Yazı İçerikleri
Burdur Gezi Rehberi ve Burdur’da Gezilecek Yerler
“Hadi bir yerleri gezelim” dediğinizde, Burdur ilk akla gelen yerlerden bir tanesi değil ama aslında bu büyük bir kayıp. Çünkü ülkemizin eşsiz güzelliklerinin önemli bir bölümü Burdur sınırları içinde kalıyor. Sagalassos Antik Kenti, Salda Gölü, Kibyra Antik kenti bunlardan yalnızca birkaç tanesi… Tam da bu nedenle Burdur mutlaka gezilmesi gereken yerlerin başında geliyor.
Burdur “Göller Yöresi” veya “Göller Bölgesi” olarak bilinen, irili ufaklı çok sayıda doğa harikası gölün bulunduğu bir coğrafyanın tam kalbinde yer alıyor. Dolayısıyla hazır bu taraflara uğramışken kapsamlı bir Göller Yöresi gezisi de yapmak isteyebilirsiniz tabii.
Peki Burdur’da gezilecek yerler nereler, ne kadar kalmalı, ne yemeli, nerede konaklamalı derseniz; buyurun Burdur Gezi Rehberimi okumaya…

Sagalassos Antik Kenti Yukarı Agora ve Antoninler Çeşmesi
Burdur’a Gitmeden Önce Bilmeniz Gerekenler
275 binlik nüfusuyla Burdur nispeten küçük bir şehir. Akdeniz bölgesinde sayılması sizi yanıltmasın, kışın epey soğuk olabiliyor. Öyle hafif bir serinlikten değil, karlı buzlu kış şartlarından bahsediyorum. Bu nedenle gezmek için en ideal zamanlar Mayıs, Haziran, Eylül ve Ekim ayları. Yazı neden atladın derseniz, bence hava sıcaklıkları 30 dereceği geçinde, güneşin altında antik kent gezmeye çalışmak işin keyfini kaçırıyor. Sıcak beni zorlamaz derseniz yazın da gezebilirsiniz tabii.
Burdur’a Ankara’dan 5, İzmir’den 4,5, İstanbul’dan ise 8 saate ulaşılıyor. Eğer arabayla uzun yol yapmak istemiyorsunuz, Isparta veya Denizli Havalimanına uçup, havalimanından araba kiralayabilirsiniz. Arabasız gezmek çok zor olur. Gezilecek yerler şehir merkezine uzak ve her yere minibüs yok. Taksicilerle anlaşarak gezmenin de astarı yüzünden pahalıya gelebilir.

3 Günlük Burdur Gezi Rehberi
Tüm rehberlerimde olduğu gibi bu başlıkta haritalı bir rota önerisi ve gezinizi planlarken işinize yarayacak pratik bilgiler var. Eğer gezip göreceğiniz yerlerin tarihi, mimarisi gibi konularda daha derinlikli bilgi istiyorsanız, “Burdur’da Gezilecek Yerler” başlığına bakabilirsiniz.
1. Gün: Arkeoloji Müzesi, Sagalassos ve Kremna (opsiyonel)
Bence Burdur’u gezmeye başlarken ilk durak kesinlikle Burdur Arkeoloji Müzesi olmalı. Burası nispeten küçük bir müze. Yani çok detaylı, tüm yazıları okuyarak gezseniz bile en fazla 1,5 saatinizi alır ama sergilenen buluntular gerçekten çok etkileyici. Biz 9’a 5 kala kapısına gidip müze açılır açılmaz daldık içeri.
Müzeyi gezerken hem bölgenin tarihini öğreniyorsunuz, hem de gezeceğiniz antik kentlerden çıkarılan heykelleri görüyorsunuz. Haliyle kentin eski zamanlarını gözünüzde canlandırmanız kolaylaşıyor.
Burdur Arkeoloji Müzesinde Sagalassos, Kremna ve Kibyra antik kentlerinden çıkarılan heykeller var. Ayrıca il sınırları içinde çeşitli yerlerden çıkarılan buluntular da bu müzede toplanmış. Sagalassos’u gezerken replikalarını göreceğiniz Antoninler Çeşmesi heykelleri ve Dans Eden Kızlar Frizi’nin orijinallerini de yine bu müzede.

Burdur Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen heykeller
Sıradaki durağımız Sagalassos Antik Kenti. Burdur’un merkezinden Sagalassos’a ulaşmak 45 dakika sürüyor. Aslında yol sadece 39 km ama dik yokuşlar ve keskin virajlar var. Eğer karlı, buzlu bir havada gelmeyi planlıyorsanız bunu göz önünde bulundurun derim.
Sagalassos benim tahmin ettiğimden daha büyük çıktı. Buraya yarım güne yakın vaktinizi ayırmanızı öneririm çünkü öylesinde güzel korunmuş ki her taşını incelemek, her delikten içeri bakmak istiyor insan. Gezerken neleri göreceğiz diyenler için 3 gezi rotası içeren bir harita buldum. Haritaya ulaşmak için tıklayın.
Sagalassos’ta hayat çok eskilere kadar uzanıyor ama şehrin önem kazanması, Büyük İskender’in Pisidia bölgesini fethiyle başlıyor. Bugün gördüğümüz yapılar ise büyük ölçüde Roma İmparatorluğu’ndan kalma. İki büyük agorası, hamam kompleksi, çeşmeleri, tiyatrosu, kahramanlık anıtı ve sütunlu caddeleri ile Sagalassos kesinlikle görülmesi gereken bir yer.

Sagalassos Antik Kenti
Sıradaki durağımız Kremna Antik Kenti. Kremna Antik Kenti herkese uygun bir yer olmayabilir. Gezdiğimiz çoğu Antik Kent restore edilip ayağa kaldırılmış antik kentler ya hani… Peki buralar kazılıp restore edilmeden önce nasıl görünüyordu diye merak ediyorsanız, işte o zaman Kremna ilginizi çekebilir. Çünkü Kremna’nın çok çok küçük bir bölümü kazılmış durumda. Geri kalanlar kısımlarıyla gerçek anlamda terk edilmiş bir şehrin harabesi şeklinde duruyor.
Eğer “Ben pas geçeyim bu beni sıkar” diyorsanız, günün geri kalanında Isparta tarafına geçip oraları gezebilirsiniz. Mesela Burdur’a yarım saat mesafedeki Gölcük Tabiat Parkı güzel bir alternatif olabilir.
Gelelim Kremna Antik Kenti’ne… Pisidyalılar tarafından kurulan ve yine Roma İmparatorluğu döneminde büyüyen bir kent burası. M.S. 11. yüzyılda terk edilmiş ve öyle uzun süre el değmeden kalmış ki defineciler her yerini delik deşik etmişler. 1970’lerin başında ilk kadın arkeoloğumuz Jale İnan bir kurtarma kazısı yapmış. Çıkarılan (ve daha önce defineciler tarafından çıkarılıp başka ülkelere satılan) heykeller toplanıp Burdur Arkeoloji Müzesi’ne konmuş.

Kremna Antik Kentindeki Q yapısı (Fotoğraf: Emirkoo / Envanto Elements)
Yakın zamanda kazıların yeniden başladığı söyleniyor ama bu işler zaman alıyor tabi. Şu anda Kremna’ya gittiğinizde göreceğiniz şey doğanın ortasında, yıkık, harap olmuş kocaman bir şehir ve ayaklarınızın altına serilen bir manzara olacak.
Kremna Antik Kenti’ne Sagalassos’tan 50 dakikada ulaşılıyor. Buradan Burdur’un merkezine dönmeniz de bir o kadar vakit alır. Kentin girişine kadar yol var. Araçtan indiğinizde iki farklı giriş kapısı göreceksiniz. Biri asfalt, diğeri toprak bir patika. Uçurumun yanından ilerleyen patika yolu tercih ederseniz hem kentin orijinal giriş kapısından girmiş olursunuz hem de etkileyici bir manzara görmüş olursunuz.
İçeride herhangi bir bilgilendirme levhası olmadığı için önceden biraz araştırmak aldığınız keyfi artırır. Herhangi bir tesis de bulunmadığı için suyunuzu, atıştırmalığınızı yanınıza alarak gelin.
Bugün için bu kadarı yeterli. Şimdi Burdur’a dönüp dinlenme vakti.
2. Gün: Salda Gölü, Lavanta Bahçeleri (Mevsimsel) ve Kibyra Antik Kenti
Bugün Burdur’un batısını gezeceğiz. İlk durağımız Salda Gölü!
Aslında Salda’nın durumu biraz karışık. Son birkaç yılda çok popüler olup çok ziyaretçi çekmeye başlayınca koruma altına almak için bazı plajları ziyarete kapatmışlar. Örneğin haritada Salda Gölü Plajı olarak işaretli olan, kumların en beyaz olduğu alan tamamen kapalı. Yolu bile kapatmışlar. Gezmek isteyenleri özel araçlarla alıp biraz dolaştırıp suya yaklaştırmadan geri döndürüyorlarmış.
Biz yolun kapalı olduğunu görünce bir sonraki koya devam ettik ve Doğanbaba Köyü’nün plajına indik. Burada sahile giriş serbest ama sağa sola “yüzmek yasaktır” tabelaları koymuşlar. Sonradan öğrendim ki Yeşilova tarafında kalan plajda her şey (yüzmek, sahilde yürümek, kamp yapmak) serbestmiş.

Salda Gölü
Dolayısıyla üç seçeneğiniz var:
1) Beyaz sahilin büyük olduğu alana gitmek istiyorsanız bu konuma gidip aracınızı park edeceksiniz. Buradan sizi römorklarla alıp kıyının yakınına götürecekler. Kuma ya da suya erişiminiz olmayacak. Eğer amacınız fotoğraf çekmekse bu seçeneği değerlendirebilirsiniz. Yoksa pek keyifli bir aktive değil.
2) Amacınız göl kıyısında yürüyüş yapmak ya da birer kamp sandalyesi atıp gölün manzarasına karşı bir şeyler içmekse Doğanbaba Köyü’nün plajına ilerleyebilirsiniz. “Yüzmek yasaktır” tabelalarına rağmen herkes yüzüyor bu arada.
3) Yeşilova’daki Belediye Halk Plajı’na ben gitmedim ama buradan paylaşılan güncel resimlere ve Google yorumlarına baktığımda burada herhangi bir yasak olmadığını görüyorum. Yüzmek, kamp yapmak, yürüyüş yapmak gibi pek çok seçenek için bu bölgeyi tercih edebilirsiniz. Kampçılar için ayrılmış alanlar ve tuvalet gibi imkanlar da var.
Salda Gölü’nün koruma altına alınmış olması hiç şaşırtıcı değil bu arada. Burası doğanın ve doğal yaşamın korunması açısından çok önemli olsa da Salda’nın asıl alamet-i farikası başka. Dünyada, Mars’taki Jezero Krateri ile aynı jeolojik ve mineralojik özellikleri taşıyan tek yer Salda. Yani burada yapılan araştırmalar Mars’ı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Haliyle bozulmadan kalması çok önemli.

Doğanbaba Plajından Salda Gölü
Salda’da vakit geçirdikten sonra doğrudan Kibyra Antik kentine geçebilirsiniz ama eğer bu bölgeyi temmuz sonu – ağustos başı gibi dönemde ziyaret ettiyseniz görmek isteyebileceğiniz bir şey daha var: Lavanta Bahçeleri. Aslında lavanta hasadı döneminde lavanta bahçelerine geniş yer ayıran lavanta hasadı turları düzenleniyor. Nasıl yetişir, nasıl toplanır, nerelerde kullanılır bunları öğrenip sürreal manzaralar sunan lavanta tarlalarını fotoğraflayabiliyorsunuz. Eğer amacınız göz alabildiğine uzanan büyük lavanta tarlaları görmekse o zaman teknik olarak Aydın ili sınırlarında kalan Kuyucak gibi alternatiflere ayrıca vakit ayırmanız gerekir. Burası yol üzerinde kalan bir alternatif olduğu için rotaya dahil ettim.
Eğer yol üzerinde kendi tesisi olan bir Lavanta bahçesine uğramak isterseniz Öğretmenin Lavanta Bahçesi’ne bir bakabilirsiniz. Hem oturup bir şeyler yemiş olursunuz hem de çok büyük olmasa bir lavanta bahçesi gezip fotoğraflama şansınız olur.
Sırada Kibyra Antik Kenti var. Salda Gölü’nden Kibyra’ya yaklaşık bir saatte ulaşılıyor. Antik kentin iki tane otoparkı var ve ikisi arasındaki mesafeler biraz uzak. İkinci otoparka park ederseniz kenti yokuş aşağı gezip sonra arabaya dönmek için tekrar yokuş çıkmanız gerekir. İlk otoparka park ederseniz tüm antik kenti yokuş yukarı gezmiş olursunuz. Sanırım önce yukarı park edip tiyatroyu, odeonu, tapınağı ve çeşmeyi gezdikten sonra arabayla aşağıdaki otoparka inip stadyumu ve nekropolü öyle gezmek en mantıklısı. Nasılsa otopark ücretsiz.

Kibyra Antik Kenti Odeon’undaki Medusa mozaiği (Fotoğraf: Burdur İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü)
Kibyra gerçekten özel bir kent. Öncelikle Opus Sectile mozaik tekniği ile yapılmış, eşsiz bir mozaik olan Medusa mozaiğini Kibyra Antik Kenti’ndeki odeonda görebiliyorsunuz. Bu arada kışın mozaiğin üzeri kapatılıyor. Yani bu mozaiği bahar ortasından itibaren görebilirsiniz.
Bölgenin en büyük antik stadyumu (101-12 bin kişi kapasiteli) da Kibyra’da. Kentin önemli bir gladyatör kültürü varmış ama Gladyatör mezarlarından çıkarılan frizleri yerinde değil, Burdur Arkeoloji Müzesinde görebiliyorsunuz. Kibyra’daki yuvarlak çeşme ise neredeyse kentin sembolü olmuş durumda.
Kibyra büyük bir kent olmasa da mesafeler ve yokuş nedeniyle gezmek biraz zaman alıyor. Suyunuzu yanınıza almanızı ve aceleye getirmemenizi öneririm. Kibyra geziniz bitince Burdur’un merkezine dönmeniz 1,5 saatinizi alacak.
Eğer Salda’da çok oyalanmadıysanız biraz vaktiniz artmış olabilir. O zaman doğrudan otele gitmek gerine şehri 13 kilometre geçip, İnsuyu Mağarası’nı da gezebilirsiniz. Eğer geç olduysa veya yorgunsanız sıkıştırmaya hiç gerek yok, yarın bunun için vaktiniz olacak.
3. Gün: Yarım Gün Burdur Merkez ve İnsuyu Mağarası
Aslında son güne sakladığım şeylerin hiçbiri “olmazsa olmaz” değil ama buraya kadar gelmişken şehri keşfetmeden dönmek olmaz diye düşünüyorum.
Burdur gezimize Saat Kulesi’ni görerek başlıyoruz. 1800’lerin ilk yarısında yapılan saat kulesi deprem nedeniyle yıkıldığı için 1914 yılında aynı noktaya yeni bir saat kulesi yapılmış. Kentim simgelerinden biri kabul edilen saat kulesi 30 metre yüksekliğe sahipmiş.
Kulenin hemen yanındaki Ulu Cami de şehrin tarihi yapılarından bir tanesi. Bu cami de depremde yıkıldığı için 1919 yılında tekrar yapılmış. Özellikle tavanını ve minberini görmek için içine de girebilirsiniz. Caminin ve saat kulesinin etrafı ise kentin eski çarşı bölgesi. Alışveriş yapabileceğiniz küçük dükkanlar ve bir şeyler yiyip içebileceğiniz mekanlar var.

Burdur Ulu Cami’nin tavan detayları (Fotoğraf: Getty Images)
Saat kulesin çevresini gezdikten sonra kısa bir yürüyüşle iki tariki konağa ulaşacağız. Konaklardan ilki, birkaç yıl önce Mehmet Akif Ersoy İstiklâl Mücâdelesi Kültür Evi olarak ziyarete açılan Çelikbaşlar evi, diğeri ise Bakibey Konağı.
Mehmet Akif Ersoy İstiklâl Mücâdelesi Kültür Evi’nde hem geç dönem Türk evi mimarisinin bir örneğini görme hem de Mehmet Akif Ersoy’u daha yakından tanıma olanağı buluyorsunuz.
Kültür Evi’nin hemen arkasında ise Bakibey Konağı var. Konak 17. yüzyıl Osmanlı sivil mimarisinin en güzel örneklerinden bir tanesi kabul ediliyor. Özellikle konağın selamlık bölümü olan Başodanın ahşap işçiliği ve kalem işi süslemeleri çok etkileyici. Konağın bahçesinde bir kahve molası verip gezmeye devam edebilirsiniz.
Sıradaki durağımız Burdur Kent Belleği Evi. Eskiden Piribaşlar Konağı olan tarihi yapının içerisi bugün bir müze olarak gezilebiliyor. Farklı konseptlere göre düzenlenmiş odalarda kentin tarihinden kesitler anlatılıyor; kültürü ve gündelik hayatı tanıtan objeler sergileniyor. Küçük bir müze olduğu için fazla vaktinizi almaz.
Kent Belleği evinin hemen arka çaprazında Mısırlılar Evi var. Burası Yeşilay’a tahsis edilmiş bir bina olduğu için teknik olarak gezebileceğiniz bir yer değil. Yine de bir uğrayıp önündeki bilgilendirme tabelasını okumanızı öneririm. Konağın sahiplerinin çocukken kaçırılmaları ile başlayan hayat hikayeleri ilgi çekici.

Bakibey konağının bahçesi ve eyvanı (Fotoğraf: Burdur İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü)
Burdur’da gezilebilecek son müze de Burdur Doğa Tarihi Müzesi. Bu müze 19. Yüzyıldan kalma Kavaklı Rum Kilisesinin içerisine açılmış. Bölgedeki bir fosil yatağında bulunan fosiller burada sergileniyor. Burada sergilenen en sıra dışı parçalar ise milyon yaşındaki bir güney filinin dişleri ve kaburga kemikleri. Ayrıca bölgenin jeolojik yapısını ve göllerin özelliklerini anlatan bilgilendirici alanlar da mevcut. Doğa tarihi müzesi küçük bir müze ama meraklılarının ilgisini çekebilir.
Şehir merkezini ve müzeleri gezdikten sonra son durağımız olan İnsuyu Mağarası’na gidebilirsiniz. Aslında şehirden çıkmadan önce Burdur Gölü’nde de yapılabilecek şeyler var. Örneğin burası yaklaşık 100 bin su kuşuna ev sahipliği yaptığı için özellikle göç dönemlerinde kuş gözlemcilerini çok mutlu eden bir yer. Ayıca yelken gibi kimi su sporu aktiviteleri de yapılıyor. Ben hem bu aktivitelerin detaylarına hakim olmadığımdan, hem de herkese hitap etmeyebileceğini düşündüğümden; gölde yapılabilecek aktiviteleri, Burdur Gezi Rehberime dahil etmedim. Yine de bu konulara ilginiz varsa, aklınızın bir köşesinde olsun.
Gelelim İnsuyu Mağarasına… İnsuyu Mağarası ülkemizin turistik ziyarete açılan ilk mağarası. 1965 yılından beri gezilebiliyor ve bu nedenle de en çok bilinenlerden biri. Tabi o eski halinden eser yok şimdi. Eskiden (2011 yılına kadar) içerisinde dokuz adet yeraltı gölü varmış ama artık hepsi kurumuş. Mağaranın içerisinde “Büyük Göl” ve “Dilek Gölü” tabelalarını görebilirsiniz. Bu tabelaları takip ettiğinizde ulaşacağınız galerilerin hiçbirinde su yok maalesef.

İnsuyu Mağarası
Mağaranın toplam uzunluğu 2 kilometreden fazla olsa da gezilebilen kısmı 597 metre. Yani yarım saatte gezip çıkarsınız. Eğer ince yazlık kıyafetle gidiyorsanız üzerinize bir hırka almayı unutmayın çünkü biraz serin. Bahar ya da sonbaharda gidiyorsanız üzerinizdekiler yeterli olacaktır.
Dürüst olmak gerekirse ülkemizde çok daha güzel mağaralar var. Yine de hazır yoldayken (Burdur’a giderken veya dönerken) yarım saat uğrayıp gezmeye değer.
Burdur Çevresinde Gezilebilecek Yerler
– Biz Burdur’a Ankara’dan gelirken Eğirdir’e uğrayıp orada vakit geçirdik. Şahsen Eğirdir’in güzelliğine hayran oldum. Yolunuzun üzerinde olmasa bile yarım günlüğüne uğrayıp geri dönebilirsiniz çünkü Eğirdir – Burdur arası sadece 1 saat mesafede. Hazır o tarafa yönelmişken Kovada Gölü’nü de görebilirsiniz. Böyle bir niyeti olanlar için günübirlik bir rota önerisi bırakıyorum şuraya:
– Lavantaları ile ünlü Kuyucak Köyü aslında Aydın’a bağlı olsa da Burdur’a hiç uzak değil. Lavanta tarlalarını görüp lavanta hasadına katılmak gibi planlar yapıyorsanız birkaç saatlik bir Kuyucak gezisi planlayabilirsiniz. Burdur ile Kuyucak arası 1 saatten kısa sürüyor. Yalnız lavantaları görmek için Temmuz sonu-Ağustos ortası gibi bir zaman aralığında gitmeniz lazım.
– Eğer gül hasadı döneminde (Mayıs ortasından Haziran sonuna kadar) seyahat ediyorsanız ve gül hasadı da görmek isterseniz, Isparta’nın gül üretimi ile meşhur ilçesi Güneykent’e 35 dakikalık bir araba yolculuğu ile ulaşabilirsiniz.
– Alternatif bir rota olarak Salda Gölü’ne gittikten sonra Burdur’a dönmek yerine Denizli’ye devam edebilirsiniz. Böylece ertesi gün Hierapolis, Pamukkale, Laodikeia gibi yerleri gezip seyahatinizi Denizli’de bitirebilirsiniz.

Akpınar Seyir Terası’ndan Eğirdir Gölü
Burdur’da Gezilecek Yerler
Haritalı Burdur Gezi Rehberinde kısaca değindiğim yerler hakkında biraz daha detaylı bilgi arıyorsanız bu başlığın altında hepsini uzun uzun anlatıyorum.
Sagalassos Antik Kenti
Sagalassos Pisidya bölgesinin önemli kentlerinden bir tanesi. “Pisidia ne ola ki?” derseniz taa tarih öncesi dönemden beri hayat olan coğrafi bir alan şeklinde özetleyebilirim. Isparta, Burdur, Afyonkarahisar ve Antalya’nın bir bölümünü içine alan, Likya’nın ve Pamfilya’nın kuzeyinde kalan bir bölge.
Sagalassos’da milattan önce 8000 yılından itibaren yaşam olduğu tahmin ediliyor. Şehrin eteklerine kurulduğu dağ; Hitit kaynaklarında “Salawassa” olarak geçiyor. Dolayısıyla adını buradan almış olma olasılığı bir hayli yüksek.
Sagalassos M.Ö. 333 yılında diğer Pisidya kentleriyle birlikte, Büyük İskender tarafından alınıyor ve hızla Helenleşiyor. M.Ö. 25 yılında ise Roma İmparatorluğu’nun kontrolüne giriyor. Bu dönemde bölgenin bir nevi başkenti haline geliyor ve hızla büyümeye başlıyor. Zaten Sagalassos’u gezerken gördüğümüz yapıların neredeyse hepsi Roma döneminden kalma yapılar.

M.S. 500’lü yıllarda yaşanan iki büyük deprem şehre büyük zarar veriyor. Yine aynı dönemde yaşanan veba salgını ve Arap akınları da Sagalassos’u epey yıpratıyor. Bu dönemden itibaren küçülmeye başlayan şehir 12. yüzyılda bir daha adından bahsedilmez hale geliyor yani muhtemelen tamamen terk ediliyor.
Kenti gezerken takip edebileceğiniz rotanın yüksek çözünürlüklü halini Sagalassos Vakfı’nın Web Sitesinden indirebilirsiniz.
Antik Kenti gezerken dikkatinizi çekebilecek birkaç yerden de kısaca bahsedeyim:
Antoninler Çeşmesi: Çok iyi korunmuş olmakla kalmayıp hala eski günlerdeki gibi su şehre su taşıyan bu anıtsal çeşme elbette Sagalassos’un yıldızı. Çeşmeye “Antoninler Çeşmesi” denilmesinin sebebi ise tarihte “Antoninler dönemi” olarak adlandırılan “5 İyi İmparator“ döneminde yapılmış olması.
28 metre uzunluğa ve 9 metre yüksekliğine sahip çeşme şarap ve şenlik tanrısı Dionysos’a adanmış. Zaten çeşmenin sağında ve solunda göreceğiniz büyük heykeller de Dionysos heykelleri. Çeşmenin önündeki diğer heykellerin buraya farklı zamanlarda getirildiği tahmin ediliyor. Tabii şu anda çeşmedeki heykellerin yerlerinde replikaları var. Orijinalleri Burdur Arkeoloji müzesinde sergileniyor. Çeşme kentin “Yukarı Agora” olarak bilinen büyük meydanında bulunuyor ve MS 650 yılında meydana gelen depremde yıldığı düşünülüyor.

Sagalassos Antik Kentindeki Antoninler Çeşmesi
Aşağı Agora ve Hamamlar: Sagalassos Antik Kenti’ne girdiğinizde hiçbir yere sapmadan dümdüz ilerlerseniz bir süre sonra solunuzda geniş bir agora kaldığını göreceksiniz. Agora’ya demir merdivenden inebilirsiniz. Agora’nın hemen yanında ise “İmparatorluk Dönemi Hamamları” olarak bilinen büyük bir hamam kompleksi var. Malum, Roma döneminde agoralar ve hamamlar sosyal hayatın yaşandığı yerler. Dolayısıyla kentin en canlı yerleri buraları olmalı.
Hamam M.S. 165 yılında kullanıma açılmış ve zamanın imparatorları Marcus Aurelius ve Lucius Verius’a ithaf edilmiş. Hamamın soğukluk bölümüne bir de İmparatorluk Salonu yapılmış ve burası mermerlerle dekore edilerek çok sayıda heykel yerleştirilmiş. Bu salonu daha sonradan ikiye bölmüşler. Bir kısmını, dört sıcak su banyosu ve iki havuzu olan sıcaklığa çevirmişler; diğer kısmını mozaiklerle kaplayarak ziyafet salonu olarak kullanmışlar. Büyük hamam MS. 590 yılında meydana gelen depremde yıkılmış ve terk edilmiş.

Aşağı Agora’dan hamamların görünümü
Kuzey Batı Heroon: Heroon adı genellikle kahramanları onurlandırmak için yapılan, kimi zaman içerisinde mezar da bulunan anıtsal yapılara verilen isim. Sagalassos’taki 14 metre yüksekliğe sahip bu anıtın kimin için yapıldığı bilinmiyor ancak ebadına bakarak önemli bir kişi olduğunu düşünmek mümkün.
Anıtın üzerinde “Dans Eden Kızlar Frizi” denilen, el ele tutuşmuş kadınlar görebileceğiniz bir friz var. Bu süslemenin Dionysos kültü ile ilgili olduğu düşünülüyor. Frizin orijinali de yine Burdur Arkeoloji Müzesinde.
Konumu için tıklayın.

Solda Kuzey Batı Heroon, Sağda Antoninler Çeşmesi
İnsuyu Mağarası
Burdur’un merkezine çok yakın bir mesafede bulunan İnsuyu Mağarası ülkemizin turizme açılan ilk mağarası olma özelliğini taşıyor. Mağara 1965 yılından beri ziyarete açık olduğu için epey popüler ama ne yalan söyleyeyim, ülkemizde çok daha etkileyici mağaralar var.
Eskiden (2011 yılına kadar) içerisinde dokuz adet yeraltı gölü bulunan mağarada bugün hiç göl yok! Mağaranın içerisinde “Büyük Göl” ve “Dilek Gölü” tabelalarını görebilirsiniz. Bu tabelaları takip ettiğinizde ulaşacağınız galeriler tamamen kuru olacak.
Bazı galerilerde sarkıtlar ve dikitler, traverten tarzı yapılar görebilirsiniz. Bu sarkıt ve dikitler su içerisinde çözünmüş kalkerlerin, suyun damladığı yerlerde birikmesi ile oluşuyor. Elbette bu öylesine yavaş bir süreç ki on binlerce yılda birkaç santim sarkıt veya dikit oluşabiliyor. Dolayısıyla sarkıt ve dikitleri kurcalayıp zarar veren kişiler çok büyük bir kötülük yapıyorlar.

İnsuyu Mağarası
Bazı galeriler ise insanda dümdüz “yer yarılmış” hissi yaratıyor. Nitekim sonradan Wikipedia sayfasına baktığımda İnsuyu Mağarası’nın iki farklı fay hattının kesişim noktasında yer aldığını okudum. Belli ki zamanında burada yer gerçekten yarılmış.
Mağara’nın bir de efsanesi var. Bu efsaneye göre Sagalassos’un hükümdarlarından biri, kızı Asuma’yı soylu bir ailenin oğluyla evlendirmiş ama çift birbirlerini hiç sevmemiş ve bu evliliğe karşı koymuşlar. Kral sinirlenip ikisini birden İnsuyu Mağarası’na hapsettirmiş. İçeride aç susuz kalan çift mağaranın suyundan içince birbirlerine aşık olmuşlar. Bir yolunu bulup (hikâyeye göre sevginin gücüyle) mağaradan kaçtıktan sonra da sonsuza dek mutlu yaşamışlar.
Mağaranın gezilebilen kısmı 597 metre uzunluğunda bir alanı kapsıyor. Yaklaşık yarım saatte gezip çıkabilirsiniz. Müzekart geçerli değil ama makul bir giriş ücreti var (sanırım 50 TL’ydi). Haftanın her günü açık ama kış aylarında kapanış saati biraz daha erkene çekiliyormuş.
Konumu için tıklayın.

İnsuyu Mağarası
Burdur Arkeoloji Müzesi
Burdur’un merkezinde yer alan Burdur Arkeoloji Müzesi küçük ama çok kıymetli eserler barındıran bir müze. Müze binası da kıymetli çünkü bahçenin tam ortasında göreceğiniz küçük yapı, 18. yüzyıldan kalma Pirkulzade Medresesi’nin ayakta kalan tek parçası. Bundan 70 sene önce müze ilk olarak o medrese binasının içinde açılmış. Tabii çok küçük olduğu için zamanla yetersiz gelmiş ve etrafına, o binanın mimarisiyle uyumlu olacak şekilde bugünkü müze binası inşa edilmiş.
Burdur Arkeoloji Müzesi’nde Boubon, Kibyra ve Sagalassos Antik Kentlerinde bulunan ve Hacılar, Kuruçay ve Höyücek höyüklerinden çıkarılan eserler var. Sergideki parçaların hepsi arkeolojik kazılarda bulunmamış. Kimisi yurt dışına kaçırılıp sonra geri alınmış eserler.

Markus Aurelius heykelinin ayağı.
Giriş kattaki ana teşhir salonunda Sagalassos’ta bulunan anıtı kaplayan Dans Eden Kızlar Frizi ve hemen önünde bulunan güneş saati, hamam kısmından çıkarılan Hadrianus ve Markus Aurelius heykellerinin baş ve ayakları, yukarı agorayı ve Antoninler çeşmesini süsleyen heykeller ve tam 4 buçuk ton ağırlığında dev bir Apollo heykeli var. Girişin sağ tarafında ise Kibyra Antik Kentinde bulunan gladyatör frizleri sergileniyor. Sağ taraftan ilerlemeye devam ettiğinizde Kremna ve diğer öğren yerlerinden çıkan heykel ve lahit kapaklarını görüyorsunuz. Ayrıca ölü gömme ritüellerinde kullanılan, “Ostothek” denilen minik lahitvari kaplar da bu katta.
Üst katta ise Hacılar, Kuruçay ve Höyücek höyüklerinden çıkarılan eserler var. Ayrıca sikkeler, toprak parçalar, cam parçalar ve metal parçalar da üst katta sergileniyor.
Burdur Arkeoloji Müzesi’nde Müzekart geçerli. Müze haftanın her günü 09.00’da açılıyor, yazın 19.00’da, kışın 17.30’da kapanıyor.
Konumu için tıklayın.

Burdur Arkeoloji Müzesindeki Dans Eden Kızlar frizi.
Kibyra Antik Kenti
Burdur’un merkezine bir buçuk saat mesafede kalan Kibyra Antik kenti biraz uzak kalsa da kesinlikle görülmeye değer bir yer. Burası hem Ege, Akdeniz ve İç Anadolu’yu birbirine bağlayan bir kesişim noktasında olduğu için önem kazanmış hem de bölgenin en büyük askeri güçlerine ev sahipliği yaptığı için ihya edilmiş.
Kentte yapılaşma M.Ö. 2. yüzyılın sonlarında başlamış ama Helenistik dönemde yapılan o yapıların çoğu günümüze ulaşamamış. Bugün gördüğümüz kamu binalarının çoğu Roma dönemine yapılmış yapılar. Kentte yaşam 600 yıl kadar devam etmiş ve MS. 417 yılında yaşanan depremde çok zarar gördüğü için terk edilmiş.

Kibyra Stadyumu (Fotoğraf: Official Turkish Museums)
Kibyra’ya ilk otoparka yakın alandan girerseniz büyük bir yol göreceksiniz. Bu yol kentin ilk kurulduğu yıllarda yapılmış ve tarih boyunca kentin ana giriş yolu olmuş. Bu yolun çevresinde gömü alanları ve lahitler olması ise tesadüf değil. Antik Roma’da özellikle soylu ve önemli kişiler, mezarlarının yol kenarında olmasını önemserlerdi. Böylece insanlar o yoldan her geçtiğinde mezarlarını görerek o kişiyi anabilir ve adını yaşatabilirdi. Nitekim bugün bu yola “Nekropol yolu” diyoruz.
Bu yolun etrafındaki nekropolün bir önemli özelliği de Gladyatörler Frizi’nin buradan çıkmış olması. Dönemin en büyük ve kapsamlı gladyatör işlemeleri buradan, Kibyra’lı ünlü bir gladyatöre ait bir mezardan çıkarılmış. Aynı mezarda bulunan yazıta göre mezarı gladyatörün eşi yaptırmış. Bu friz nekropol alanında değil; Burdur Arkeoloji müzesinde sergileniyor bu arada.
Zaten Kibyra’ya Gladyatörler şehri deniliyor. Bunun bir nedeni Gladyatörlüğün ne kadar önemsendiğini gösteren o friz, diğer nedeni ise Anadolu’nun en büyük stadyumlarından birinin (10.500 kişi kapasiteli) burada olması. Gladyatör dövüşlerinin en yoğun olduğu dönemin M.S. 150-200 yılları arasında olduğu tahmin ediliyor.

Burdur Arkeoloji Müzesinde sergilenmen Gradyatör Frizleri
Bu arada kentin tek mezarlığı burası değil. Kibyra’da 4 farklı nekropol var bu nekropoller toplam 126 oda mezarına, 9 adet anıt mezara, 474 lahit kapağına, 222 lahit teknesine ve 160 adet sunağa ev sahipliği yapıyor. Tabii bu şimdilik bildiğimiz.. Kentin nekropolünde kazı çalışmaları hala devam ediliyor.
Nekropol yolundan yürüdüğünüzde bu yol sizi kentin stadyumuna götürüyor. Standyum’un inşaatı M.S 23 yılından sonra başlamış ve son halini alması yaklaşık 200 yıl kadar sürmüş. Stadyum pistinin uzunluğu 195 metre, genişliği ise 42 metre.
Stadyum ve Nekropolü gezdikten sonra yukarıya arabayla çıkıp arabanızı 2. otoparka bırakabilirsiniz çünkü buradan sonra en yukarı kadar yürüyerek gidip dönmek biraz yorucu olabilir. Ben yine de şehri aşağıdan yukarı doğru anlatmaya devam edeceğim karışıklık olmaması için.
Stadyum’dan yukarı çıktığınızda kentin Agorasına ulaşıyorsunuz. Agora’daki su taksim noktası ilginizi çekebilir çünkü buradaki toprak borular çok iyi korunmuş şekilde görülebiliyor. Geniş meydanın çevresinde çok sayıda dükkanın kalıntıları mevcut. Meydandaki küçük havuzun ise canlı balık satışı için kullanıldığı düşünülüyor. Kentin simgelerinden bir tanesi kabul edilen yuvarlak anıtsal çeşme de (Tholos Nymphaion) bu Agora’nın yukarısında yer alıyor.

Kibyra Antik Kentindeki Anıtsal Çeşme (Fotoğraf: esindeniz / Envanto Elements)
Yukarı devam ederken sola döndüğünüzde kentin meşhur meclis binasını (odeon) göreceksiniz. 3600 kişi kapasiteli bina, gösteri ve müzik dinletilerinin yanı sıra meclis toplantıları ve mahkemeler gibi idari işler için de kullanılıyormuş.
Yapının sahne alanının ortasındaki Meşhur Medusa Mozaiği, ince mermer plakalar kullanılarak (opus sectile tekniği) yapılmış. Bildiğim kadarıyla ülkemizde pek çok Medusa heykeli ve frizi olsa da mozaiklerde kullanıldığına pek fazla rastlamıyoruz. Dolayısıyla bu mozaik hem konusu, hem ebadı hem tekniği hem de böylesine güzel korunmuş olması nedeniyle epey kıymetli bir örnek.
Odeon’un hemen önünde 550 metrekarelik mozaik döşeli bir alan bunuyor. Dışarıda, mozaiklere bitişik başlayan bina ise sonradan kiliseye dönüştürülmüş bir tapınakmış.
Daha da yukarılara çıktığınızda kentin antik tiyatrosunu da gezip otoparka dönebilirsiniz. Kibyra Antik Kenti haftanın her günü açık. Müzekart ile giriliyor ve otoparkı da ücretsiz.
Konumu için tıklayın.

Meclis binasının orkestra alanındaki Medusa mozaiği (Fotoğraf: Wikimedia)
Salda Gölü
Salda Gölü ülkemizin en güzel doğal zenginliklerinden bir tanesi olsa da asıl önemi güzelliğinden değil, eşsiz jeokimyasal yapısından kaynaklanıyor. Daha açık ifade etmek gerekirse dünya üzerinde Marstaki dev Jezero krateriyle aynı jeokimyasal özelliğe sahip olduğu bilinen tek yer Salda Gölü. Dolayısıyla Mars’ı daha iyi anlamak isteyen bilim adamları açısından burası korunmaya ve araştırılmaya değer bir yer.
Nitekim Salda Gölü’nün bu özelliği epey geç anlaşıldığı için garip evreler geçirdi. Önce “gizli bir cennet”ti. Sonra bu güzelliği turizme kazandırmalıyız diye çılgın gibi reklam yapmaya başladılar. Tesisler kurdular, Türkiye’nin Maldivleri dediler. Sonra öyle çok turist geldi ki bu sefer de korumaya almak için en büyük sahilini erişime kapattılar.
Şunu da açıklığa kavuşturayım Türkiye’nin Maldivleri çok yanıltıcı bir benzetme çünkü burası önceliği yüzmek olanlar için çok tatmin edici olmayabilir. Yüzen yüzüyor tabii ama üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde yüzmek için buraya gelmek mantıklı mı bilemedim.

Salda Gölü’nin girişi sonradan yasaklanan Salda Köyü Plajı (Fotoğraf: emirkoo / Envanto Elements)
Haziran ayında Salda’nın suyu buz gibiydi. Bana “anca ağustosta keyifli olur” dediler. Ayrıca zemin nispeten balçık olduğu için bastığın yere gömülmeye başlamanın tedirgin edici bir tarafı var. Ha deneyimdir, bir serinleyip çıkarız diyen yine yüzüyor ama beklentinizi yüksek tutmayın. Buradaki doğanın ve renklerin keyfini çıkarmak daha güzel bence.
Beni çok şaşırtan bir şey de “bembeyaz kumlar” denilen yerin aslında kum olmamasıydı. Neden reklamı böyle yapıldı bilmiyorum ama çok küçük beyaz taşlar var aslında sahilde. Tam kum denemez yani.
Salda’nın nasıl gezilebileceği, hangi koyun kapalı hangi koyun açık olduğu konusunu Burdur Gezi Rehberi başlığında açıklamıştım zaten. O yüzden gölle ilgili birkaç bilgi daha verip burada bırakacağım.
Buradaki sahilin beyaz olmasının sebebi aslında biyolojik mineralizasyon süreci ile ilgili. Gölün sodalı suyundaki kimi bileşenler yine gölde bulunan bakteriler tarafından işlendikçe hidromanyezit çökellerine dönüşüyor. Bu çökeller de göl tabanı ve çevresinde birikerek o beyaz sahili oluşturuyor.
Salda Türkiye’nin en derin göllerinden bir tanesi. Bazı noktaları 184 metreye varan bir derinliğe sahip. Buna karşın göller yöresindeki pek çok göl gibi Salda da küçülmeye başlamış. Gölü besleyen su altı kaynakları yetersiz kalmaya devam ettikçe göl de kurumaya devam ediyor ne yazık ki. Salda gölü 38 farklı su kuşunun yaşadığı ve göç dönemlerinde uğradığı bir yer aynı zamanda.

Doğanbaba Plajından Salda Gölü
Salda gölüne ulaşabileceğiniz korumlar şu şekilde:
Yeşilova İlçesi Plajının konumu için tıklayın.
Doğanbaba Köyü plajı için tıklayın.
Salda Köyü’ne yakın olan plaja kalkan araçlara binebileceğiniz yer için tıklayın.
Burdur Ulu Cami
Burdur’un tarihi yapılarından bir tanesi olan caminin ilk yapım tarihi 1300’lere kadar uzansa da bugün gördüğümüz bina 1919 yılında yenilenmiş olan hali. Yine de Selçuklu dönemi camilerinde görülen bazı özellikler (kuzeyinde, doğusunda ve batısında birer giriş kapısı bulunması gibi) görülebiliyor.
Caminin mihrap ve minberi mermerden, tavanı ise ahşaptan. Genel anlamda sade bir cami olmasına karşın tavandaki zarif süslemeler dikkat çekici.
Burdur Saat Kulesi
Burdur’un tarihi yapıların bir diğeri de saat kulesi. 30 metre yükseklindeki kule Burdurlu Hacı Rıza tarafından 1837 yıllında yaptırılmış. Eskiden burada 1800’lerin ilk yarısından kalma bir saat kulesi varmış ama o kule 1914 depremine yıkıldığı için yerine yapılan yeni kule bu yani.
Saatlerin bulunduğu alanın hemen üzerinde bir oda bulunsa da bildiğim kadarıyla kuleye çıkış yok.
Bakibey Konağı
Bakibey Konağı 17.yy. Osmanlı mimarisinin güzel ve iyi korunmuş örneklerinden bir tanesi. Binanın zemini taştan, geri kalanı ise ahşap ve kerpiçten yapılmış. İki katlı binanın en altında ahır ve kiler odaları, üst katlarda ise yaşam alanları var.
Konağın selamlık kısmı, yani misafirlerin de ağırlandığı başodası oldukça şık ve süslü. Vitraylar, kalem işi süslemeler, ahşap işçiliği, altın ve gümüş varaklarıyla dikkat çekici. Binanın yeşil ve turuncu tonlara boyanmış eyvanı da görmeye değer.

Bakibey Konağı’ndaki hasodanın tavanı (Fotoğraf: İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü)
İçerisi dönemine uygun eşyalarla döşenmiş ama eşyalar restore edilmiş orijinal eşyalar mı onu bilemiyorum. Konağa ismini veren Baki Bey ise Burdur Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Burdur Heyet-i Milliye gibi cemiyetlerde görev almış ve cumhuriyet kurulduktan sonra milletvekilliği yapmış bir figür. Bu nedenle de konak en ünlü sahibinin adıyla anılıyor. Yoksa konağın yapım tarihi çok daha eski ve ilk sahipleri de farklı kişiler.
Bakibey Konağı’nı gezmek ücretsiz. Hatta Mehmet Akif Ersoy Kültür Evi ile arka arkaya, ikisini de aynı rehberle detaylı bir şekilde gezebiliyorsunuz.
Konumu için tıklayın.
Kremna Antik Kenti
Kremna ilk kez Psidya’lılar tarafından, etrafı uçurum olan, korunaklı ve bölgeye hakim bir tepeye kurulmuş. Zaten Kremna da Yunanca uçurum demekmiş. Lidyalıların, Perslerin, Makedonların, Bergama Krallığı’nın hakimiyeti altına girdikten sonra MÖ 60 yılında Roma İmparatorluğu’na bağlanmış.
Dürüst olmak gerekirse burası herkese göre olmayabilir çünkü 70’li yıllarda yapılan kurtarma kazıları dışında neredeyse el değmemiş şekilde, yıkıntı halinde duran kocaman bir antik kent burası. Kazılıp restore edilmiş pek fazla yapı yok. Yine de terk dilip toprağa gömülmüş ıssız bir kent görebilmek açısından özel. Ayrıca gezdiğimiz diğer antik kentlerin nereden nereye geldiğini, yani bu antik kentlerde çalışan kişilerin emeklerini takdir etmek için de bir fırsat.
Buradaki en kapsamlı kazı çalışması 1971-73 yılları arasında Türkiye’nin ilk kadın arkeoloğu Jale İnan tarafından yapılmış. Dinlediğim röportajlara göre buradan çıkarılmış çok sayıda heykelin yurt dışına kaçırıldığı görülünce kalanları kurtarmak için hızlıca kazılara başlamışlar. Bölge halkı da kazılarda çalışıyormuş. Jale İnan işçilere kazı planını anlatırken kendi aralarında gülüştüklerini görmüş. Biraz sıkıştırınca kazmayı planladığı yerlerin daha önceden kazılmış yerler olduğunu öğrenmiş. Kazı alanına gelen işçilerin bir kısmı kaçak kazılara doğrudan ya da dolaylı şekilde dahil olmuş çünkü. Neyse ki dürüst davranıp neyin nerede olduğunu, neyin eksik olduğunu tespit etmesine yardımcı olmuşlar.

Kremna Antik Kenti (Fotoğraf: Getty)
Yapılan kazılarda eskiden Q yapısı denilen alan açığa çıkarılmış. Bu yapının kütüphane olduğuna karar verilmiş ama sonradan hamama dönüştürülüp uzun süre hamam olarak kullanıldığı anlaşılmış. Dolayısıyla buraya kütüphane-hamam deniliyor artık.
Velhasıl kazılar sırasında buradan çıkarılan ya da daha önceden kaçırılıp burada bulunan kaidelerle eşleştiği için buraya ait olduğu kanıtlanan 9 büyük heykel kurtarılmış ve Burdur Arkeoloji Müzesi’ne alınmış. Ayrıca kazıda bulunan Selçuklu sikkeleri, bölgede hayatın uzun süre devam ettiğini göstermiş.
Bugün Kremna’yı gezmeye gittiğinizde kütüphane-hamam yapısının yanı sıra kentin giriş kapısını ve bazilikasını görebiliyorsunuz. Geri kalanlarsa büyük ölçüde hayal gücünüze kalmış.
Konumu için tıklayın.
Burdur’da Nerede Konaklanır?
Burdur nispeten küçük bir şehir olduğu için konaklama olanakları biraz sınırlı. Yine de kendi kaldığım ve araştırırken gözüme kestirdiğim birkaç oteli burada derleyeceğim.
Yalçındağ Otel: Ben Burdur seyahatimde bu otelde kaldım. Ufak tefek kusurları var ama tam bir fiyat performans oteli. Rahat, temiz, merkezi ve uygun fiyatlı. Yani lüks aramıyorsanız her türlü işinizi görür, rahatlıkla konaklayabilirsiniz.
Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın.
Sagalassos Lodge & Spa: Burası Burdur’un merkezinde değil, Sagalassos’a en yakın yerleşim olan Ağlasun’da. Eğer akşam şehri gezmek yerinde otelin olanaklarını kullanmayı tercih ettiğiniz bir konaklama planlıyorsanız buraya bir şans verebilirsiniz. Otelin yorumları oldukça yorumlu.
Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın.
Grand Özeren Otel & Spa: Burdur’un merkezinde, yüksek puanlar ve olumlu yorumlar almış bir otel. Eğer Yalçındağ Otel’de yer olmasaydı ikinci tercihim burası olacaktı. Dürüst olmak gerekirse pek şık bir otel değil ama konum, temizlik, çalışan kalitesi ve konfor çok daha önemli şeyler ve kalanlar bu konularda memnun kalmışlar. Dolayısıyla gayet kalınabilir bir otel.
Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın.

Sagalassos
Burdur’da Ne Yenir?
Burdur’a gelmişken bölgenin yerel yemeklerini demek isterseniz Burdur Şiş ve ceviz ezmesi deneyebilirsiniz. Burdur şiş, zırhta çekilmiş baharatsız etin şişlere takılması ile yapılan bir şiş kebabı. Öyle mutlaka denenmesi lazım diyemem ama üzmez yani. Neticede buraya özgü lezzetli bir yemek yemiş olurusunuz.
Bölgeye özgü lezzetlerden bir tanesi de Gazel Böreği. Bu börek fırında değil ateşte pişiriliyormuş. İçerisinde ise patatesli, kıymalı bir harç var. Bir diğer geleneksel yemek olan Çekme ise kabaca pilav üzerinde servis edilen salçalı kuzu etinden oluşuyor.
Eğer daha farklı bir şeyler denemek isterseniz Mürdümek Aşı veya Erikli Et de yiyebilirsiniz. Mürdümek aşı bir çeşit baklagil olan mürdümüktün tuz, soğan ve zeytinyağı ile pişirilmesiyle yapılıyor. Erikli et zaten adından anlaşılıyor. Sanırım içerisine pekmez de eklendiği için hafif tatlımsı bir yemek oluyormuş.
Buraya özgü olmasa da testi kebabı ve peynirli pidenin de Burdur mutfağında önemli bir yeri var. Burada yapılan peynirli pidelerde farklı bir peynir kullanılıyor.
Tatlı olaraksa ciddi bir helva çeşitliliği var. Kabak helvası ya da ceviz helvası gibi çeşitli helvalar bulabilirsiniz. Ayrıca Burdur Muhallebisi denilen bir muhallebi var ama standart muhallebiden farkının ne olduğunu ben pek anlayamadım.

Altay Pide’de yediğimiz Burdur Şiş.
Taş Oda Gastronomi Mutfağı: Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nin Gastronomi öğrencilerinin bir nevi staj yeri olan restoranda, her yerde bulamayacağınız yerel yemeklerin büyük bölümünü bulabilirsiniz. Bazen serviste aksaklıklar olabildiğini okudum ama aceleniz yoksa mutlaka uğrayın derim. Konumu için tıklayın.
Şişçi Salih: Burdur Şiş yapan en meşhur yerlerden bir tanesi. Sanayi bölgesinde olduğu için biz üşendik hep yürüme mesafesindeki restoranları tercih ettik. Yine de şimdi yorumlarını okuyup fotoğraflarına bakınca “keşke gitseymişiz” dedirtti. Siz de bir şans verebilirsiniz bence. Konumu için tıklayın.
Altay Pide: Sadece pide değil Burdur şiş ve tatlı çeşitleri de sunan merkezi bir restoran. Nispeten salaş bir yer ama yemekleri lezzetli. Konumu için tıklayın.
Burdur gezi rehberimizin burada sonuna geliyoruz. Umarım bu rehber işinizi kolaylaştırır ve geziniz muhteşem geçer. İyi yolculuklar şimdiden!