda yediğim en lezzetli falafeldi. Türkiye’de böyle falafel yapan bir yer bulsam haftada 2-3 kere falafel yerim. Konum olarak da gezilecek yerlere yürüme mesafesinde olması bir avantaj.
Konumu için tıklayın.

Hashem Restaurant’tan böyle ekmek arası tadımlık Falafel de alabilirsiniz.

Künefe: Habibah Sweets Amman’ın meşhur tatlıcısı. Özellikle künefesi meşhur olan mekanın önünde çok uzun sıralar oluyor ama sıra hızlı ilerliyor. Künefe bizdeki künefenin biraz daha hafif, daha az şekerli olanı diyebilirim.
Konumu için tıklayın. Habibah Sweets

Petra’da nerede yemek yenir?

Petrada’ki restoranları araştırıp özel bir yer seçip gitmedim açıkçası ama götürüldüğüm yerden gayet memnun kaldığım için tavsiye ediyorum.

Açık Büfe: Alqantarah Restaurant açık büfe servis veren bir restoran. Çeşit gerçekten çok fazla. Böyle olunca da bir sürü yemeği, tatlıyı, mezeyi deneyebiliyorsunuz. Malum Petra’yı gezmek çok yorucu olduğu için bugün tıka basa yemek isteyebilirsiniz. Yemekler lezzetli ve fiyatlar makul olunca tavsiye etmeden geçemedim.

Konumu için tıklayın. https://maps.app.goo.gl/KhXfwzfuMjktZXFR9

Al Qantarah Restoranda açık büfe çok fazla çeşit var. (Fotoğraf: Tripadvisor)

Ürdün’de Nerede Konaklanır?

Amman Otelleri

Amman’da gezilecek bölgelerin çoğu birbirine yakın olduğu için gezilecek bölgelere yakın konaklarsanız arabaya ya da taksiye binip korkunç Amman trafiğini çekme derdinden kurtulabilirsiniz. Amman’da trafiğin İstanbul’un iş çıkış saati ayarında olduğunu söylemiş miydim?

Benim Amman’da konakladığım otel tam bir hayal kırıklığıydı ne yazık ki. Aslında bölgenin en yüksek puanlı otellerinden biriydi ama öylesine eskimiş, yıpranmış ve kalitesizleşmiş ki artık gidilmez. Bu yüzden size kendi kaldığım oteli öneremiyorum ama hem konumu hem de yorumları çok güzel olan birkaç otel önerisi hazırladım:

Amman Şehri (Fotoğraf: wirestock / Envanto Elements)

Landmark Amman Hotel & Conference Center: Burası gezilecek yerlere yürüme mesafesinde olmasa da oldukça yakın, 5 yıldızlı bir otel. Fiyatı ucuz değil ama uçuk da değil. Amman’ın en yüksek puanlı otellerinden bir tanesi olduğu için en mantıklı konaklama seçeneklerinden bir tanesi gibi görünüyor.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın.

InterContinental Jordan: Biraz pahalı olmasına karşın gezilecek yerlere yürüme mesafesinde konaklayabileceğiniz kaliteli otellerin başında Intercontinental geliyor. 5 yıldızlı, havuzlu, gayet güzel bir otel. Bütçeniz varsa değerlendirin derim.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın. 

Seas Otel Amman: Eğer mümkün olduğunca uygun fiyatlı bir otelde kalmak istiyorsanız Seas Otel’e de bir göz atabilirsiniz. Burası 3 yıldızlı, temiz, güzel ve konforlu bir otel. Gezilecek yerlere 5-6 km mesafede olması tek eksisi gibi görünüyor.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın. 

Petra (Wadi Musa) Otelleri:

Petra Antik Kenti’nin bulunduğu Wadi Musa kasabasında yapılacak pek fazla bir şey olmadığı için otelinizi Petra Antik Kenti’ne yakın tutmanızda fayda var. Özellikle de Petra’yı 2 gün gezecekseniz ya da Peyta by Night’a katılacaksanız, Petra Antik Kentine yürüme mesafesinde bir otel seçmenizi öneririm. Zaten bu bölgede çok güzel oteller var.

Bubble otel tarzı otelleri hiç boşuna önermiyorum çünkü zaten Wadi Rum’da o tarz bir otelde kalırsınız. Bugün Petra’yı gezdikten sonra güzel bir duş alıp yumuşak bir yatakta uyumak isteyeceksiniz. Petra’da kendi kaldığım otelden memnun kaldığım için öncelikle kendi kaldığım oteli yazdım. Ek olarak birkaç alternatif daha ekledim tabii.

Petra Guest House: Petra Antik Kenti’nin hemen yanında, Petra’ya yürüyerek 5 dakikada ulaşmanızı sağlayan muhteşem bir konumu var. Otel şık, odalar konforlu, yemekler güzel. Eksisi ne derseniz Petra’daki diğer otellerden belirgin şekilde pahalı olduğunu söyleyebilirim. Akşam yemeği de dahil konaklarsanız benzer otellerin iki katı bir fiyata denk geliyor. Bence değer ama yine de karar sizin tabii.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın.

Petra Guest House Otel (Fotoğraf: booking.com)

Mövenpick Resort Petra: Petra Guest House gibi Antik kente yürüme mesafesinde yer alan Mövenpick Resort 5 yıldızlı, daha lüks ve daha şık bir otel. Fiyat olaraksa Petra Guest Hose ile hemen hemen aynı banttaymış. Kaliteli bir otelde konaklamak istiyorsanız gözden kaçmaması gereken bir seçenek.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın.

Petra Moon Luxury Hotel: Petra Antik Kenti’ne yürüme mesafesinde, 5 yıldızlı, havuzlu, kaliteli bir otelde servet ödemeden kalmak için Petra Moon Luxury Hotel’i tercih edebilirsiniz. Kahvaltı dahil fiyatları diğer lüks otellerin yarısı kadar ve otelin yorumları gayet olumlu.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın. 

Petra Plaza Hotel: Gayet uygun fiyatlı bir otel olan Petra Plaza Otel, çok olumlu yorumlar almış, otel satış sitelerindeki en yüksek puanlara sahip otellerden bir tanesi. Buradan Perta’ya yürümek çok kolay olmayabilir ama kesinlikle fiyat/performans oteli.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın.

Wadi Rum

Wadi Rum’da “Bubble Hotel” ya da “kapsül otel” denilen şeffaf yuvarlak çadırlarda ya da bedevi çadırı tarzı otantik çadır otellerinde kalabilirsiniz. Buradaki Bubble Hotel’lere “Martian Tent” yani “Marslı Çadırı” de deniliyor. Bazı otellerde birden çok çadır tipi olduğu için hangisini seçtiğinize dikkat edin. Seçenek bol olduğu gibi fiyat bandı da geniş. Diğer şehirlerde olduğu gibi pahalıdan ucuza sıralıyorum.

Wadi Rum Bubble Luxotel: Bildiğim kadarıyla burası Wadi Rum’un en lüks ve en pahalı otellerinden bir tanesi. Yorumlarını ve fotoğraflarını incelediğimde insanların oldukça memnun kaldığını gördüm. Normalde bubble hotel’ler 1-2 odalı oluyor ama bu otelde 3 bubble’ı birleştirip 2 oda bir banyo yapmışlar. Aradaki fiyat farkının önemli bir nedeni de alanı geniş tutmaları olabilir. Ferahlık önemli çünkü bubble otelde konaklamayı klostrofobik bulan pek çok kişi var.
Çölde gecelemek insanın hayatında bir kez yapacağı bir şey olduğu için o paraya değebilir ama yine de epey pahalı olduğunu söyleyeyim.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın. 

Wadi Rum’da bulunan en lüks kapsül otellerden biri; Wadi Rum Bubble Luxotel. (Fotoğraf: Booking.com)

The Villas – Bedouin Boutique Resort: Bu otel “Ben kapsülde falan kalamam neyse parası vereyim otantik ama güzel bir otelde kalayım” diyenler için ideal bir otel. Pahalı bir otel olduğunu en başta söyleyeyim ama Wadi Rum’u hayatta bir kez yapılacaklar kategorisine soktuğum için biraz pahalı öneriler yapmaktan alıkoyamadım kendimi. Burası küçük villalardan oluşuyor ve normal bir otel konforunda çölde konaklamanızı sağlıyor.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın.

Wadi Rum UFO Luxotel: Burası da üst segment kaliteli bir bubble otel olmasına karşın fiyatları en başa yazdığım Bubble Luxotel’den çok daha uygun. Tuvaleti ikinci bir kapsüle koydukları için bu otellin de nispeten daha az klostrofobik olduğunu söyleyebilirim. Gayet kalınası bir otele benziyor.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın. 

Panorama Wadi Rum: Belirli bir kalitenin üzerindeki bubble oteller arasında fiyatı gayet makul olan otellerden bir tanesi Panorama Wadi Rum. Burası bölgenin en popüler bubble otellerinden bir tanesi. Otelin yorumlarını ve puanlarını da kontrol ettim, gidenler gayet memnun kalmışlar.
Bu otelde çadır süsü verilmiş dümdüz odalar da var, martian tent denilen bubble odalar da var. Seçiminizi yaparken doğru oda tipini seçtiğinize emin olun.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın. 

Ölüdeniz:

Ölüdeniz’de kendi plajı olan bir otelde kalmanızı tavsiye ederim. Gidebileceğiniz halk plajları da var tabiiki ama şemsiye, duş, önceden hazırlanmış çamur gibi şeyler bu deneyimi daha konforlu hale getiriyor.

Crowne Plaza Jordan Dead Sea: Burası Ölüdeniz’de benim kaldığım otel. Tam dinlenip keyif yapmalık, gayet şık ve konforlu bir otel. Otelin Ölüdeniz kıyısında kendi plajı var. Plaja çamur banyosu için kil de koymuşlar. Şezlonglara uzanıp güneşlenebiliyorsunuz. Otelin kocaman havuzları da var. Her şey dört dörtlüktü bence. O yüzden ben bu oteli gönül rahatlığıyla öneriyorum:
Ayrıntılı bilgi için tıklayın.

Benim konakladığım Crowne Plaza Jordan Dead Sea Otelin Havuz alanı.

Hilton Dead Sea Resort: Fiyat performans olarak en iyi otel Hilton Dead Sea olabilir. Burası Crowne Plaza’dan bir tık ucuz, alıştığımız Hilton kalitesinde, güzel bir otel. Plaja yakın ve havuzları var dolayısıyla keyfini çıkarabileceğiniz bir yer.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın.

East hotel: Ölüdeniz’e kıyısı olan oteller arasında en uygun fiyatlı olanlardan bir tanesi Great East Otel. Olanaklar açısından güzel bir otele benziyor ama yorumlarını okurken zaman zaman yemeklerin tazeliği ile ilgili şikayetler yazıldığını gördüm. Tercih sizin.
Ayrıntılı bilgi için tıklayın.  

Ürdün’den Ne Alınır?

Malum Ürdün pahalı bir ülke. Bu yüzden de öyle alışverişe çıkıp çantaları doldurmalık bir ortam yok. “Gitmişken Ürdün’e özgü birkaç şey alayım” diyorsanız bu liste sizler için:

Ürdün’den zahter alabilirsiniz. Geleneksel mutfağın ayrılmaz bir parçası olduğu için zahterin onlarca çeşidi var. Kullanım amacınıza ya da damak zevkinize göre dilediğinizi seçebilirsiniz. Kurutulmuş hurma çeşitleri de sıklıkla karşınıza çıkacak. Çikolata kaplı hurma gibi tatlılara bir şans verebilirsiniz.

Ürdün’de şişelerin içerisine doldurulmuş renkli kumlarla resim oluşturma işi çok yaygın. Bu resimler anahtarlık ya da biblo niyetine kullanılabilen hediyelik eşyalar olarak satılıyor. Şişelerin içerisindeki desenler tamamen el emeği olduğu için hoş bir hediye olacaktır.

Ürdün’den alabileceğiniz şişelenmiş kum resimleri (Fotoğraf: wizardrebel / Envanto Elements )

Ölüdeniz’den banyo tuzu alabilirsiniz. Ölüdeniz’e girip çıktıktan sonra cildinizde oluşan o yumuşaklık hissini veriyorlar gerçekten. Hatta aklınıza gelen her türlü tuz ürününü buradan satın alabilirsiniz. Yine Ölüdeniz’den çıkarılan çamurdan yapılmış kil maskeleri de satılıyor ama hangi markaya güvenilir bilemediğim için ben almaya cesaret edemedim.

Burada “Stone of Jordan” dedikleri ama asıl adı goldstone olan, içinde simler varmış gibi görünen taş parçaları da satıyorlar. Bu taşlar aslında doğal taşlar değiller. Bir çeşit cam sayılabilirler. Yine de hoş göründükleri için bu taşlardan yapılmış hediyelik eşyalar almayı düşünebilirsiniz.