24 Tem, 2024

/

/

Barselona Gezi Rehberi ve Gezilecek Yerler

Barselona’da Gezilecek Yerler ve Haritalı Gezi Rotası

Barselona her zevke hitap eden, gezmesi çok keyifli bir şehir. Sanat, tarih, mimari, deniz, kum, güneş, gastronomi veya gece hayatı… Antoni Gaudí ve Lluis Domenech i Montaner gibi efsane mimarların büyüleyici eserleri, Pablo Picasso ve Joan Miró gibi sanatçıların eserlerine ev sahipliği yapan müzeleri, eski şehir merkezindeki tarihi yapıları, deniz ürünleri ağırlıklı enfes mutfağı, plajları ve hareketli sokakları ile “iyi ki gelmişim” dedirten bir yer! Barselona’da gezilecek yerlere ve ipuçlarına geçmeden önce kısaca Barselona’yı tanımakta fayda var.

Barserlona'nın sembolü La Sagrada Familia

La Sagrada Familia Bazilikası

Barselona Hakkında

Genellikle Barselona’yı bir İspanyol şehri olarak düşünsek de, aslında burası Katalonya Özerk Bölgesi’nin başkentidir. Yani burada yaşayan insanların çoğu İspanyolca değil Katalanca konuşur; kendilerini Katalan olarak tanımlarlar. Elbette aynı coğrafyada yaşayan insanlar oldukları için birbirlerinden çok da farklı değiller ancak bazı kültürel, ekonomik ve siyasi farklılıkları var. Örneğin boğa güreşi İspanyol kültürünün önemli bir parçasıyken, Katalan parlamentosu bu bölgede yapılan boğa güreşlerini 2011 yılında yasaklamış.

Barselona’nın bilinen tarihi yaklaşık 2000 yıl öncesine uzanıyor. İlk kayıtlara göre Barselona, Roma İmparatorluğu tarafından “dinlenme tesisi” gibi kullanılıyor. Güneydeki önemli bölgelere açılan bir kapı, askeri ve lojistik üssü olarak işlev görüyor. Yerleşim zamanla büyüyor ve önce Vizigotlara geçiyor. Çok detaya girmeden kabaca anlatmak gerekirse Barcelona uzun süre Aragon krallığı tarafından yönetiliyor ve sonra veraset yoluyla İspanya Monarşisi’ne bağlanıyor. 1850’lerde endüstri ve ticaret merkezi haline geliyor. Bu dönemde hem nüfus hem de olanaklar açısından hızla büyüyüp gelişiyor. Araştırmak isterseniz 1888 Dünya Fuarı, İspanya İç Savaşı, ayaklanmalar ve 1992 Olimpiyatları, şehri hem fiziksel hem de kültürel olarak değiştiren önemli olaylar arasında yer alıyor.

Plaça Catalunya (Katalonya Meydanı)

Barselona’yı Gezerken Dikkat Edilmesi Gerekenler

Biletlerinizi Önceden Alın: Otelinizi ve gezeceğiniz yerlerin biletlerini erkenden almazsanız yer bulmakta zorlanabilirsiniz. Özellikle Sagrada Família ve Park Güell gibi popüler noktalara kapıdan bilet alarak girme şansınız yok. Giriş biletleri mevsime göre günler hatta haftalar öncesinden tükenebiliyor.
Biletlerinizi her zaman müzenin resmî sitesinden almaya dikkat edin. Ne yazık ki internette sahte bilet satan siteler varmış ve pek çok gezgin sahte biletle kapıda kalıyormuş. En ucuz biletleri arıyorsanız yine müzelerin resmi sitelerinde bulacaksınız çünkü aracı siteler biletleri komisyon ekleyerek satıyorlar.

Barcelona Pahalı mı? Konaklama ve giriş ücretleri İskandinav ülkeleri hariç diğer Avrupa şehirlerine kıyasla daha yüksek ve şehrin tadını çıkarmak için biraz kesenin ağzını açmak gerekiyor. Giriş biletleri ortalama 10€-30€ arasında, lüks olmayan ama güzel bir akşam yemeği 20-30€ ve gecelik otel fiyatları 150 € civarında. Barcelona’da Euro geçiyor ve hemen hemen her yerde kredi kartı ile ödeme yapabiliyorsunuz.
Geziyi biraz daha ucuza getirmek için alabileceğiniz şehir kartları ve ulaşım kartları var. Örneğin Go City kartına 45 yerin giriş ücreti dahil. Bu kartı aldım tüm bilet derdim çözüldü diye düşünmeyin, bazı yerlere önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor ve bu sunulan rezervasyon saatleri müzelerin resmi sitelerinde sunulanlar kadar esnek olmayabiliyor. Bir de Barcelona Card var. Buna bazı müzeler dahil, bazılarında indirim var ve toplu taşımayı ücretsiz yapıyor. Eğer giriş ücreti pahalı yerleri arka arkaya gezecekseniz bu kartları almak avantajlı oluyor. Kart almadan önce mutlaka gezeceğiniz yerleri ve giriş ücretlerini listeleyin. Eğer gezeceğiniz yerler, kartların avantaj sağladığı yerlerle uyuşmuyorsa boşuna para harcamıl olursunuz. Ücretlere kartın sitesinden değil müzenin resmi sitelerinden bakın ve kararınızı ona göre verin.

Musluk suyu içilir mi? Bu soruya net bir yanıt veremiyorum. İnternette içildiği yazıyor ama orada yaşayan birilerine sorduğumuzda “içmeseniz daha iyi” dedi. Bir kişi de “oteldeki musluktan akanı içebilirsiniz ama sokaktaki musluklardan su içmeyin” dedi. Biz içmeye cesaret edemedik.

Barselona güvenli mi? Barselona’nın nesi meşhur dendiğinde sayılabilecekler arasında yankesicileri de yer alıyor ne yazık ki. Telefonunuzu ve cüzdanınızı arka cebinizde ya da sırt çantanıza taşımayın ya da masanın üzerinde bırakmayın. Metroya binerken mutlaka çantanızı önünüze alın. Çanta ve poşetlerinizi masa altı gibi görmediğiniz yerlere bırakmayın. Bunlara dikkat ettiğiniz zaman bir sıkıntı yaşama ihtimaliniz çok düşüyor. Öte yandan gasp gibi şiddet içeren suçlar nadir görünüyor, bunun için endişelenmenize gerek yok. Yine de El Raval’ın iç kısımlarından uzak durmanızı tavsiye ederim.

Barcelona’ya Ne Zaman Gidilir?
Eğer Barcelona’dan beklentiniz denizin ve güneşin tadını çıkarmaksa yaz aylarında gidebilirsiniz ancak bol bol gezmek istiyorsanız yaz ayları iyi bir tercih olmayabilir. Nemin de etkisiyle Temmuz ve Ağustos aylarında sıcaklık bunaltıcı olabiliyor. Bence Nisan, Mayıs, Haziran, Ekim ve Kasım ayları Barselona’yı keyifle gezmek için en ideal zaman.
Barselona dünyaca ünlü müzisyenlerin dünya turnelerinde sıklıkla uğradığı şehirlerden bir tanesi. Seyahat tarihlerinizi kesinleştirmeden önce gelecek konserlere göz atmak isteyebilirsiniz. Böylece denk gelmek istediğiniz bir etkinliğe göre plan yapabilirsiniz. Şehirde düzenlenen bazı festivaller ise şu şekilde:
Barselona Karnavalı: Karnavalın başlangıç tarihi yıla göre 4 Şubat ile 10 Mart arasında değişebiliyor. Bir hafta süren karnavala Roma döneminden kalma gelenekler (Festival kralının geçişi, sardalya cenazesinin canlandırılması vb.) görülebilir. Zaten karnaval demek renkli kostümler, geçit törenleri, dans ve eğlence demek!
Sant Medir (Şeker Festivali): 3 Mart’ta, Gràcia bölgesinde düzenleniyor. Bando, at arabaları ve jonglörlerin katıldığı bir geçit töreni ve bolca şeker içeren bu festival çocuklar için bir cennet olmanın yanı sıra yetişkinler için de keyifli bir deneyim.
Castellers: Katalanlar için geleneksel bir değer taşıyan “birbirinin omuzlarına çıkarak insan kulesi kurma” gösterileri ayda 2-3 kez kalka açık bir şekilde çeşitli meydanlarda düzenleniyor. Farklı takımların güncel gösteri tarihleri var bu yüzden seyahatiniz yaklaşırken güncel tarihlere bakmanız en sağlıklısı olur.
La Mercè Festivali: Eylül ayının 3. haftasında başlayan festival yüzlerce yıldır düzenleniyor ve bir hafta boyunca dev figürlerin geçit töreni, insan kuleleri, ateş ve ışık gösterileri gibi pek çok etkinliğe ev sahipliği yapıyor.

4 Günlük Haritalı Barselona Gezi Rehberi

Herkesin keyif aldığı şeyler ve gezme stili farklıdır ama bana göre Barselona’yı doya doya gezmek için 4 gün, “bir tadına bakıp çıkayım” diyenler içinse 3 gün gerekiyor. Buraya kendi gezdiğime çok yakın bir Barselona tur programı bırakıyorum. Tur programında bahsettiğim yerlerin nasıl gezileceğine ilişkin pratik bilgiler var ancak bu yerler hakkında çok daha detaylı bilgiyi “Barselona’da Gezilecek Yerler” başlığı altında bulabilirsiniz.
1.Gün: La Boqueria Pazarı + Barri Gothic Bölgesi
2.Gün: Casa Milà + Casa Batlló + Música Catalana + Arc de Triomf + Ciutadella Parkı + Barcelonata Sahili
3.Gün: Sagra da Familia + Recinte Modernista de Sant Pau Hastanesi + Park Guell + Casa Vicens
4. Gün: Colomb Heykeli + Museu Maritim + Montjuïc + Magic Fountain + Plaça d’Espanya veya ilgi alanınıza göre Camp Nou’yu veya müzeler turu (Picasso Müzesi, Banksy Müzesi, Moco Museum vs.)

1. Gün: La Boqueria Pazarı + Barri Gothic Bölgesi

Hem Pegasus Havayolları hem de Türk Hava Yolları Barcelona’ya öğlen varıyor. Böylece gününüz gezmek için size kalıyor!
Barcelona Havalimanının kapısından çıkıp biraz yürüdüğünüzde Aerobús durağını göreceksiniz. Buradan kalkan otobüsler sizi havalimanından alıp şehir merkezine götürüyor. Plaça Espanya, Gran Via Borrell, Plaça Universitat ve Plaça Catalunya duraklarında yolcu indiriyorlar. Aerobus’ın nasıl kullanılacağı ile ilgili daha detaylı bilgiyi bu yazının devamında yer alan Barselona’da Ulaşım başlığı altında bulabilirsiniz.

La Boqueria Pazarı

Şehre varıp otelinize yerleştiyseniz, güne önce biraz atıştırarak başlayabilirsiniz. İlk durağımız La Boqueria! Burası geleneksel bir pazar yeri ancak sadece evinize alışveriş yaptığınız türden değil. Tezgahlardan elinize alıp, gezerken bir yandan atıştırabileceğiniz tapas, meyve, kızartma, deniz ürünleri ve tatlılar var. Hatta içkinizi alıp oturabileceğiniz alanlar dahi mevcut. Burada biraz mutfağı keşfedip, biraz karnımızı doyurduktan sonra Barri Gothic bölgesini keşfe çıkabiliriz.

Barri Gothic

Las Ramblas caddesinden karşıya geçtiğiniz anda Gothic Quarters olarak da bilinen Barri Gotic’e giriş yapmış sayılırsınız. Bu mahalle Barcelona’nın en eski yerleşimini oluşturuyor. Burada yerleşim yaklaşık 2000 yıl öncesine dayansa da gezerken göreceğiniz görünümü 1800’lü ve 1900’lü yıllarda almış. Ancak öylesine güzel korunmuş ki bu daracık sokaklarda gezerken gerçekten zamanda geriye gitmiş gibi hissediyorsunuz.

Burada sadece haritada işaretlediğim noktalarla sınırlı kalmayın, sokakları gezin, dolaşın. Burada görülmesi gereken yerler arasında 15. Yüzyıldan kalma gotik kilise Santa Maia del Pi, Antik Roma’dan kalma duvar kalıntıları, İspanya İç Savaşında yaşanan trajedinin izlerini taşıyan Sant Felip Neri Meydanı, bölgenin sembolü haline gelmiş ikonik Bisbe köprüsü, 1448 yılında yapılan görkemli Barcelona Katedrali (giriş ücretli), aslen ücretli bir müze olsa da bahçesini ve terasını ücretsiz olarak görebileceğiniz La Casa de l’Ardiaca, 14. Yüzyıldan kalma tarihi bir meydan olan Plaça del Rei, Roma döneminden kalan Agustus Tapınağı sütunlarını görebileceğiniz Temple of d’August ve belediye meclisinin bulunduğu Sant Jume meydanı var. Bu bahsettiğim yerler hakkında detaylı bilgileri biraz aşağıdaki “Barselonada Gezilecek Yerler” başlığı altında bulabilirsiniz.

Eğer vaktiniz varsa Plaça del Rei’deki Barselona Tarih Müzesi’ni (Museu d’Història de Barcelona MUHBA) de gezebilirsiniz. Roma İmparatorluğu kalıntılarının üzerine inşa edilen müze Barcelona’nın tarihini antik çağlardan günümüze kadar anlatıyor. Müze 19:00’da kapanıyor ve gezmek için yaklaşık 2-2,5 saat ayırmak iyi olur. Müze pazar günleri 20:00’ye, diğer günlerde ise akşam 19:00’a kadar açık. Giriş ücreti ise 5€.

 

2. Gün: Casa Milà + Casa Batlló + Música Catalana + Arc de Triomf + Ciutadella Parkı + Barcelonata Sahili

Güne Antoni Gaudí’nin şehrin varlıklı aileleri için tasarladığı iki meşhur apartmanı gezerek başlıyoruz. Eğer oteliniz benimki gibi Plaça Catalunya civarındaysa Casa Milà’ya 15 dakikalık çok rahat bir yürüyüş ile ulaşabilirsiniz. Yolunuzun üzerinde kahvaltı yapılabilecek pek çok mekan da var. Eğer Las Ramlas’ın daha denize yakın kesimlerinde kalıyorsanız Drassanes veya Liceu metro istasyonundan L3 metrosuna binip, hiçbir aktarma yapmadan Diagonal İstasyonunda inebilirsiniz.

Casa Milà (La Pedrera)

İlk durağımız Casa Milà olacak. Burayı ilk sıraya almamın nedeni Antoni Gaudí’yi yakından tanıyarak dehasına hayran olmanızı sağlayacak bir sergiye de ev sahipliği yapıyor olması. Yani Casa Milà’yı gezmek daha öğretici. Öte yandan Casa Batlló’daki anlatım biraz daha şiirsel, daha mekânın keyfini çıkarmaya yönelik. Dolayısı ile önce Casa Milà ile başlayıp, diğer yerleri burada öğrendiklerinizin ışığında gezerseniz gördüklerinizden çok daha fazla keyif alabilirsiniz. Eğer vakit ya da vakit darlığından ikisini birden gezmek istemezseniz, yine tercihinizi öğretici olan mı / büyüleyici olan mı ayrımına göre yapabilirsiniz.

Casa Milà (La Pedrera)

Casa Milà (La Pedrera) Girişi

La Pedrera (Taş Ocağı) adıyla da anılan Casa Milà, Antoni Gaudí’nin en önemli eserleri arasında yer alıyor. 1900’lü yılların başlarında Pere Mila ve Rosario Segimon çifti için yapılan bina hem mimari açıdan çok zevk verici hem de gezilen ev mobilyalı olduğu için o dönemde yaşayan bir varlıklı bir ailenim aşağı yukarı nasıl bir hayat sürdüğünü zihninizde canlandırmanıza olanak sağlıyor.

Casa Milà biletinizi müzenin resmî sitesi olan www.lapedrera.com adresinden alabilirsiniz. Normal giriş ücreti 28€. Ama sanal gerçeklik uygulamalarıyla zenginleştirilmiş tabletli, gözlüklü bir bilet alırsanız 38€’ya çıkıyor. Eğer gece turu ve terasta ışık gösterisi de isterseniz 49,00€ ödemeniz gerekiyor. Casa Milà’yı gezmek yaklaşık 1,5 saat sürüyor. Bu yüzden Casa Milà ve Casa Batlló biletlerinizin arasında yaklaşık 2 saatlik bir süre bırakmalısınız.

Casa Batlló

Casa Mila’dan çıkıp yürüyerek Casa Batlló’ya 6 -7 dakikalık bir yürüyüş ile kolayca ulaşabilirsiniz. Biletinizi www.casabatllo.es adresinden alabilirsiniz. Normal bilet 29€ ile 35€ arasında değişiyor (neye göre değiştiğini bilmiyorum ama doluluğa göre olduğunu tahmin ediyorum). Silver ya da Gold bilet (sanal gerçeklik tableti ve ekstra erişimler bu biletlerle geliyor), gece turu ya da az kişilik erken giriş gibi seçenekler de var. Hepsini bilet aldığınız siteden inceleyip size en uygun olanını seçebilirsiniz. İçerisi çok kalabalık olduğu için paraya kıyıp erken giriş almak hiç de mantıksız değil.

Casa Batlló

Casa Batlló’nun ön cephesi

Casa Batlló gerçekten her ayrıntısından keyif alınacak sanat eseri gibi bir bina. Binayı 1904 – 1906 yılları arasında eski bir binanın yenilenmesi ile yapılıyor. Binanın sahibi olan Josep Batlló’nun mimar Antoni Gaudí’yi tamamen özür bırakması, hatta olabildiğince sıra dışı bir iş çıkarması için yüreklendirmesi sonucunda ortaya bu muhteşem iş çıkıyor. Turun bir sürprizi de binadan çıkmadan önce girilen Gaudí Cube. Tamamı ekranlarla kaplı bu odada Refik Anadol’un “In the Mind of Gaudí” eseri oldukça sürreal bir deneyim sunuyor. Burayı gezmek de yaklaşık 1,5 saat kadar sürüyor.

Illa de la Discòrdia (Block of Discord)

Binadan çıktığınız zaman Casa Batllo’nun solundaki binalara göz atmayı unutmayın çünkü bu blok şehrin önde gelen zenginlerinin en güzel binayı yaptırmak için birbirleri ile yarıştıkları bir döneme ait. Illa de la Discòrdia (Block of Discord) olarak anılan bu blokta dönemin en ünlü modernismo (Katalan Modernizmi) mimarlarının eserleri yer alıyor.

Sağdan sola sayacak olursa Katalan Müzik Sarayı ve Sant Pau hastanesinin mimarı Lluís Domènech i Montaner’in yaptığı Casa Lleó Morera (1905), Enric Sagnier tarafından tasarlanan Casa Mulleras (1906), Marceliano Coquillat tarafından tasarlanan Casa Bonet (1901/1915), Josep Puig i Cadafalch tarafından tasarlanan Casa Amatller (1900) ve Antoni Gaudí tarafından tasarlanan Casa Batlló (1906) burada yan yana size bakıyor olacaklar.

Sırasıyla Casa Lleó Morera, Casa Mulleras, Casa Bonet, Casa Amatller ve Casa Batlló. Fotoğraf: kolaj

Sırasıyla Casa Lleó Morera, Casa Mulleras, Casa Bonet, Casa Amatller ve Casa Batlló. Fotoğraf: kolaj

Música Catalana (Katalan Müzik Sarayı)

Block of Discord’dan ayrılıp 15-16 dakikalık bir yürüyüş yaparak Katalan Müzik Sarayı’na ulaşabilirsiniz. Kimisi burayı bilet alarak geziyor, kimisi bir konsere bilet alarak müzik dinleme vesilesiyle görüyor. Elbette hiç içeri girmemek de bir seçenek ama en azından çevresinde bir tur atıp dış cephesini görmenizi tavsiye ederim. 1905-1908 yılları arasında Lluís Domènech i Montaner’in yaptığı bu büyüleyici konser salonu UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. Giriş ücreti ise 18 €.

Katalan Müzik Sarayı’nın konser salonu

Bu noktada bir öğle yemeği molası vermek isteyebilirsiniz çünkü yürüyüşümüz devam ediyor. Biraz dinlendikten sonraki durağımız Ciutadella Parkı!

Zafer Takı (Arc de Triomf) ve Ciutadella Parkı
Katalan Müzik Sarayından Zafer Takına 10 dakikalık bir yürüyüş ile ulaşabilirsiniz. Bu zafer takı aslında gerçek bir zaferi onurlandırmak için değil, 1888’de Ciutadella Parkında düzenlenen Dünya Fuarı’na giriş kapısı olması için inşa ediliyor. Bugün de hala parkın giriş kapısı olan görkemli bir yapı olarak bizleri karşılıyor. Buradan geçip parka girdikten sonra keyfinize bakın. İsterseniz mini botanik bahçelerini gezin, büfeden kahve alıp çimlere çimlere yayılın, Neptün Çeşmesinin arkasındaki merdivenlere tırmanın, gölde sandala binin.

Ciutadella Parkı’nın girişinde bulunan Zafer Takı

Barcelonata Sahili

Barcelona plajlarını görmek ve deniz kenarında bir yürüyüş yapmak için ideal zaman! Elbette yürümeyi seviyorsanız çünkü parktan deniz kenarına yürüyerek ulaşmak yaklaşık 20 dakika sürüyor. Eğer yorulduysanız ve yürümek istemiyorsanız Triomf Kemerinin yanından kalkan V19 otobüsünü de kullanabilirsiniz.

Burada gün batımına doğru sahil boyunca yürüyüş yapıp şehrin sembollerinden sayılan L’estel Ferit heykelini görebilirsiniz. Yanınıza havlu alıp kumlara yayılıp güneşlenebilirsiniz. Eğer denize girmek istiyorsanız eşyalarınızı sahipsiz bırakmadan, dönüşümlü olarak girmeniz gerekiyor. Aksi taktide denizden çıktığınızda eşyalarınızın çalışmış olma ihtimali var.

Hazır Barcelonata’dayken akşam yemeğinizi buradaki restoranlarda yiyebilirsiniz. Burada gerçekten kaliteli deniz ürünü restoranları var.

 

3.Gün: Sagrada Familia + Sant Pau Recinte Modernista Hastanesi + Park Güell + Casa Vicens

Bugün Barselona’nın sembolü haline gelmiş ve ürünü sonuna kadar hak eden iki önemli ve Antoni Gaudí eserini yani Sagrada Familia kilisesini ve Park Güell’i göreceğiz. Nispeten daha az popüler olan ama bence atlanmaması gereken bir durak olan Sant Pau Recinte Modernista Hastanesi de tam yolumuzun üzerinde kalacak.
Sagrada Familia’ya ulaşım içim metroyu kullanabilirsiniz. Plaça Catalunya’dan 5 dakikada yürüyerek Universitat metro durağına ulaşıp L2 metrosuna bindiğinizde, hiçbir aktarma yapmadan 4 durak içinde hedefinize varmış olursunuz. Eğer günün sonunda otelinize dönmek için metro değil otobüs kullanacaksanız (Park Güell civarından kalkan otobüsler var) sabah metrodan çoklu biniş hakkı tanıyan biletlerden almanızı tavsiye derim.

Sagrada Familia

Sagrada Familia ile başlayalım! Bitmeyen Kilise olarak da bilinen ve gerçekten büyüleyici bir tasarıma sahip olan kilisenin yapımını 1883 yılında mimar Antoni Gaudí devralıyor. Ortaya “bu kadarı da şov ama yani” dedirten, bilinen inşaat tekniklerini ters yüz eden inanılmaz bir bazilika çıkıyor. Gaudí 1926 yılında hayatını kaybettiği için Sagrada Familia’nın yapımını bitiremese inşaat hala devam ediyor. Bazilikanın 2026 yılında tamamlanmış olması planlanıyor.

Sagrada Familia her yıl milyonlarca turist tarafından ziyaret ediliyor. Bu nedenle biletlerinizi mutlaka online olarak önceden almalısınız. Kapıda sıra bekleyerek girme şansınız yok. Benim bu satırları yazdığım gün itibarıyla sonraki 10 gün için biletler tamamen tükenmiş görünüyor. Sonraki günler ise sadece öğlen saati biletleri kalmış. Dolayısı ile istediğiniz saate bilet bulabilmek için en az 3 hafta önceden bilet almanızı öneririm.

Biletleri resmi web sitesinden (bilet almak için tıklayın) alabilirsiniz. Bu siteden sadece giriş bileti ya da rehberli gezi seçeneklerinden birini retcih edebilir ve kuleye çıkış bileti de ekleyebilirsiniz. Ben rehberli tura katıldım ama hiç gerek olmadığını söyleyebilirim çünkü mobil uygulama ile gelen audioguide da hemen hemen aynı şeyleri anlatıyor. Kulelere gelince, “muhteşem bir şey mutlaka çıkın” da diyemem “boş verin hiç gerek yok” da diyemem. Binanın aşağıdan görünmeyen detaylarını yakından görmek, Barselona’ya yukarıdan bakmak ve meşhur spiral merdivenlerden inmek keyifliydi bu nedenle ben çıktığıma memnunum. Ama çok zaman alıyor ve görebileceğiniz şeyler çok kısıtlı. Yani küçücük deliklerden ve kısacık köprülerden bakıyorsunuz dışarıya. Bunun için kule biletinizin saatine 10 dakika kala sıraya girmeniz lazım. Ben Passion kulesine çıktım. Sagrada Familia’ya girişinizle kule çıkışınız arasında 1,5 saatlik bir süre bırakırsanız hem bazilikayı hem de altındaki müzeyi gezip sonra kuleye çıkabilirsiniz.

Sagrada Familia’nın içi

Kilise daha yakından kadraja sığmadığı için fotoğraf çekmek istiyorsanız Plaça de Gaudi parkına uğramalısınız. Burası Sagrada Familia’nın Gaudi tarafından yapılmış olan yüzüne bakıyor. Öte yandan burası çok kalabalık ve öne geçmek için epey sıra beklemek gerekiyor. Fotoğraf sizin için önemliyse, sabah çok erkenden buraya gelip, fotoğraflarınız çekip, sonra içeriyi gezmeye başlayabilirsiniz.

Sagrada Familia fotoğrafı demişken; Hotel Rosellón’un terasındaki Ayre Rossellón Bar Terraza inanılmaz bir Sagrada Familia manzarası sunuyor. Sıkıntı şu ki bara sadece online rezervasyon ile girebiliyorsunuz ve rezervasyon açılır açılmaz dolduğu için yer bulmak çok mümkün değil. Yine de şansınız denemek isterseniz www.sercotelhoteles.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Sant Pau Recinte Modernista Hastanesi

Barcelona’nın Antoni Gaudí kadar ünlü bir modernisma mimarı daha var; o da Lluís Domènech i Montaner. Montaner’in en az Katalan Müzik Sarayı kadar önemli bir diğer önemli eseri ise Sant Pau Recinte Modernista Hastanesi. Çok kalabalık olmadığı için biletinizi kapıdan alabilirsiniz ama yine de erkenden alıp garanti etmek isterseniz müzenin resmi web sitesinden de bilet satışı yapılıyor.

Sagrada Familia’dan çıktığınızda, Gaudi caddesini takip eden 10 dakikalık bir yürüyüş yaparak buraya kolayca ulaşıyorsunuz. Yol üzerinde oturup bir kahve içecek, tatlı yiyecek mekanlar da var.

Sant Pau Recinte Modernista Hastanesi’ni gezmek bir saate yakın sürüyor. Hastane dediğime bakmayın, Art Nouveau stilinde tasarlanmış bir binalar kompleksi burası. Mimari olarak çok çarpıcı ve işleviyle tezat oluşturan bir güzelliğe sahip. Burada hem mimari stili görmek hem de 1930 yılında açılan modern hastanesi nasıl işlermiş bunu öğrenmek çok keyifli. Ben bahçesinde uzun uzun oturdum ve bundan çok keyif aldım.

Park Güell
Sant Pau’dan çıkıp Park Güell’e gitmek için 3 seçeneğiniz var. Ya taksiye bineceksiniz, ya çıkınca sağa doğru yürüyüp Google’da “Rda Guinardó-Cartagena” durağı olarak işaretli olan duraktan H6 otobüsüne binip 2 durak gidip biraz yürüyeceksiniz ya da 35 dakikalık bir yürüyüşü göze alacaksınız. Bu yürüyüşün bir kısmı yokuş yukarı ama biraz yürüyüp yemek molası verip biraz daha yürüyünce hiç de zor olmadı.
Park Güell de biletinizi mutlaka önceden almanız gereken yerlerden bir tanesi. Biletinizi parkın resmî sitesinden alabilirsiniz. Bilet ücreti 10€ ve içeride 1 saatten uzun süre sıkılmadan vakit geçirebilirsiniz.

Gaudi’nin 1906 yılından beri yaşadığı kendi evi “Gaudí House Museum” da bu parkta yer alıyor ve ayrıca bilet alınarak gezilebiliyor. Sorun şu ki ev 2024’ün başında tadilata girdiği için kapanmış. Yeniden ziyaretçi kabul etmeye ne zaman başlayacaklarını ise bilemiyorum.
Buradan çıktığınızda şehir merkezine doğru giden çeşitli otobüsler var ama ben tam güzergahlarını bilemiyorum. Onun yerine 15 dakika yokuş aşağı yürüyüp Lesseps metro durağına ulaşabilir ya da 20 dakika yokuş aşağı yürüyüp Casa Vicens’i görebilirsiniz.

Casa Vincens
Antoni Gaudí’nin ilk büyük projesi olarak kabul edilen ve yine çok sıra dışı bir mimariye sahip olan Casa Vincens dönüşte kullanacağınız metro durağının çok yakınında kalıyor. Geri kalan her yere çok uzak olduğu için ben burayı gezememiştim ancak Park Güell’in dönüş yolu burayı görmek için çok idealmiş, bunu fark etmediğime sonradan biraz üzüldüm.
Eğer sıra dışı mimari yapılar ilginizi çekiyorsa ya da Gaudi’nin dehasına hayran olanlardansanız biletlerinizi resmî sitesinden alabilirsiniz. İçeriyi gezmek yaklaşık 1,5 saat sürüyor ve siteden saat 18:30’a kadar bilet alabiliyorsanız. Eğer içeriyi gezmeyecekseniz bile buraya uğrayıp dışarıdan da olsa görün çünkü bir benzerini başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz eşsiz bir yer burası neticede.
Casa Vincens’i de gezdikten sonra 5 dakikalık bir yürüyüşle ulaşacağınız Fontana Metro durağından L3 hattına binerek Plaça Catalunya veya Las Ramblas’a geri dönebilirsiniz.

Casa Vicens ( Fotoğraf: Dosde Publishing)

4. Gün: Palu Güell + Colomb Heykeli+ Museu Maritim + Montjuïc + Magic Fountain + Plaça d’Espanya

Güne Barselona’nın en hareketli caddesi Las Ramblas’da yürüyüş yaparak başlıyoruz. Burada yürürken uğrayıp İspanyol mimarisini çok iyi şekilde yansıtan çok tatlı bir meydan olan Plaça Reial’e mutlaka uğrayın. Meydanı gördükten sonraki ilk durağımız Palau Güell!

Palau Güell (Güell Sarayı / Güell Malikanesi)
Palau Güell, Antoni Gaudí’nin Bacelona’nın en zengin sanayicilerinden bir tanesi olan Eusebi Güell’in ailesi ile yaşaması için tasarladığı konaktır. Benim gezdiğim Gaudi evleri arasında en çok keyif aldıklarımdan bir tanesi burası oldu çünkü 1800’lerin sonlarında çok zengin bir ailenin nasıl bir şaşaa içerisinde yaşadığını, günlük rutinlerini, hayatlarını nasıl geçirdiğini görebiliyorsunuz. Biraz gotik ve inanılmaz şık.

Ben gireceğim saati önceden planlayamadığım için bilet almamıştım; yine de kapıdan sıraya girerek bilet alabildim. Siz riske atmak istemezseniz biletinizi müzenin kendi web sitesinden adresinden alabilirsiniz. Sabah en erken bilet saat 10.00’a alınabiliyor ve içeriyi gezmek yaklaşık 1 saat kadar sürüyor. Normal giriş ücreti ise 12€.

Güell Sarayo’nın ana salonu (Fotoğraf: Jordi Puig / Diputació de Barcelona )

Colomb Heykeli
Palau Güel’den çıkıp Las Ramblas boyunca denize doğru yürüdüğünüzde karşınıza meşhur Comob heykeli çıkıyor. Dilerseniz 57 metre yüksekliğe sahip heykelin içindeki asansöre binerek panoramik bir Barcelona manzarası görebilirsiniz. Colomb heykeli parmağı ile Barcelona’ya en yakın kara olan Mallorca’yı işaret ediyor.

Heykeli de gördükten sonra Barcelona’da görülmeden geçilmemesi gereken yerleri tamamlamış oluyoruz. Buradan sonrası biraz sizin ilgi alanlarınıza ve zevklerinize kalıyor. Ben Barselona Denizcilik Müzesi’ni görmeyi tercih ettim. Sonrasında vaktim olsaydı Montjuic’e çıkacaktım. Siz Barselona Futbol Kulübü’nün müzesine de ev sahipliği yapan Camp Nou stadyumunu gezebilir ya da Picasso Müzesi, Banksy Müzesi, Moco Museum gibi çok çeşitli alternatiflere sahip Barcelona’da sanat müzeleri turu yapabilirsiniz.

Barcelona Maritime Museum (Barselona Denizcilik Müzesi)
Denizcilik denince ilk akla gelen ülke elbette ki İspanya. İspanya’nın en önemli liman şehri olan Barcelona’ya gelmişken denizcilik müzesini gezmemek olmaz dedik. Yoğun bir müze olmadığı için kapıdan bilet alabiliyorsunuz ve detaylı şekilde gezmek yaklaşık 2 saatinizi alıyor. Burada bilgileri çok tatlı bir şekilde hikayeleştirerek sunmuşlar ve devasa bir İspanyol Kalyonunun (Galeon) gerçek boyutlu replikasını yaparak müzeye yerleştirmişler. Bu müzenin en güzel taraflarından bir tanesi de müzenin eski tersanenin içine yapılmış olması. Yani müzenin yanı sıra 14. Yüzyıldan kalma Royal Shipyard’ı da gezmiş oluyorsunuz.
Müze biletinizle limanda demirli olan, 1918 yılından kalma geleneksel bir gemi olan The Santa Eulàlia Pailebote’unu da görebiliyorsunuz ama beklentinizi yüksek tutmayın.

Montjuïc Tepesi
Maritime Museum’u gezdikten sonra 5 yürüyerek Pararl.lel metro durağına ulaşabilirsiniz. Montjuïc Tepesine çıkan füniküler buradan kalkıyor.
Montjuic tepesinde gezilebilecek pek çok yer var. Füniküler’den indikten sonra çok tatlı bahçelerde yürüyüş yaparak Montjuic Kalesi’ne ulaşabilirsiniz. Bu parklarda bulunan çeşitli seyir teraslarında soluklanıp Barcelona kıyılarına yukarıdan bakabilirsiniz. Yürüyüş yapmak istemezseniz fünikülerden indiğiniz yerde teleferiğe binerek kaleye teleferikle de geçebilirsiniz. Manzara açısından keyifli bir yolculuk olsa da yoğun dönemlerde 2 saate kadar sıra bekleyenler oluyormuş. Eğer teleferiğe binecekseniz teleferiğin resmi sitesinden online bilet almayı tercih edebilirsiniz.

Mont Juic Haritası

Kaleyi ve içerisinde bulunan askeri müzeyi bilet alarak gezebilirsiniz. Aslında kalenin en güzel yeri bahçeleri. Ancak tarihe, özellikle de askeri tarihe ilgi duyuyorsanız kalenin içine de bir şans verin.
Kalenin biraz ilerisinde büyük bir botanik bahçesi bulunuyor ve ücretli olarak giriş yaparak burayı da gezebiliyorsunuz. Ünlü Barcelona olimpiyatları için yapılan yapıları görmek isterseniz Plaça d’Europa’ya doğru ilerleyebilirsiniz. Bu tesis kış aylarında kapalı oluyormuş, seyahat tarihinize göre bunu göz önünde bulundurun. Eğer Joan Miró seviyorsanız sanatçının müzesi de bu tepede bulunuyor.

Buradaki ilginç bir yer de Montjuïc mezarlığı ancak tepenin öbür eteğinde kaldığı için turunuz bittikten sonra epey bir yürümeniz ya da taksiye binmeniz gerekiyor. 1883 yılından beri kullanılan, anıt ve heykellerle süslü gotik mezarlar ve “mezar duvarı” ile görülmeye değebilir. Yeri çok sapa kaldığı için ben programa iliştiremedim açıkçası.
Montjuic gezinizi biterken Museu Nacional d’Art de Catalunya’ya (Katalan Ulusal Sanat Müzesi) yönelin. Buradaki merdivenler sizi Montjuïc’in Sihirli Çeşmesi’ne ulaştıracak.

Magic Fountain ve Plaça d’Espanya
Sanat Müzesinin merdivenlerinden inip, arkanıza dönüp baktığınızda, pek çok Barselona fotoğrafı ve filminde gördüğünüz o manzaraya bakıyor olduğunuzu fark edeceksiniz. Eğer yaz aylarında geldiyseniz ve artık gün batıyorsa Sihirli Çeşme’de (Magical Fountain) ışık gösterileri olacak. Buralarda çok yankesicilik olduğu söyleniyor, çantalara dikkat.

Gece aydınlatması ile Magic Fountain (fotoğraf: Torres Garcia @Unsplash)

Sihirli Çeşme’yi arkanızda bırakıp dümdüz yürümeye devam ettiğinizde Torres Venecianes’i yani Venedik’teki San Marko Meydanındaki kulelerin bir kopyası olan ünlü kuleleri göreceksiniz. Kulelerin arasından görünen kavşak ise Plaça d’Espanya yani İspanya Meydanı. Karşıya geçip ardınızda bıraktığınız manzarayı bakmayı ihmal etmeyin.

Barcelona’da Gezilecek Yerler

Haritalı Barcelona Gezi rehberinde kısa kısa değindiğim ve daha çok nasıl gidilir, gezmesi ne kadar sürer gibi sorulara yanıt verdiğim yerleri; neden görülmeye değer oldukları, tarihleri ve mimari özellikleriyle daha detaylı bir şekilde açıklıyorum.

1. Sagrada Familia Bazilikası
Şehrin silüetinde gökyüzüne doğru yükselen ve belki de dünyanın en sıra dışı kiliselerinden bir tanesi olan bu büyüleyici yapı “bitmeyen kilise” olarak da biliniyor. Sagrada Familia “Kutsal Aile” anlamına geliyor yani İsa Peygamber, annesi Bakire Meryem ve onun nişanlısı Aziz Yusuf’a adanmış bir bazilika var karşımızda.

Aslında Sagrada Familia’nın yapımına 19. yüzyılın sonlarında, Katalan mimar Francisco de Paula del Villar tarafından başlanıyor. O zaman sıradan bir kilise olarak yapılması planlanıyor. Villar proje üzerinde yalnızca bir yıl çalıştıktan sonra ayrılıyor ve efsanevi Katalan mimar Antoni Gaudí (1852–1926) projeyi devralıyor. Ne oluyorsa bundan sonra oluyor ve eşi benzeri olmayan Sagrada Familia Bazilikası’nın inşasına başlanıyor.

Bu proje gerçekten abartılı bir proje ve gereken bütçe bağışlar ile toplanmaya çalışılıyor. Bu nedenle inşaat çok yavaş ilerliyor. 1926 yılında Gaudi tramvay çarpması sonucu hayatını kaybediyor ve inşaat yarım kalıyor. Bu da oldukça acıklı bir hikâye çünkü inşaattan çıkmış üstü başı kir içindeki bu yaşlı adam sokakta kan kaybederken hiç kimse ona yardım etmiyor. Kim olduğunun ancak hastaneye kaldırıldığında anlaşılıyor ve artık çok geç olduğu söyleniyor.

Gaudi hayatını kaybettiğinde bazilikanın yalnızca %20’si tamamlanmış durumda. Velhasıl Gaudi büyük adam. Zaten ilerleyen yaşı nedeniyle projeyi tamamlayamayacağının farkında olduğu için kilisenin çok sayıda maketini hazırlatmış durumda. Bu maketlerin büyük bölümü İspanyol İç Savaşı sırasında anarşistlerin kiliseyi ateşe vermesi sonucu (1933) zarar görüyor ama elimizdeki tek done bu da değil. Yine projenin tamamlanabilmesine kılavuzluk etmesi açısından binanın her parçasından örnekler yapıyor Gaudi. Oradan bir kule buradan bir sütun derken aslında eksiklerin nasıl tamamlanabileceğine dair birer örnek bırakmış oluyor. Bu arada Antoni Gaudi’nin mezarı da yine Sagrada Familia Bazilikası’nın mezar odasına yer alıyor.

Aradan 100 yıldan uzun süre geçmiş olmasına karşın kilisenin inşaatı halen devam ediyor. İnşaat giriş için alınan biletlerin parasıyla finanse ediliyor ve kulenin Gaudi’nin ölümünün 100. Yıl dönümüne denk gelen 2026 yılında tamamlanış olması planlanıyor.

Sagrada Familia, Casa Mila ve Casa Battlo’nun mimarı Antoni Gaudi

Sagrada Familia’yı eşsiz kılan özelliklerinden bir tanesi yapının büyüklüğü ve böylesine büyük bir binayı tamamen taştan inşa edebilmek için kullanılan dahiyane mimari çözümleri… En uzun kule de tamamlandığında Sagra da Familia’nın yüksekliği 172.5 metreye ulaşacak ve dünyanın en büyük kilisesi olacak. Peki Gaudi’yi 172.5 metrede durduran neydi? Cevap Montjuïc Tepesinin yüksekliğinin 173 metre olması. Antoni Gaudi tanrının eseri olan bu tepenin yüksekliğini geçmeden yapabileceği en yüksek binayı yaptı ve kulenin yüksekliğini Montjuïc’nin yüksekliğinden yalnızca yarım metre kısa tuttu.

Bu kadar yüksek bir binayı ayakta tutabilmek içinse değişik teknikler kullandı. Sagrada Familia’nın sütunları dümdüz bir şekilde yükselmiyor. Hem kendi içlerinde hafif bir eğime sahipler hem de çatıya yaklaştıkça ağaç dalları gibi açılıyorlar. Gaudi bu asimetrik ağırlık dağılımı ile ilgili hesaplamaları yapabilmek için modellerini baş aşağı duran zincirler ile hazırlıyor. Zincirlerin eğildiği yer ağırlığın yığıldığı yer oluyor aslında. Bu sütunların bir diğer özelliği de farklı malzemelerden yapılmış olmaları. Örneğin Transept karesinde bulunan iç sütunlar en yüksek ağırlığı taşıyacakları için çok nadir bulunan en dünyanın en dayanıklı taşlarından bir tanesi olan Kırmızı Granit Porfir’den yapılmışken daha az yük taşıyanlar siyah bazalttan, daha da az yük taşıyanlar gri granitten yapılmış.

Sagrada Familia sembolizm açısından da eşsiz bir eser olarak kabul ediliyor. Bizzat Antoni Gaudi tarafından tamamlanan Nativity cephesi İsa’nın doğumunu temsil ediyor. Halk o dönemde okuma yazma bilmediği hikayelerin görselleştirilmesi büyük önem taşıyor. Bu nedenle İsa’nın doğumunu anlatan hikayeler Nativity cephesine dantel gibi işlenmiş. Kilisenin bu cephesinde kullanılan vitrayların mavi ve yeşil renkte. Çatıya verilen eğimin de etkisiyle güneş buradan vurduğunda ışık içeriyi mavi ve yeşil tonlarına boyuyor ve bu suyu, doğuşu, dinginliği, doğayı hissettiriyor. Öte yandan Passion Cephesi İsa’nın ölümünü anlatıyor. (buradaki heykeller Gaudi’nin ölümünden sonra farklı bir mimar tarafından tasarlandığı için stilleri çok farklı) Kırmızı ve turuncu vitraylar güneş ışığı vurduğunda içeriyi bu renklere boyayarak gün batımını, bitişi ve yası hissettiriyor. Glory cephesi ise tanrının yolunu (hediyeler, günahlar ve erdemler) anlatıyor. Kilisedeki pek çok sütunlar, kule ve figürleri Hristiyan dünyası açısından önem atfeden kişileri ve olayları sembolize ediyor.

Antoni Gaudi’nin mimari stili zaten doğadan ilham alan bir stil. İnsan yapısı gibi görünen dümdüz çizgiler yerine doğada bulunan kıvrımları, spiralleri, eğimleri kullanıyor ve bu her bir mimari ayrıntıyı bakmaktan haz alacağınız çok şık öğelere dönüştürüyor. Sagrada Familia’da da gotik mimari öğelerini, ustası olduğu Art Nouveau formlarıyla birleştirerek büyüleyici bir iç mekân yaratıyor.

İç mekânda, diğer kiliselerde görmeye alışık olduğumuz altarlar, heykeller yok. Gaudi Sagrada Familia’nın Katolik, Ortodoks, Protestan ayırt etmeden herkesin ibadet edebileceği bir yer olmasını istiyor. Azizlerin isimleri vitraylardaki yuvarlaklarda yazıyor yani bakarsan oradalar, bakmazsan yoklar.

Burası hakkında daha yazılabilecek çok şey var ama bir noktada durmam gerekiyor. Eğer Sagrada Familia ile ilgili bilmeniz gereken her şeyi bir araya topladığım çok daha ayrıntılı bir rehber isterseniz Sagrada Familia Gezi Rehberi‘me ulaşabilirsiniz.

2. Park Güell
Yine bir Antoni Gaudí eseri olan Park Güell aslında yalnızca bir park olarak tasarlanmıyor. Dönemin en zengin iş insanlarından bir tanesi olan Eusebi Güell, şehrin varlıklı ailelerinin oturacağı, yeşillikler içerisinde, parklar ile bütünleşmiş bir site yaptırmak istiyor. Bu park için de daha önce yaşadığı ev olan Palau Güell’i ve Church of Colònia Güell adlı kiliseyi yaptırdığı ünlü mimar Antoni Gaudi ile anlaşıyor.

1900 yılında parkın yapımına başlanıyor. Önce Eusebi Güell’in bir arkadaşı kendisine buradan bir arsa alıyor, sonra Antoni Gaudi burada örnek olarak yapılan bir eve taşınarak babası ve yeğeniyle burada yaşamaya başlıyor. Son olarak Eusebi Güell hali hazırda proje başlamadan önce bu arazide bulunan evine (Casa Larrard) taşınıyor. Ancak site sakinleri bununla sınırlı kalıyor. 1914 yılına gelindiğinde buradan yer almaya istekli pek fazla alıcı bulamıyorlar. İstekli olanları ise bürokratik zorluklar caydırıyor. Alıcı olmayınca para da gelmiyor ve proje iptal ediliyor. Evlerin yapımı için ayrılan 60 bölüm bulunmasına karşın yalnızca 2 ev yapılabiliyor (Gaudi House ve Trias evi). Eusebi Güell 1918 yılında hayatını kaybediyor ve Park Güell 1926 yılında yerel yönetime devredilerek belediye parkı haline geliyor.

Casa Rosa (Pembe Ev) olarak da adlandırılan Gaudi House Muesum normalde müze olarak gezilebiliyordu. Şu an ise tadilatta. Ayrıca evin Gaudi tarafından değil mimar Francesc Berenguer tarafından tasarlandığını bilmekte fayda var. Proje kapsamında inşa edilen bir diğer ev olan Trias Evi ise yukarıdaki yamaçlara bakınca görülebiliyor ancak bugün özel mülk olduğu için ziyaret edilemiyor. Eusebi Güell’in yaşayıp öldüğü Casa Larrard ise parkın belediyeye devredilmesiyle birlikte devlet okulu haline getirilmiş durumda.

Park Güell

Park Güell (Fotoğraf: C. Superstar / Pexels)

Parkın girişinde görülen iki kahverengi binaya Porters Lodge Pavilion yani bekçi köşkleri deniliyor. Kurabiye evlere benzeyen bu evler aslında Gaudi’nin mimarı anlayışını çok net yansıtıyor. Asimetrik, doğada bulunan dokulara sahip, yumuşak hatlarla oluşturulmuş ve rengarenk kırık seramiklerle süslenmiş. Kulübe’nin tepesindeki kulede bulunan haç ise Katalonya’nın koruyucu azizi Saint George’un haçı.

Girişten sonra karşınıza duvarlarında muhteşem çiniler bulunan meşhur merdiven çıkıyor. Merdivenin ortasında ise parkın hatta kentin simgesi olan “El drac” (ejderha) heykeli var. Her ne kadar ejderhadan çok semendere benzese de böyle adlandırılmış. Gaudi’nin ejderha tutkusunu Casa Battlo’dan da biliyoruz.

Bu merdivenler Hipostil Salonu (Sala Hipóstila) adlı alana açılıyor. Yunanca “sütunların altında kalan alan” anlamına gelen Hipostil burayı çok net bir şekilde anlatıyor çünkü burası Apollo tapınağını andıran 86 sütunla desteklenen geniş bir alan. Mozaikle süslenmiş, küçük kubbelere sahip tavanı bu alana ayrı bir hava katıyor. Gaudi burada bir pazaryeri ya da akustik özelliği sayesinde bir balo salonu gibi kullanılmaya uygun bir alan yaratılmış. Hipostil salonundan biraz yukarıya baktığınıza su tahliyesi sağlayan aslan başı şeklinde gargoylleri ve onların da hemen üzerinde yer alan meşhur mozaikli bankları görüyorsunuz.

Hipostil Salonu’nun tavanı

Mozaikli bankların bulunduğu alan Plaça de la Natura (Doğa Meydanı) ya da eskiden bilinen orijinal adıyla Yunan Tiyatrosu olarak biliniyor. 110 metre uzunluğunda olmasıyla dünyanın en uzun bankı olan bu bankın tamamı kırık seramik parçaları ile dekore edilmiş durumda. Bir deniz yılan gibi kıvrıla kıvrıla ilerlemesi nedeniyle bu banka “Serpentine Bench” de deniliyor.

Banklardaki seramik tasarımları Mimar Josep Maria Jugol’a ait. İlginç olan burada kullanılan seramiklerin buraya özel olarak üretilmemiş olması. Yani bankta başka yerlerden gelen atık seramikler kullanılarak yepyeni desenler oluşturuluyor. “Trencadis” olarak adlandırılan ve Katalan Modernizmi mimarları tarafından sıkça kullanılan bu süsleme tekniğinde sadece seramiklere değil şişelerler, kabuklar, taşlar ve porselen parçaları çeşitli materyaller yeniden kullanılarak farklı mozaikler oluşturuluyor.

Bu meydanın yanından bir merdivenle inilen tüneller “Laundry Room Portico” olarak adlandırılıyor. Eğik sütunları ve çamaşırcı kadın heykeli ile ünlü olan bu koridorlar, sıcak yaz günlerinde evler arasında gölgelik bir yol oluşturması için tasarlanmış. Parkın daha yukarılarında ise yine ulaşımı kolaylaştırması için yapılmış ve doğayla bir bütünlük oluşturacak şekilde tasarlanmış 3 adet viyadük bulunuyor. World of Warcraft oynamış kişileri burada gezerken “ay resmen Orgrimmar’dayız” diyebilirler.

3. La Boqueria Pazarı (Mercat de Sant Josep de la Boqueria)
Pazardan alışveriş yapmak Barselona kültürünün bir parçası. Neredeyse hem semtin kendi pazarı var ve orada yaşayanlar alışverişlerini pazardan yapıyorlar. Eğer daha az kalabalık sakin bir pazara gitmek isterseniz La Boqueria dışında pek çok alternatifiniz olduğunu belirteyim. Öte yandan La Bouqeria aslında kentin en eski pazarı. 1270 yılına ait kayıtlarda bile şehrin giriş kapısı sayılabilecek bu alanda pazar kurulduğu biliniyor. O dönemde ağırlıklı olarak et alınıp satılıyor. Ayrıca diğer turistik noktalara çok yakın olması da burayı daha popüler hale getiriyor.

La Boqueria yalnızca evinize alışveriş yapacağınız bir pazar değil. Buradan bir şey alıp yiyerek gezebileceğiniz, pek çok farklı yiyeceğin tadına bakabileceğiniz hatta oturup bir şeyler içebileceğiniz bir yer. Fiyatları çok ucuz değil çünkü turistik bir nokta. Ancak çok fazla çeşit yiyeceği tek bir yerde bulup deneyebilmenizi sağlıyor.
La Boqueria’da Katalan mutfağında yeri olan pek çok şeyi bir arada bulabilirsiniz. Kurutulmuş et çeşitleri, peynir çeşitleri, hamur işleri, sosisler, patates topları, istiridye, kalamar, karides ve tropik meyveleri deneyebilirsiniz. Hatta içerideki barlara oturarak taze taze pişirilmiş deniz ürünlerini yerken içkinizi yudumlayabilirsiniz.

La Boqueria Pazarı’nın içi (fotoğraf: viator.com)

4. Las Ramblas Caddesi
İstanbul için İstiklal Caddesi neyse, Barcelona için de Las Ramblas caddesi odur. Aslında burayı görmek için özel olarak gitmenize pek gerek yok çünkü görülmesi gereken yerlerin merkezinden geçtiği için yolunuz mutlaka buraya düşecektir.

Rambla Katalancada vadi anlamına geliyor. Şehrin ilk zamanlarında burası, yağmur yağdığında suların birikip denize doğru altığı (hatta lağım aktığı da söylenen) kuru bir olukmuş. 1377 yılında eski şehir surları yıkılıp şehir El Raval tarafında doğru genişletildiğinde ise bir ana artere dönüşmüş. Bugün 1,2 kilometre uzunluğundaki cadde Calalunya Meydanından başlayıp Colomb heykeline kadar uzanıyor. Sağında ve solunda restoranlar, cafeler, hediyelik eşya dükkanları ve oteller bulunuyor.

Las Ramblas Caddesi (Fotoğraf: Martijn Vonk @Unsplash)

5.Plaça Catalunya (Katalonya Meydanı)

Burası için eski şehir bölgesiyle (Barri Gothic ve el Raval) sonradan şehrin büyüdüğü yer olan Eixample bölgesinin tam ortasında kalan merkez meydanı diyebiliriz. Katalonya Meydanı 50.000 metrekarelik büyük bir meydan ve burada çeşmeler ve heykeller bulunuyor. Şehirdeki pek çok önemli yapı gibi 1888 Dünya Fuarından önce yapılmış.
Yapımında İtalyan meydanlarından esinlenildiğini; hatta oradaki meydanlara benzemesi için buraya özellikle güvercin getirtildiğini okumuştum. O dönemin şehir planlamacılarının İtalyan hayranlığını, Plaça d’Espanya’daki Venedik sütunları ve Ciutadella Parkı’nın girişindeki zafer takı ile birlikte düşündüğünüz zaman bazı şeyler daha anlamlı oluyor.

Katalonya Meydanı (Fotoğraf: vunavgallery / envantoelements)

Şehir planlamacılığı demişken, Barselona’daki blokların kare ya da dikdörtgen şekilde dizilmediğini fark etmişsinizdir. Büyük caddelerin birbirine bağlandığı köşelere çapraz gelen binalar yapılarak sivri köşeler oluşması engellenmiş. Bunun nedeni; şehir planlamacılarının geleceğin ulaşım sisteminin tramvay olacağını düşünmesi. Yani ileride tramvay ağlarının şehrin her yerini saracağını düşünüyorlar ve tramvayların rahat dönebileceği geniş alanlar bırakmak için yolları birbirleri ile dikine kesiştirmiyorlar.

6. Colomb Heykeli (Monument a Colom)

Las Ramblas Caddesinin denize uzanan ucu Colomb Heykelinin bulunduğu meydana bağlanıyor. Bu heykel de yine 1888 Dünya Fuarından önce yapılan şehir düzenlemelerinden bir tanesi. 60 metre yüksekliğiyle oldukça heybetli bir görüntüsü var ve dilerseniz heykelin altındaki merdivenlerden girip bilet alarak asansörle heykelin tepesine çıkabiliyorsunuz. Böylece Barselona’yı gökyüzünden, panoramik olarak seyretme şansınız oluyor.

Aslen Cenevizli olan Christopher Columbus hayatının belirli bir döneminde İspanya’ya yerleşerek İspanyol İmparatorluğu’nun hizmetine giriyor. “Amerika’nın Keşfi” olarak adlandırılan ilk Amerika seferini de İspanya adına yapıyor ve döndüğünde yeni dünyayı keşfini müjdelemek için Kral II. Ferdinand’ın huzuruna Barselona’da çıktığı söyleniyor. İşte bu heykel, ilk Amerika seferini onurlandırmak için yapılan bir anıt.

Colombus Heykeli (fotoğraf: SteveAllenPhoto999 / Envanto Elements)

Uzun bir kaidenin üzerinde yer alan 7.2 metrelik bronz Colomb heykelinin parmağı ile belirli bir noktayı işaret ettiğini fark edeceksiniz. Bu konuda farklı kaynaklarda farklı bilgiler var bu nedenle doğrusunu öğrenmek için heykelin kendi ofisindeki yetkililerle konuştuk. Heykel Mallorca’yı işaret ediyor dediler. Mallorca Barselona’ya en yakın kara parçası olduğu için dünyanın geri kalanına açılan bir kapı olarak da görülmüş olabilir ya da bizzat Colomb yolculuğunun ilk durağı olarak buradan başlamış olabilir; o kısım biraz muallak.

7. Barri Gothic Bölgesi (Gotik Mahallesi)

Barri Gotic Barselona’da ilk yerleşimin kurulduğu, tarihi eski şehir bölgesinin genel adıdır. Daracık sokaklarında gezinirken kendinizi bir zaman yolcusu gibi hissettiren bu mahallede Orta Çağdan kalma birkaç Roma yapısı bulunsa da bugünkü görünümünü veren binaların büyük bölümü 1800’lerin sonlarından kalmadır. Bu sokaklarda gezinirken göreceğiniz yerden bazıları ise şu şekilde:

Pont del Bisbe (Bisbe Köprüsü): Bishops Bridge olarak da bilinen köprü zarif Neo-Gotik mimarisi ile bölgenin sembolüdür. Barri Gothic 1920’li yıllarda restorasyona girdiğinde bu köprüyü inşa etme görevi Katalan mimar Joan Rubió i Bellver’e veriliyor. Yapımı 1928 yılında tamamlanan köprü, burada bulunan iki binayı birbirine bağlıyor.
Köprünün altındaki süslemeler alışılmışın dışında olduğu için bu köprüyle ilgili çeşitli şehir efsaneleri yayılmış. Köprünün alt yüzeyinde yer alan içinden hançer geçen kuru kafa süslemesinin, zorlu şartlarda çalışan mimarın lanet okuması olduğunu söyleyen de vardır; buradan geri geri geçerseniz içinizdeki şeytanları ardınızda bırakmanızı sağlayacak bir charm olduğunu söyleyen de…

Bisbe Köprüsü

Temple of Augustus (Augustus Tapınağı Kalıntıları): Roma döneminden kalma devasa Agustus tapınağından kalan birkaç sütun, bugün apartmanların arasındaki gizli bir boşlukta kalmıştır. İki bin yılı aşkın bir tarihe sahip olmalarının yanı sıra 9 metrelik yükseklikleriyle çok ihtişamlı bir görüntü oluştururlar. Buraya ücretsiz olarak girip sütunların karşısına oturabilirsiniz. M.Ö. 1. yüzyılda yapılan tapınak İmparator Augustus’a adanmıştır. Tapınağın toplamda 37 metreye 17 metrelik bir alana yayıldığı tahmin edilmektedir.

Plaça de Sant Felip Neri (Felip Neri Meydanı): Sant Felip Neri meydanı, adını buraya bakan Felip Neri kilisesinden almıştır. Yapımı 1752 yılında tamamlanan meydanın Barselona tarihi açısından önemli, acıklı bir hikayesi vardır.

1938 yılında Felip Neri okulunda okuyan çocuklar ve Sant Felip Neri kilisesinde bakılan kimsesiz çocuklar bu meydanda oynamaktadır. İspanya İç savaşının sürdüğü ve Franko’nun Barselona’yı bombaladığı bu dönemde (30 Ocak’ta) meydana isabet eden bir bomba 30 çocuğun ölümüne sebep olur. Halk yaralılara yardım etmek için meydana koştuğunda ikinci bir bomba daha düşer ve 12 kişinin daha ölümüne neden olur. Bombalamanın neden olduğu hasar halen Sant Felip Neri Meydanının duvarlarında görülebilir.

Bu meydan size tanıdık geliyorsa, Evenescence’ın My Immortal şarkısının klibini izlemiş olabilirsiniz. Amy Lee’nin etrafında yürüdüğü çeşme, Sant Felip Neri meydanının çeşmesidir.

Felip Neri Meydanı (fotoğraf: laramblabarcelona.com)

Roma Duvarları: Roma imparatorluğu döneminde Barselona’ya kurulan ilk yerleşim tam Barselona Katedralinin bulunduğu bölgede yer alıyordu ve şehir 76 kulesi olan, kalın surlar ile çevrelenmişti. Bu surlardan halen ayakta olan bir bölümü Plaça Nova’dan Katedral tarafına doğru baktığınız zaman görebilirsiniz. Burada görünen yarı yıkık kemer, yuvarlak kuleler ve kare kuleler Roma İmparatorluğu dönemine ait tarihi kalıntılardır. (Alakasız olacak ama duvarlara bakarken arkanıza kalan binanın dış yüzeyinde Picasso’ya ait freskler göreceksiniz.)

En büyük ve iyi korunmuş parçaları Plaça Nova’da olsa da, Barri Gothic boyunca çeşitli Roma duvarı kalıntılarına rastlayacaksınız. Traginers Square, Carrer del Regomir Caddesi, Carrer d’Avinyó caddesi bu kalıntıların bulunduğu caddelerden bazıları.

Barri Gothic Bölgesinde, katedral yakınlarındaki Roma surları

Plaça del Rei: Orta çağdan kalma binalar tarafından çevrelenen bu tarihi meydan 1302 ila 1549 yılları arasında şekillenmiş. Barselona Kraliyet Sarayı kompleksini oluşturan 3 yapı (Saló del Tinell, Saint Agatha Şapeli ve Lloctinent Sarayı) bu meydana bakıyor. Roma imparatorluğu kalıntılarına ev sahipliği yapan ve şehrin 2000 yılı aşkın tarihini anlatan bir tarih müzesi gezmek isterseniz yine yolunuz buraya çıkacak çünkü MUHBA Barselona Tarihi Müzesi de bu meydanda.

Plaça Rei üzerindeki müze girişi (Fotoğraf: Chalo Gallardo / Unsplash)

Barselona Katedrali ( Barcelona Cathedral of the Holy Cross and Santa Eulàlia): Barselona Katedrali yapımına 13. Yüzyılda başlanan ve 1448 yılında tamamlanan bir Katolik Katedralidir. Katedrale adını veren Barseonalı Eulàlia’nın dini inancı nedeniyle Romalılar tarafından işkence edilerek öldürülen bir aziz olduğuna inanılıyor. İşkenceler azizin X şeklinde bir haça gerilmesi ile görselleştiriliyor. Bazı efsanelerde ise çıplak şekilde sokağa bağlanan azizin aniden başlayan kar yağışı sayesinde, vücudunu kaplayan kara rağmen geceyi sağ atlattığı da anlatılır. Efsaneye göre Romalılar bunu bir mucize olarak görmedikleri gibi, daha da sinirlenerek Eulàlia’yı öldürüyor.

Söz konusu azizin mezarı Barselona Katedralinin mezar odasında bulunuyor ve bu mezar nedeniyle Hristiyanlar bu katedrale özel bir önem atfediyor. Dini önemini göz ardı etseniz bile, katedralin gotik mimarisine, incelikli işçiliğine ve 93 metrelik kuleleriyle gökyüzüne uzanan devasa silüetine bakarken hayranlık duyacaksınız.
Katedralin hemen bitişiğinde ise bir manastır bulunuyor ve katedralle birlikte burası da gezilebiliyor. Ben gezmedim ama çok huzurlu bir avluya sahip olduğu söylenen bu manastırın avlusunda 13 beyaz kaz bakılıyor. Kazların sayısı Aziz Eulàlia’nın öldürüldüğü zamanki yaşına atıfta bulunuyor.

Barcelona Katedrali (Fotoğraf: Miguel Arcanjo / Pexels )

Santa Maria del Pi Bazilikası: 1319 ve 1391 yılları arasında inşa edilen Santa Maria del Pi Bazilikası Katalan Gotik stilinde yapılmıştır. Katalonya’daki en büyük gül pencereye sahip yapı olarak bilinir. Bazilika depremler, yangınlar ve savaş nedeniyle sürekli zarar görüp yeniden yapıldığı için 10 metre çapındaki bu devasa pencere artık orijinal pencere değil. Dışarıdan çok küçük ve sade görünmesi nedeniyle girip vakit kaybetmek istememiştim ancak içini gezenler içerideki atmosferin çok etkileyici olduğunu yazmışlar. Çan kulesine çıkarak manzaraya bakma imkânı da var, ancak asansör yok. Dolayısı ile kuleye merdiven çıkmaya razı olmanız gerekiyor.

Buranın ziyaret saatlerini “ibadet saati” ve “kültürel gezi saati” olarak ikiye ayırmışlar. İbadet saatinde gelene ücretsiz, gezi saatinde gelene ise müze, bahçe ve çan kulesini de kapsayan 8€’luk bir bileti var.

8. Recinte Modernista de Sant Pau Hastanesi

Sant Pau hastanesi aslında nispeten az bilinen, ancak Barcelona’ya gidilmişken mutlaka gezilmesi gereken sıra dışı bir yer. Birbirine yeraltı tünelleriyle bağı birden çok binadan oluşan bir kampüs şeklinde dizayn edilen bu hastane; hem Art Nouveau stilinin eşsiz bir örneği olma özelliğine sahip hem de 100 yıl önce -çağına göre oldukça modern- bir hastanenin nasıl olduğu ile ilgili bilgilendirici. Ben gitmeden önce korku verici bir yerle karşılaşacağımı düşünürken, gidince kendimi hayatımda gördüğüm en huzurlu yerlerden birini buldum. Öyle ki bahçesinde uzun uzun oturdum, hiç kalkasım gelmedi. Elbette bahçesinin bu kadar huzurlu olması bir tesadüf değil çünkü o dönemde hastaların iyileyebilmesi için huzurlu bir açık alanın bir nevi terapi görevi gördüğü düşünülüyor. Temiz hava ve güneş ışığı da tedavinin bir parçası olarak değerlendiriliyor.

Modernista de Sant Pau Hastanesi

Modernista de Sant Pau Hastanesi’nin çatıları (Foroğraf: santpaubarcelona.org)

Modernista de Sant Pau Hastanesi 1901 ve 1930 yılları arasında, Katalan Müzik Sarayının da mimarı olan Lluís Domènech i Montaner tarafından inşa ediliyor. Kubbeli kuleleri, vitrayları ve seramik süslemeli iç mekanları ile sanat eseri gibi bir mekân yaratmış Montaner. Bugün UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan kompleks 26 binadan oluşuyor. Binaların hepsi gezilemiyor çünkü bir kısmı çeşitli amaçlarla kullanıma alınmış. İnternetten balo salonu, toplantı odası gibi amaçlarla kiraya verildiği için ziyaretçilere kapalı olan odaların fotoğraflarını görünce içim gitti çünkü inanılmaz güzeller. Ne yazık ki buraları gezmek mümkün değil.

Sant Pau Hastanesini gezerken buranın nasıl finanse edildiği, konsültasyonların nasıl yapıldığı, hastaların nerelerde nasıl yattığı gibi detayları öğreniyorsunuz. Eski tıbbi malzemeler sergilenmiş, koğuşlar canlandırılmış. Şehrin varlıklı insanları burada tedavi olurken, maddi durumu yetmeyenler ise başılar ile açılan kontenjanlardan yararlanırmış. Mimar Antoni Gaudí’nin de ölümüne neden olan tramvay kazasından sonra getirildiği hastane de yine burası.

Sant Pau Hastanesi uzun yıllar Barselonalıların sağlık ihtiyaçlarını karşılamaya devam ediyor. Burada verilen bazı hizmetler 2007 yılına kadar devam ediyor ancak bu yıldan itibaren sağlık hizmetleri verilen bir yer olmaktan çıkıyor.

Modernista de Sant Pau Hastanesi’nin içi (Foroğraf: santpaubarcelona.org)

9. Palau de la Música Catalana (Katalan Müzik Sarayı)

Sant Pau Hastanesi’nin de mimarı olan Lluís Domènech i Montaner tarafından tasarlanan Katalan Müzik Sarayı da UNESCO Dünya Mirası listesindeki mimari eserler arasındadır. Katalan Müzik sarayında halen aktif olarak konserler düzenlenmektedir. Bu nedenle gündüz bilet alarak gezmek istemiyorsanız akşam düzenlenen konserlere de katılabilirsiniz.

Binanın yapımına, o dönemde Barselona’da meşhur olan “Orfeó Català” adlı amatör müzik topluluğu öncülük etmişt. Topluluk sanatını icra edebileceği bir bina yaptırmak istediğini açıkladığında, şehrin zenginleri hatırı sayılır paralar bağışlamışlar. Böylece konser salonunun yapımı için dönemin en ünlü mimarlarından olan Montaner ile çalışmaları mümkün olmuş. Binanın yapımına 1905 yılında başlanmış ve 3 yıl içerisinde tamamlanarak kapılarını ziyaretçilere açmış.

Binanın ön cephesi; Beethoven, Bach ve Wagner büstleri, rengarenk mozaiklerle dekore edilmiş çiçekli sütunlar ve Endülüs mimarisinden esinlenen kemeleriyle görülmeye değer bir güzellik sunuyor. Yapının en meşhur yeri ise büyük konser salonu. Çok sayıda rengarenk cam ve vitray ile süslenen bu ışık dolu salon, çoğunlukla seramik süslemeler ve kaplı. Büyük bir organın yer aldığı sahnesi, süslü sütunları ve cam tavanıyla eşsiz bir konser salonu. Adını Orfeó Català’nın kurucusundan alan, büyük vitraylar ile kaplı Lluís Millet Odası ve seramiklerle işlenmiş büyük fuaye alanı da Katalan müzik sarayının en güzel ve dikkat çekici alanları arasında yer alıyor.

Katalan Müzik Sarayı’nın içi (fotoğraf: www.palaumusica.cat)

10. Casa Batlló

Antoni Gaudí’nin baş yapıtlarından biri olarak kabul edilen bu sıra dışı bina bir deniz canlısının kafatasını andıran pencereleri ve üzerine ejderha tünemiş gibi görünen çatısıyla hemen dikkatinizi çeker. Zaten amaç da budur çünkü binanın sahibi olan iş insanı Josep Batlló, Antoni Gaudi ile anlaşırken, ona her istediğini yapmakta özür olduğunu ve karşılığında eşi görülmemiş, bir bakanın tekrar dönüp bakacağı bir bina istediğini söylemiştir.

Bu noktada dönemin zenginleri arasında küçük bir yarış olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu blokta dönemin en ünlü mimarlarının eserleri yan yana dizilmiştir ve her birinin sahibi, binasının yapımını bir prestij meselesi olarak görmüştür. Casa Amatller (Josep Puig i Cadafalch’in eseri), Casa Lleó Morera (Lluís Domènech i Montaner’in eseri), Casa Mulleras (Enric Sagnier’in eseri) ve Casa Josefina Bonet (Marcel-li Coquillat’ın eseri) “Illa de la Discòrdia” adı verilen bu ünlü bloğu oluşturur.

Casa Batllo evinin salonu (fotoğraf: casabatllo.es)

Aslında Casa Batlló sıfırdan yapılmış bir bina değil. Gaudi, eskiden burada bulunan binayı tamamen yıkıp sıfırdan yeni bir bina inşa etmek yerine, eskisini yenilemeyi tercih ediyor. Mimar çalışmaları 1906 yılında tamamlanıyor ve ortaya bu eşsiz eser çıkıyor.

Casa Batlló hem tasarım olarak çok sıra dışı hem de işlevsel açıdan çağının çok ötesinde özellikler barındırıyor. Örneğin binanın meşhur salonunun (The Noble Floor’un) tüm pencereleri açılabiliyor ve burası bir balkona dönüşebiliyor. Mantar şekilli şömine aynı zamanda bir oturma alanı işlevi görüyor. Tüm ev yuvarlak, akışkan hatlarla tasarlanmış durumda. Doğadan, özellikle de deniz canlılarından ilham alan formlar kullanılmış. Işıktan olabilecek en fazla şekilde faydalanmak için yapılan apartman boşluğunu çevreleyen camlar ise ışığı kırarak sanki su altında süzülüyormuşsunuz gibi hissettiriyor.

Casa Batllo evinin şöminesi (fotoğraf: casabatllo.es)

Batlló ailesi 1950’lere kadar bu evin “principal floor” denilen katında kalıyor. Zeminin bir üzerindeki kata denk gelen bu kat her zaman için zengin ve soyluların yaşadığı kat aslında. Çünkü giriş katı sokağa ve dolayısı ile tehlikelere açık. Üst katlar ise merdiven çıkmayı gerektirdiği için hor görülüyor. O yıllarda ispanyada üst katlara çıkıldıkça daire ebatları küçülüyor, pencereler küçülüyor, kiralar ucuzluyor. Yani katlar arasında net bir sosyo-ekonomik hiyerarşi mevcut.

Casa Batlló gezinizin sonunda Gaudí Cube’ü ziyaret ederek Refik Anadol’un “In the Mind of Gaudí” çalışmasını deneyimleyebiliyorsunuz. İzlemek diyemiyorum çünkü tamamı ekranlarla kaplı bu odada bulunmak gerçekten tüylerinizi diken diken yapan farklı bir deneyim.

11. Casa Mila

Şaşırtıcı olmayacağı üzere Casa Mila da bir Antoni Gaudí eseri. Dönemin zengin ailelerinden gelen Pere Milà ve Roser Segimon çiftinin oturması için inşa edilen bu bina La Pedrera (Taş Ocağı) olarak da adlandırılıyor. Dış görünüş olarak bir yamaca benziyor ve mimari stil olarak ilhamını her zaman doğadan alan Gaudi bu eserinde de yuvarlak hatlar kullanıyor. Balkonlarda sanki karaya vurmuş yosunlar gibi görünen korkulukların buraya özel olarak üretilmek yerine artık metaller birleştirilerek oluşturulması, dış cephesine bakınca görebileceğiniz ilginçliklerden yalnızca bir tanesi.

Gaudi katları özgürce inşa edebilmek için binanın iskeletini çelik bir konstrüksiyon olarak inşa etmiş. Böylece taşıyıcı elemanların nereye denk geleceği ile ilgili hiç endişelenmeden istediği asimetrik biçimleri oluşturmuş. Bu binaya 3 apartman boşluğu eklemiş, iki tanesi ışığı dağıtma ve binada yaşayanların da binayı görebilmesini sağlama görevi görürken üçüncüsü boru ve bacaların geçebileceği bir boşluk oluşturmuş.

Yapıldığı dönemde haklın bu binadan nefret ettiğini, gazetelerde bu binayla dalga geçen köşe yazıları ve karikatürler yayınlandığını biliyoruz. Hatta bir dönem Pere Milà’da bu binadan nefret ediyor çünkü bina mevcut regülasyonlara uymayan bir büyüklükte olduğu için çok ciddi bir ceza ödemek zorunda kalıyor. Bunun karşılığında Gaudi’nin ödemesini yapmayı reddediyor ve ikisi davalık oluyorlar. Neticede Gaudi davayı kazanıyor, binayı tamamlıyor ve parasını alıyor. Pere Milà ve Roser Segimon çifti, yapımı 1912 yılında tamamlanan binanın 1. Katına (principle floor) yerleşiyor. Mila 1940 yılında hayatını kaybediyor ancak eşi Roser Segimon 1964 yılında vefat edene dek burada yaşamaya devam ediyor. Binanın diğer katları ise başkalarına kiralanıyor. Kiracılar arasında ünlü iş insanlarının yanı sıra Mısır Prensi bile var.

Bina da sıra dışı tasarımı ve süslemeleriyle olduğu kadar işlevselliğiyle de çağının oldukça ötesinde. Örneğim yemek odası ile mutfağı birleştiren kapılar yer tutmasın diye sürgülü olarak yapılmış ve açıldığında sürgülü kapılar duvarların içine gömülüyor. Pencerelerin ahşap kısımlarında, pencereyi açmadan da içeriyi havalandırmayı sağlayan mini panjurlar bulunuyor. Kapı ve pencere kupları ise insanın eline en iyi şekilde oturacak şekle uyması için kil parçaları avuçta sıkılarak tasarlanmış. Henüz koca şehirde arabası olan 3-5 kişi varken binaya bir de otopark yapılmış.

Casa Mila’da apartman boşluğundan Mila ailesinin evine çıkan merdiven

Bunlar Casa Mila geziniz sırasında öğrenebileceğiniz detaylardan bazıları çünkü Casa Batlló’nun akisne bu ev çok daha bilgilendirici bir gezi tasarımına sahip. Hem audioguide’ın anlatımı hem de çatı katında bulunan müze Gaudi’nin nasıl bir dahi olduğunu ve tasarımlarını neye göre yaptığını anlatan öğretici kaynaklar olmuş. Bu evin diğerlerinden bir diğer farkı ise bazı orijinal mobilyaların korunmuş olması. Yani mobilyalı odaları gezerken o dönemin insanların nasıl bir hayat yaşadıklarını az çok gözünüzde canlandırabiliyorsunuz.

12. Palau Güell (Güell Sarayı)

Park Güell’e adını veren Eusebi Güell’i hatırladınız mı? Aslında Park Güell, ünlü sanayici Eusebi Güell’in Antoni Gaudi’ye verdiği ilk iş değil. Parkın inşasından çok önce, Güell ailesinin yaşadığı konak da Antoni Gaudi tarafından inşa ediliyor. Üstelik mimara “bütçen sınırsız, tamamen özgürsün” deniliyor ve ortaya inanılmaz şık ve gösterişli, biraz da gotik bir bina olan Palau Güell çıkıyor.

Palau Güell dışarıdan bakınca çok da özel bir yermiş gibi görünmüyor ancak içeri girdiğinizde ihtişamı karşısında büyüleniyorsunuz. 1886 ile 1888 yılları arasında inşa edilen binada “normal” binalardan farklı olarak at arabası ile girilebilen bir ana giriş, at arabalarının park edilebileceği bir otopark ve balo salonu olarak kullanılabilen aşırı gösterişli bir salon bulunuyor. Yüksek kubbe tavana sahip olan bu salona evin içinden açılan pencereler sayesinde ev sahipleri ana salona inmeden önce misafirlerini görme fırsatı buluyor.

Evin çeşitli yerlerindeki taş sütunlar, dövme demir işçiliği ile yapılmış parmaklıklar, ahşap tavanlar ve geniş cam vitraylar öylesine bir hava katıyor ki “vay arkadaş insanlar ne biçim bir evde yaşamış” diyorsunuz. Zaten audioguide’dan dinlediğiniz hikayelerin bir kısmı mimari ile ilgili, bir kısmı ise Güell ailesinin burada nasıl bir yaşantı sürdüğüyle… Örneğin o görkemli salonda dönemin en ünlü bestecileri konserler veriyor. Esebi Güell’in kızı Isabel Güell’de dönemin önemli bestecilerinden özel müzik dersleri alıyor ve neticesinde kendisi de tanınan bir besteci oluyor.

Güell ailesi burada 20 yıl kadar yaşadıktan sonra Park Güell’deki yeni evlerine taşınıyor. Palau Güell 1945 yılında Esebi Güell’ın kızı tarafından kültürel etkinliklerde kullanılmak üzere Barselona yerel yönetimine bağışlanıyor.

13. Casa Vicens

Antoni Gaudi tarafından yapılan ilk ev olan Casa Vincens, mimari tarzı açısından diğer Gaudi eserlerinden daha farklı bir tasarıma sahip. Vincens ailesinin 1883 ve 1885 yılları arasında yazlık ev olarak inşa ettirdiği bina diğer eserlerinden çok daha renkli ve çok daha köşeli. Köşeli olması şu açıdan önemli; Gaudi doğada bulunan formları kullanan bir mimar olduğu için diğer eserlerinde dümdüz gelen keskin çizgiler ya da dik açılı köşeleri pek göremiyorsunuz. Burası “tipik” bir Gaudi eseri olmasa da hem dönemin kalıplarını yıkan stiliyle Katalan modernizminin ilk örneklerinden bir tanesi olma özelliği taşıyor, hem de Gaudi’nin ileriki yıllarda stilini şekillendirecek bazı uygulamalara ev sahipliğini yapıyor.

Bina geniş bir bahçe, kömür deposu olarak kullanılmak üzere tasarlanmış bir bodrum katı, eğlence aktivitelerine ayrılmış giriş katı, yaşam alanı olarak kullanılan 1. kat ve bir bugün bir sergi alanı olarak kullanılan 2. kattan oluşuyor. Her Gaudi eserinde gördüğümüz erişime açık çatı yapısına bu evde de rastlıyoruz. Ağırlıklı olarak Morocco tarzı (Fas mimarisi) özellikleri taşıyan evde İslam mimarisine dair öğeler ve Asya’ya özgü süslemeler de bulunuyor. Rengârenk, oryantalist ve sıra dışı bir ev burası. Ben Casa Vincens’i gezme fırsatı bulamadığım için burada sizi nasıl bir deneyim beklediğini söyleyemem ancak yaratıcı mimari eserlere, özellikle de Antoni Gaudi’ye ilgi duyuyorsanız, ziyaret etmeniz gereken noktalardan bir tanesi de burası.

Casa Vicens (Fotoğraf: AXP photography / Unsplash)

 

14. Sihirli Çeşme, Plaça d’Espanya ve Venedik Sütunları

Katalan Ulusal Sanat Müzesi’ne sırtınızı vererek yürüdüğünüzde, karşınıza sırasıyla çıkacak üç ikonik yapı var. Bu yürüyüşünüz sırasında öncelikle Sihirli Çeşmeyi (Magic Fountain of Montjuïc), sonra Venedik Sütunlarını (Torres Venecianes) ve en sonunda İspanya Meydanını göreceksiniz. Bana sorarsanız şehirde görülmesi gereken yerler sıralamasının epey gerilerinde yer alsalar da vaktiniz varsa bakmadan geçmeyin.

1929 Dünya Fuarı için yapılan Sihirli Çeşme, saniyede 700 galon su fışkırtan fıskiyelere sahip. Fışkıran suların yüksekliği ise 5 metreye kadar çıkabiliyor. İşin keyfi hava karardığı zaman başlıyor çünkü suyun hareketlerine ışık gösterisi eşlik ediyor. Şunu unutmayın ki bu gösteriye her zaman denk gelemeyebilirsiniz. Kış aylarında gösteri yapılmıyor, yaz aylarında da şehirde kuraklık varsa yine havuzun suyunu kesiyorlar. Velhasıl burayı görmeye gidip boş bir havuzla karşılaşma ihtimaliniz olduğunu da göz önünde bulundurmalısınız.

Sihirli çeşmeyi ardınızda bırakıp yürümeye devam ettiğinizde karşınıza Venedik sütunların bulacaksınız. Bu sütunlar da tıpkı çeşme gibi 1929 Dünya Fuarı öncesinde inşa edilmiş ve sergi alanının giriş kapısı görevini üstlenmişler. Hatta fuar bitince yıkılmaları planlanıyormuş ve bu nedenle yapımında pek de kaliteli malzemeler kullanılmamış. 47 metre yüksekliğe sahip bu sütunlara Venedik Sütunu denmesinin nedeni, Venedik’teki San Marco Bazilikasının çan kulesi model alınarak inşa edilmiş olmaları.
“İyi de, İspanya’da Venedik sütunu ne alaka?” sorusunu ben de çok sordum. Cituadella parkındaki fuara giriş kapısı olsun diye yapılan zafer takı, ya da Avrupa’daki meydanlara benzesin diye güvercin getirilen Katalonya meydanı gibi bir muamma benim için bu. Diğer ülkelere jest olsun diye mi yapılmış, bu ülkelerin kültürünü sahiplendikleri için mi, yoksa sadece “süs olsun diye” mi hiçbir kaynakta bulamadım. Neyse…

Venedik Sütunları, arkasında sihirli çeşme ve en arkada Katalan ulusal Sanat Müzesi (Fotoğraf: RossHelen / Envanto Elements)

Bu kafa karıştırıcı ama etkileyici sütunların arasından görünen kavşak ise İspanya Meydanı. İspanya meydanını çevreleyen binaların arasında Barselona Arenası da mutlaka dikkatinizi çekecektir. 1900 yılında boğa güreşleri için yapılan ve zaman zaman önemli konserlere ev sahipliği yapan bu arena, 2011 yılında boğa güreşlerinin yasaklanmasıyla birlikte alışveriş merkezi haline getirilmiş.

15. Montjuïc

Latince “Jewish Mountain” (Yahudi Dağı) anlamına gelen Montjuic, kentin eteklerine kurulduğu tepenin adıdır. Tibidabo ile karışmasın, şehir çok sonradan o bölgeye büyüdü. Montjuic ise bugün neredeyse şehrin içinde kalmış, deniz kenarındaki, pek de yüksek olmayan tepenin adı. Bu adı ise orta çağda orada bulunan Yahudi mezarlığından alıyor.
Deniz seviyesinden yalnızca 173 metre yüksekliğine kadar uzanan ve dolayısı ile bir İstanbulluya göre dağdan ziyade sıradan bir yokuş sayılabilecek Montjuic; Barcelona tarihi ve kültürü açısından önemli bir yere sahip.

Montjuic Roma İmparatorluğu döneminde şehrin inşa edilebilmesini sağlayan bir taş ocağı görevi görüyor. Akdeniz’i ve kıyıları panoramik olarak gören stratejik konumu sayesinde buraya bir de kale inşa ediliyor. Montjuïc Kalesi’nin yapımına 1640 yılında başlanıyor ve kale 350 yıl boyunca aktif olarak kullanılıyor. Bugün kale, içerisindeki askeri müzeyle birlikte gezilebiliyor ve özellikle bahçeleri ile dikkat çekiyor.

1842 yılında buraya kurulan garnizon, politik tutukluların hapsedildiği bir hapishane olarak kullanılıyor. Hatta 1897 yılında terör saldırılarıyla ilişkili olduğu düşünülen 87 anarşist, kalenin meydanında idam ediliyor. Kale yaklaşık 100 yıl boyunca hapishane, işkence ve idam merkezi oluyor.

1920 Dünya Fuarı yaklaşırken Montjuïc tepesi de yeniden yapılandırılıyor. Bugün Ulusal Sanat Müzesi olarak kullanılan Palau Nacional, 1936 Berlin Olimpiyatları’ının anti-faşist alternatifi olması istenen Olimpiyatlara ev sahipliği yapmak üzere inşa edilen Olimpik Stadyum ve Formula 1 yarışlarında kullanılan yollar inşa ediliyor. Planlanan 1936 olimpiyatları, iç savaşın başlaması nedeniyle asla düzenlenemese de, şehir 1993 Barselona Olimpiyatlarına ev sahipliği yapıyor. Bu dönemde stadyum yenileniyor ve olimpiyatlara yönelik pek çok tesis inşa ediliyor. Parklar, botanik bahçeleri ve teleferiğin de eklenmesiyle Montjuic bugün gezdiğimiz halini alıyor. Ünlü ressam ve heykeltraş Joan Miró’nın eserlerinin sergilendiği Joan Miró Müzesi de yine Montjuic’de yer alıyor.

Montjuic Kalesi (Fotoğraf: Vunavgallery / Envanto Elements)

Sıra dışı bir mezarlık olan Montjuic Mezarlığını da (Cementerio de Montjuic) duymuş olabilirsiniz. Bu mezarlık adının aksine tepede değil, tepenin denize bakan sert yamacında yer alıyor. Bu nedenle mezarlığı gezmek istiyorsanız bunu Montjuic ziyaretinizin bir parçası olarak değil ayrı bir gezi olarak düşünmelisiniz. Zemine yayılmak yerine yamaçlardaki duvarlarda yükselen bu mezarlık 1883 yılından beri kullanılıyor. Eixample bölgesinde yaşayan varlıklı aileler tıpkı evleri gibi mezarlarını da dönemin önde gelen sanatçılarına tasarlatıyorlar. Bu nedenle mezarlık sadece duvarlarıyla değil, mozole ve heykelleriyle de de etkileyici bir yer haline geliyor.

16. Arc de Triomf ve Ciutadella Parkı

Arc de Triomf yani namı diğer Zafer Takı, aslında Roma mimarisinden aşina olduğumuz bir yapı. Zafer takları normalde büyük zaferlerin ardından hem asker ve komutanları onurlandırmak hem de halka bu zaferi öğretip onunla gurur duyma fırsatı yaratmak için yapılırdı. Barselona’daki Zafer Takının ardında ise hiçbir zafer hikayesi yok. Mimar Josep Vilaseca i Casanovas tarafından inşa edilen yapının tek amacı 1888 Barselona Dünya Fuarı’nın ana giriş kapısı görevi görmesi.

Zafer Takının altından geçilerek girilen Ciutadella Parkı’nın (Parc de la Ciutadella’nın) tarihi ise 1800’lerin ortalarına dayanıyor. 1714 yılında İspanya Vesayet Savaşları sırasında Barcelona’yı elinde tutmak isteyen V. Felipe, bugün parkın bulunduğu alandaki tüm yerleşimi yıkıp yerine o dönem için Avrupa’nın en büyüğü sayılabilecek, yıldız biçiminde bir askeri yerleşke (bir nevi kale) inşa ediyor.

1806 yılının Barcelona Şehir Planı. Parkın bulunduğu yerde yıldız biçimli bir kale mevcut. (Görsel: barcelonarchitecturewalks.com)

Halkın zorla inşaatında çalıştırıldığı, toplanan ağır vergiler nedeniyle bir nefret objesine dönüşen bu kale 1841 yılında şehir yönetimi tarafından yıkılıyor. Yerleşkeden kalan birkaç bina korunuyor (örneğin Catalonya Parlementosu binası) ve geri kalan tüm alan halka açık bir parka dönüştürülüyor. Bu park Barcelona’daki neredeyse tek yeşil alan olduğu için de önemli.

Parkın içerisinde sandal kiralanan bir göl, Roma’daki Trevi çeşmesini andıran Cascada Anıtı, çeşitli heykeller, minik botanik bahçeleri, Katalonya Parlamento Binası ve Barcelona Hayvanat bahçesi bulunuyor. Lluís Domènech i Montaner tarafından tasarlanan Castle of the Three Dragons’u da parkın giriş kapısına en yakın köşede görebilirsiniz. Uzun yıllar Zooloji Müzesi olarak kullanılan bu bina müze için yetersiz kalması nedeniyle boşaltırmış ve şu anda kapalı durumda.

Pakın içerisinde bulunan Neptün Çeşmesi (fotoğraf: Great_bru / Envanto Elements)

17. Camp Nou & Estadi Johan Cruyff Stadyumları

Avrupa’nın en büyük futbol stadyumu olan Camp Nou (ya da sponsorluk anlaşması sonrası aldığı ismiyle Spotify Camp Nou) futbolseverlerin ziyaret etmeden geçmediği yerlerden bir tanesi. Futbol ile en ufak bir ilgim olmadığı için burayı ziyaret etmedim. Ancak Barselona Futbol Kulübünün 100 yıllık tarihini anlatan müzesini gezmek, sporcuların soyunma odaları gibi alanları görmek ve sanal gerçeklik gibi etkileşimli deneyimlere katılmak isteyen pek çok kişi vardır. Konuya çok hâkim olmadığım için resmi siteyi buraya bırakıp kaçıyorum, ilgisini çeken tura nelerin dahil olduğunu incelemek isterseniz tıklayın.

18. Picasso Müzesi

İspanyol Ressam Pablo Picasso’nun çok sayıda eserine ev sahipli yapan Picasso Müzesi Barri Gothic’te bulunuyor. Müze yalnızca ressamın hayranları için değil, sanat tarihi ile biraz olsun ilgilenen herkes için ilgi çekici bir müze çünkü sanatçının en bilindik eserlerinin yanı sıra mavi dönemi, pembe dönemi ve kübist eserlerinin zaman içerisindeki dönüşümünü görebildiğiniz çok geniş bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor. 13. ve 14. yüzyıldan kalma tarihi binaların içerisinde yer alan müzenin kalıcı sergisinde 3,500’ün üzerinde eser sergilenirken geçici sergilerle birlikte bu rakam 5000’i geçebiliyor.

19. Kraliyet Tersanesi ve Barselona Denizcilik Müzesi

Barselona Denizcilik Müzesi (Maritime Museum of Barcelona) kentin tarihi açısından büyük öneme sahip bir bina olan Kraliyet Tersanesi’nin (Royal Shipyard) içerisinde yer alıyor. Yapımına 13. yüzyılda başlanan bu devasa tersane, yüzyıllar boyunca yeni inşaatlar yapılarak genişletiliyor. Bugün gördüğümüz haline 18. yüzyılda kavuşan yapının içerisinde 13. yüzyılda yapılan ilk limana ait kalıntılar da sergileniyor.

İspanya’nın denizlerin hâkimi olduğu dönemlerde bu tersanede, 30 adet kalyon eş zamanlı olarak üretilebiliyor. Bir kalyonun ortalama 36 ila 50 metre uzunluğunda olduğunu düşünürseniz bu tersanenin o dönemin mega yapılarından bir tanesi olduğunu anlıyorsunuz. Tarihi bina tam 17,500 m2’lik bir alanı kaplıyor.

Denizcilik müzesinin içerisinde Barcelona’nın denizcilik tarihine dair ilginç bilgiler yer alıyor. Fotoğrafın icadından önce gemi ressamlarının ne denli önemli olduğunu, kalyonlarda kürek çeken bir kürek mahkûmun yaşam koşullarını ve modern gemilere geçişin aşamalarını adım adım öğreniyorsunuz.

Müze aynı zamanda gerçek boyutlu bir kaylon replikasına ev sahipliği yapıyor. İncelikle süslenmiş, 60 metre uzunluğundaki bu devasa geminin yanında küçücük kalıyorsunuz. İşin can sıkıcı tarafı bu replika, 1571’de kaybettiğimiz İnebahtı Deniz Savaşı’nda İspanyol donanmasının amiral gemisi olan geminin birebir kopyası.

İnebahtı Deniz Savaşı’nda İspanyol donanmasının amiral gemisi olan kalyonun gerçek boyutlu replikası

Barselona’da Ulaşım

Eğer İspanya Meydanı veya Katalonya Meydanı civarında konaklıyorsanız havalimanından şehir merkezine gelmenin en kolay yolu Aerobús kullanmak. Bunlar bizdeki Havaş gibi havalimanı-kent merkezi ulaşımını sağlayan otobüsler. Hem durakta hem de otobüslerin üzerinde kocaman Aerobús yazdığı için gözden kaçırmanız zor. Terminalden çıkınca kalabalığı takip ederek bile bulabilirsiniz. Aerobús biletinizi linke tıklayarak online olarak da alabilirsiniz ama şart değil çünkü durağın hemen yanında bilet otomatları var. Bir bilet 6,75€ ve kredi kartı geçerli.

Bu otobüsler A1 ve A2 olarak ikiye ayrılıyor çünkü Barselona’da 2 havalimanı terminali var. A1 1. Terminale gidip dönüyor, A2 ise 2. terminale gidip dönüyor. İki terminal arasında epey bir yürüme mesafesi var bu nedenle dönüşte doğru otobüse binmek için uçağınızın hangi terminalde olduğuna dikkat edin. Örneğin Pegasus Havayolları 2. Terminali kullandığı için biz A2 Aerobus’ını kullandık.

Eğer T2 Terminaline indiğinizde tren istasyonuna gitmek isterseniz ya da Eixample’ın iç bölgelerinde konaklıyorsanız metro kullanmak sizin için daha pratik olabilir. O zaman kapıdan çıkınca karşıya geçip metroya binmelisiniz. Buradan R2N trenine binerek Passeig De Gràcia durağında inerseniz Eixample’ın merkezine inmiş olursunuz. Havalimanı metrosunun biletleri şehir içi metrosununkinden farklı ve daha pahalı.

Hem şehir içi ulaşım hem de havalimanına gidiş için metro biletlerini almak çok kolay çünkü istasyonlarda bulunan bilet otomatlarının İngilizce menüsü de var. Ana sayfanın sağ altından dili ayarladıktan sonra bilet türünü seçiyorsunuz. Tek kullanımlık bilet (Single Ticket), T-Causal (tek kişi tarafından kullanılabilen 10 binişlik bilet) ve T-Familiar (Birden çok kişinin kullanabileceği, toplam 8 biniş hakkı veren bilet) arasından size uygun olanı seçin. Yine otomatlardan satılan Hola Barselona kartları ise size 2, 3 ya da 4 gün boyunca sınırsız kullanım hakkı tanıyor. Bu kartlar yalnızca tek kişi tarafından kullanılabiliyor ve fiyatları 17€’dan başlıyor. Tek kullanımlık biletin €2.55 olduğu düşünüldüğünde bunun karlı olması için epey bir metro-otobüs kullanmanız lazım. Yüksek çözünürlüklü metro haritasına ulaşmak için linke tıklayın.

Başka seçenekler de var ama onlar bu seyahat için çok fazla gelecektir çünkü çok az yere giderken metro ya da otobüse ihtiyaç duyacaksınız. Yokuş az, sokaklar güzel ve mesafeler kısa olduğu için Barselona’yı yürüyerek gezmek en güzeli. Eğer Barcelona Card satın aldıysanız, havalimanı ulaşımı da dahil olmak üzere tüm toplu taşıma araçlarını ücretsiz olarak kullanabilirsiniz.

Barselona’da Nerede Konaklanır?

Barselona büyük bölümünü yürüyerek gezebileceğiniz bir şehir olduğu için gezilecek yerlere yakın bir yerlerde konaklamanız size zamandan ve paradan tasarruf sağlayacaktır. Gezilecek yerler genellikle Eixample ve Cituat Vella semtleri içerisinde bulunuyor. Cituat Vella’nın içeriside 4 mahalle var. Bunlar El Raval, Barri Gothic, El Born ve Barcelonata.

Hepsini tek tek anlatacağım ama benim önerim Plaça Catalunya civarında konaklamanız olur. Katalonya meydanı Barri Gothic, El Raval ve Eixample semtlerinin kesiştiği yerde bulunuyor. Hem merkezi, hem güvenli, hem toplu taşımaya yakın, hem de çok sayıda otel seçeneği var.

Barri Gothic: Eski tarihi şehir merkezi olan Barri Gothic’de oteller var. Ancak hem otellerin yorumları çok iyi değil hem de gece geç saatlerde sokaklar ıssızlaştığında tatsız olaylar yaşanabiliyor. Ben risk almak istemediğim için bu merkezi tercih etmedim.

El Raval: Las Ramblas’a yakın kısımları nispeten daha güvenli olsa da bu semtin iç kesimlerinde kalmak istemezsiniz. El Raval’ın iç kesimleri güvenli değil. Zaten iç kesimlerdeki otellerin yorumlarını okursanız pek çok kişinin bu bölgede konaklarken sorun yaşadığını görürsünüz.

Eixample: Kaliteli otellerin bulunduğu merkezi bir semt Eixampe. Ancak şöyle küçük bir sorun var, bu Nişantaşıvari semte yaklaştıkça oteller de pahalılaşmaya başlıyor.

Barcelonata: Sahile yakın olan bu kesim gezilecek yerlere biraz uzak kalıyor. Eğer önceliğiniz deniz-kum-güneş tatili yapmaksa bu mahallede konaklayabilirsiniz. Bilindik restoranlar ve gene kulüpleri de genellikle bu bölgede.

Barselona’nın semtleri (Kaynak: https://maps-barcelona.com)

Barselona’da Otel önerileri

Barselona’da konakladığım iki otelden de memnun kaldım. Her ikisini de rahatlıkla öneririm. İyi bir otelde kalmanın püf noktasının erken rezervasyon olduğunu unutmayın. Ben oteli ayırttığımda sabitlediğim gecelik ücret, seyahat tarihim yaklaştığında iki katına çıkmıştı. Yani bu otelleri erken aldığım için yarı yarıya ucuza kaldım.

Exe Plaza Catalunya: Katalonya meydanına çok yakın olan bu otel her açıdan yeterli bir otel. Yani lüks değil, fazla bir şey sunmuyor ama hiçbir eksiği de yok. Temiz, rahat ve merkezi. Fiyatları da bölgedeki diğer otellere kıyasla bir tık daha uygun. Oteli incelemek ve rezervasyon yapmak için tıklayın.

Catalunya Passeing de Garcia: Burası 4 yıldızlı, nispeten iyi sayılabilecek bir otel. Hem konumu muhteşem, hem şık, konforlu ve temiz. Çalışanlar çok ilgili ve otel olanakları da geniş. Örneğin kahve makinesi, kişisel bakım ürünleri falan gayet iyi. Oteli booking.com’dan incelemek ve rezervasyon yapmak için tıklayın.

Barselona’da Ne Yenir?

Barselona’nın deniz ürünü ağırlıklı bir mutfağı bulunuyor. Ayrıca bizdeki meze kültürüne benzer olarak çok sayıda yiyecekle masayı donatma kültürü var ki buna da “tapas” deniyor. Tapasların bir kısmı kanepe şeklinde hazırlanmış ekmek üstü atıştırmalıklardan oluşsa da tamamı bundan ibaret değil. Karides, ançüez, zeytin, patates tortillası gibi pek çok yiyecek, geleneksel bir tapas sofrasının bir parçası.

Buradaki yerel mutfağı mutlaka denemenizi öneririm ancak hoşlanmadıysanız pizza, hamburger gibi pek çok seçeneğiniz de olacak.

Karışık Seafood Paella (Fotoğraf: Sandra Wei / Unsplash)

Yemekler

Seafood Paella: Deniz ürünlü Paella, seçeceğiniz deniz ürünleri ve pirinç ile hazırlanıyor. Eğer midye seviyorsanız bu yemekten çok hoşlanabilirsiniz çünkü midye tadı çok baskın. Eğer iyi bir paella yemek istiyorsanız Las Ramblas’daki restoranlarda yemeğin. Buradaki restoranların çoğunun Katalan mutfağına pek hakim olmayan göçmenler tarafından işletildiği ve donmuş, lezzetsiz paellalar servis ettikleri söyleniyor. Öte yandan Barcelonata bögesinde ve Barri Gothic’in denize yakın kesimlerinde hakkını vererek paella hazırlayan restoranlar bulabilirsiniz.
Fideuà: Paellaya çok benzer bir deniz ürünleri yemeği olan Fideuà pirinçle değil özel bir makarna ile hazırlanıyor.
Patatas Bravas: Patatas Bravas aslında baharatlı, kızarmış patates küplerinden oluşuyor. Domates sosu ve sarımsaklı mayonez ile servis ediliyor. Tam bir bira yancısı.
İstiridye: Biraz limon sıkıp ve kabuğunu kaşık olarak kullanarak yiyebileceğiniz taze istiridyeler de Katalan mutfağının bir parçası. Restoranlarda daha pahalı olduğu için La Bouqeria pazarında deneyebilirsiniz.
Endülüs usulü kalamar: Endülüs usulü kalamar limonlu ve sarımsaklı kızarmış kalamara verilen isim. Bizdeki kızarmış kalamarın aynısı diyebilirim ama güzel pişiriyorlar, yemeye değer.
Buharda Midye: Sarımsaklı özel bir sosla buharda pişirilmiş bir tabak dolusu midyeden oluşan bu yemek geleneksel Barcelona mutfağının önemli bir parçası. Çok midye sevmeyen bir insan olarak ben pas geçtim.
Bombas: İçi dolgulu kızarmış patates toplarına genel olarak “bombas” deniyor. Sosla servis edilen bu topların içinde peynir ya da kıyma gibi farklı dolgular bulunuyor. Ben La Bouqueria’da yiyip çok anlamsız bulmuştum ama muhtemelen çok daha iyi yapan başka yerler vardır.
Spanish Tortilla (İspanyol Omleti): İspanyol omletini, pasta dilimi gibi kesilip servis edilen, kalın bir patatesli omlet dilimi olarak düşünebilirsiniz. Ben bunu kahvaltılık bir yiyecek olarak değerlendirmiştim ancak kahvaltı satan yerlerde bulamadık. Akşam saatlerinde tapas restoranlarında hazırlanıyor.

Tatlılar

Crema Catalana: Krem Katalan’ın resmini ilk gördüğümde “Ee bunun crème brûlée’den ne farklı var?” diye internete bakmıştım. Bir farkı yokmuş. Fransızlar bu tatlının kendilerine ait olduğunu iddia ederken Katalanlar da kendi geleneksel tatlıları olarak servis ediyorlar. Bizim burada Creme Brulee olarak bildiğimiz tatlısının aynısı yani.
Çikolata ve Churros: Dürüst olmak gerekirse bunun çok daha lezzetli olacağını düşünüyordum ama umduğum gibi olmadı. Yine de aklımda kalacağına denediğim için mutluyum. Çikolata ve churros söylediğinizde bir fincan erimiş çikolata ve churros adı verilen kızarmış hamurlardan geliyor. Hamuru erimiş çikolataya banarak yiyorsunuz.

Fincanda gelen erimiş çikolata ve çikolataya banmalık churros (Fotoğraf: Oscar Nord / Unsplash)

İçecekler

Sangria: Meyveli bir şarap kokteyli olan Sangria aslında İspanyolların yerel içkisidir. Ben çok sevmediğim için burada içmedim ama gittiğim yerlerde herkes sürahi ile sipariş ediyordu.
Cava: Benim gönlümü çalan yerel içki Cava oldu. Bir çeşit şampanya ya da köpüklü şarap olan cavanın özelliği buraya özel üzümlerden üretiliyor olması. Bizdeki “kutlama içkisi” bakış açısından farklı olarak yemekte hatta kahvaltıda bile içiliyor.
Vermut: Yine bir şarap kokteyli olan vermut bol baharatı ve hafif tatlı. Alkol oranı ise yüksek. Vermut da Barcelona yerel mutfağının olmazsa olmazlarından sayılıyor.

Barselona’da Nerede Yemek Yenir?

Barcelona’da yemek yiyebileceğiniz mekanları semtlerine göre ayırıyorum. Böylece acıktığınızda hangi bölgeye yakınsanız o listeden size uygun bir yerler seçebilirsiniz. Yazdığım mekanların bir kısmı kendim gidip memnun kaldığım mekanlar; bir kısmı ise başkalarının önerilere bakarak not aldıklarım.

Barcelonata:

La Cova Fumada: Barcelonata tarafında bir tapas restoranı. Lezzeti çok övüldüğü için kaydetmiştim ama Pazar günleri kapalı olduğu için gidemedim.
Konumu için tıklayın.
Can Ramonet: Kaliteli bir deniz ürünleri restoranı. Katalan mutfağında olan hemen hemen tüm deniz ürünleri bulabilirsiniz. Porsiyonlar da çok büyük ama biraz pahalı. Burada paella ve balıkçı çorbası denedik. Konumu için tıklayın.

Barri Gothic:

Colom Restaurant: Akdeniz, özellikle de Katalan mutfağına ait yemekler sunuyorlar. Yemekler çok lezzetli ama erken gelmezseniz kapıda oluşan uzun sırada epey bir beklemeniz gerekebilir. Konumu için tıklayın.
Guell Tapas Restoran: Tam Barri Gothic’de değil aslında El Raval’da yer alıyor. Tapas çeşitliliği ve lezzet olarak gayet memnun kaldım. Konumu için tıklayın.
El Bosc de Les Fades: Barri Gotic’te bir bar. Alkolün yanı sıra kahve ve pasta için de uğranabilir. Yeme içmeden ziyade değişik bir atmosfere sahip olduğu için ilgi çekici ama mutlaka gidilmesi lazım diyemem. Konumu için tıklayın.
Can Paixano: Barri Gotic’te küçük bir dükkan. Ekmek arası bir şeyler alıp ayakta yemek isterseniz değerlendirebilirsiniz. Konumu için tıklayın.
Patisserie Hofmann: Bu pastanenin Mascarpone’lu Kruvasanı çok övülüyor. Deneme fırsatım olmadı ama yapılacaklar listemde duruyor. Konumu için tıklayın.

Eixample:

Citizen Café Barcelona: Kahvaltı için en geniş seçenekleri burada bulduk. Yediklerimiz de oldukça lezzetliydi. Konumu için tıklayın.
Cocovail Beer Hall: Hep deniz mahsulü yiyip şarap içmekten sıkıldıysanız çok geniş bira menüsüne sahip Cocovail’e gidebilirsiniz. Yemek konusunda garanti veremem çünkü tavuk kanatları çok güzelken patates kızartması yenemeyecek kadar kötüydü. Konumu için tıklayın.
Soma restoran: Casa Mila’ya yakın, İtalyan ve İspanyol mutfağını harmanlayan bir restoran. Konumu için tıklayın.
Restaurant Cal Boter: Fix menü öğle yemeği yenilebilecek bir restoran. Konumu için tıklayın. 

Barcelona’da Gece Hayatı

Barcelona’nın gece hayatı meşhurdur. Benimse bu konuda bazı itirazlarım var. Eğer lüks, pahalı, kasıntı kulüplerin kapısında -online biletiniz olduğu halde- saatlerce sıra beklemek ve sonra dress code yüzünden (dress code bahane, keyfi kriterler şahane) reddedilmek canınızı sıkmayacaksa burada şansınızı deneyebileceğiniz çok fazla seçenek var. Mekanların çok büyük bölümü tekno, elektronik müzik çalan yerler. Kapılarını gece yarısında açıyorlar ve okuduğum yorumlara göre ortamın canlanması 1:30’u buluyor. İnternette Barcelona’nın meşhur gece kulüplerini arattığınızda adı geçen yerlerin Google puanlarına ve Google yorumlarına baktığınızda zaten hevesiniz kaçıyor. Ben nispeten keyifli olabileceğini düşündüğüm iki yer buldum:

Razzmatazz: Razzmatazz aslında içerisinde 5 farklı gece kulübü bulunan bir gece kulübü kompleksi. Burası şehrin en büyük mekanı ve yalnızca ana salonu bile 2000 kişilik. Buna karşın online bilet almadan giderseniz kapıda kalma olasılığınız çok yüksek. Biletinizi mekanın resmi web sitesi olan https://www.salarazzmatazz.com/en/ adresinden alabilirsiniz.
İçeride Fuego, LA1, El Dirty, Mandanga ve Human isimli 5 club var. Bu clubların da kendi içlerinde farklı sahneleri olabiliyor. Hepsinde çalan müzik tarzı farklı. Bu nedenle kendi keyfinize göre bir seçenek bulmak çok daha kolay.

Jamboree Jazz Club: Burası aslında bir Jazz Club ve akşamları gerçekten keyifli konserler oluyor. Swing, blues hatta hangdrum konseri gibi etkinlikler var. Gece 12’de ise “Disco Night” başlıyor yani dümdüz gece klübüne dönüşüyor. Fazla büyük bir yer değil bu nedenle biletlerinizi önceden almanızı öneririm. Programlara bakmak ve bilet almak için tıklayın.

Barselona Civarında Günübirlik Gezilebilecek Nereler Var?

Barselona’ya kadar gitmişken günübirlik olarak uğrayıp gezebileceğiniz çok fazla yer var. Özellikle Girona ve Figueres Barcelona’ya çok yakın. Buraya kadar gelmişken gezmeden dönmek yazık olur diye düşünüyorum. Eğer daha geniş bir vaktiniz varsa Fransa sınırına da geçebilirsiniz. Örneğin ben “Bir daha ne zaman geleceğim Güney Fransa’ya” diyerek 1 gecelik bir Carcassone kaçamağı yaptım, çok da güzel oldu.

Girona

Girona, Barceloda’dan yalnızca 1,5 saate ulaşılabilen tarihi bir şehir. Katedrali, daracık sokakları, taş binaları ile sizi bambaşka bir atmosferin içerisine sokuyor. Özellikle Game of Thrones hayranlarının hatırlayacağı Bravos sahnelerinin büyük bölümü bu kentin sokaklarında çekilmiş. Katedralini de yine dizide wildfire ile yakılan Great Sept sahnelerinden hatırlayacaksınız. Velhasıl her ne kadar şehrin simgesi rengarenk evlerle çevrili ırmağı olsa da, burası sizi ortaçağa ışınladığı için özel bir yer bence.

Girona’ya trenle ulaşım çok kolay. Hızlı trenle 40 dakika, normal trenle 1,5 saat sürüyor. Şehre araba kiralayarak ya da ulaşım dahil günübirlik tur ayarlayarak da katılabilirsiniz. Günübirlik Girona turları sizi otobüs veya trenle götürüp rehberle gezdiriyor ve bazı turlar Costa Brava’ya da uğruyor. Bu turları incelemek için tıklayın.

Burada herhangi bir konaklama ayarlamanıza gerek yok çünkü Girona çok küçük bir şehir. 4 saat gezip 1-2 saat keyif yapsanız akşam trenine atlayıp Barcelona’ya geri dönebilirsiniz.

Ayrıntılı Girona gezi rehberime de linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Girona (Fotoğraf: Photo by Joshua Kettle / Unsplash)

Figueres

Figueres aslında standart bir Katalan şehri ve gezilecek çok fazla bir şey yok. Burayı böylesine önemli kılan ise sanat tarihine adını altın harflerle yazdıran Salvador Dali’nin memleketi olması. Bizzat Salvador Dali tarafından yapılan ve sadece bir müze değil başlı başına bir sanat eseri olan Dali Tiyatro Müzesi Figueres’de yer alıyor.
Barcelona’dan Figueres’e ulaşım arabayla da trenle de 2 saat kadar sürüyor. Eğer benim gibi sadece müzeyi gezip dönecekseniz yarım gün bile yeterli bu yüzden pek çok kişi Girona ve Figueres turlarını birleştirip tek günde tamamlıyor.

Eğer daha çok vakit ayırıp daha detaylı gezmek istiyorsanız “Dali Üçgeni” turu da yapabilirsiniz. Yani Dali Tiyatro müzesini gezip buradan Dali’nin uzun süre yaşadığı Cadaqués köyüne gidebilir ve buraya yarım saat mesafedeki Portlligat’a uğrayıp Dali ile Gala’nın yaşadığı Ev Müzesi’ni gezebilirsiniz. Meşhur Gala Dali Kalesi ise dönüş yolunda, Girona yakınlarında kalacak. Böyle bir turu araba kiralamadan yapmak çok güç ama bu rotayı izleyen pek çok rehberli günübirlik turu bu sayfada bulabilirsiniz.

Tarragona:

Barcelona’dan trenle de arabayla da 1 saat 15 dakikada ulaşılabilen Tarragona antik roma kalıntılarıyla ve plajlarıyla ünlü. Eğer burayı yaz aylarında ziyaret ettiyseniz ve güzel bir deniz tatili de yapmak isterseniz burayı değerlendirebilirsiniz. Diğer mevsimlerde ise sadece Roma kalıntılarını görmek için vakit ayırmak çok mantıklı olmayabilir. Yaz sezonu dışında gezmenin biraz keyifsiz olduğu söyleniyor.

Monserrat Manastırı:

Barselona’dan yapılan günübirlik turlarda ve şehirler arası yollardaki tabelalarda sıklıkla adını göreceğiniz Monserrat manastırı Hristiyanlar için çok önemli bir manastır. Buradaki mağaralarda 1200 yıllık bir suret (Virgin of Montserrat) bulunması ve hala aktif bir haç merkezi olması burayı Hristiyanlar açısından önemli yapıyor. Öte yandan Hristiyan değilseniz ve sadece hikayesini dinleyip mimarisini görmeye, atmosferini yaşamaya gidiyorsanız buraya zaman ayırmaya değer mi emin değilim. Ben burayı ziyaret etmedim ancak siz vaktinizin ne kadar geniş olduğuna göre karar verebilirsiniz.

Manastır dağların arasında yer aldığı için, buraya arabasız şekilde ulaşmak biraz çetrefilli oluyor ve tren kullanmak karayoluyla ulaşmaktan 1 saat daha uzun sürüyor. Burayı görmek istiyorsanız yarım günlük rehberli bir tuta katılmayı düşünebilirsiniz. Bu turları linke tıklayarak inceleyebilirsiniz.

Carcassone:

Carcassone aslında İspanya’da bile değil ancak arabayla Barselona’ya 3,5, Figueres’e ise 2 saat mesafede yer alıyor. Görmeyi çok istediğim bir yer olduğu için dibine kadar gelip görmeden dönemezdim. İyi ki de görmüşüm! Carcassone devasa şehir surları arasında kalmış, tarihi dokusunu tamamen koruyan büyüleyici bir orta çağ kenti. Sokaklarında dolaşmak, kalesini, katedralini ve müzelerini gezmek için bir gün yeterli.

Siz de Barselona’yı gezerken şehirden ayrılıp 1 gece Carcassone’da kalıp sonra Barselona’ya geri dönebilirsiniz ya da seyahatinizin başına ya da sonuna bir Carcassone Gezisi ekleyebilirsiniz. Örneğin Touluse havalimanına inip, Carcassone’u gezip, gece burada kaldıktan sonra ertesi gün Figueres ve Giroyayı gezip Barcelona’ya ulaşabilirsiniz. Detaylı Carcassone Gezi Rehberime buradan ulaşabilirsiniz.

Cite de Carcassone giriş kapısı

Barselona’da Yapılabilecek Aktiviteler Neler?

Barselona tarihi, mimarisi ve sanatıyla olduğu kadar “deniz, kum & güneş” seçenekleriyle de cezbedici bir şehir. Burayı yaz aylarında ziyaret ediyorsanız tekne turlarına katılarak yarımadanın en güzel koylarında ve plajlarında denize girebilirsiniz. Tekne turu, tüplü dalış, katamaran partileri gibi etkinlikleri linke tıklayarak inceleyebilirsiniz.

İspanya demek flamenko demek! Güzel bir flamenko gösterisi izlemek için pek çok seçeneğiniz olsa da benim karşıma en çok çıkan, hakkında en çok olumlu yorum yapılan flamenko şovu, Katalonya Meydanındaki “Theatre City Hall” da düzenlenenler gibi görünüyor. Diğer yerlerden biraz daha pahalı olduğunu söylemem lazım ama incelemek isterseniz tıklayın.

Burada Katalan mutfağının zenginliğinden istifade eden çok sayıda tadım turu da düzenleniyor. Civardaki şarap bağlarını gezip tadım yapabileceğiniz, tapas restoranlarını rehber eşliğinde gezip Katalan mutfağının özelliklerini keşfedebileceğiniz etkinlikler için tıklayın.