Yazı İçerikleri
Mardin Gezi Rehberi ve Gezilecek Yerler
Binlerce yıl boyunca birbirinden farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan Mardin, taş evleri, daracık sokakları, tarihi yapıları, gümüş işçiliği ve leziz yemekleri ile mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. “Gecesi gerdanlık gündüzü seyranlık” dedikleri kadar var. Bakmaya doyamayacağınız, kendine has bir güzelliği olan şehir burası.
Mardin’e yakıştırılan tanımlardan bir tanesi de “Taşların Konuştuğu Şehir”. Kulağa abartılı gelse de bunun gerçeklik payı var çünkü kentteki tarihi yapıların büyük bölümünü oluşturan Artuklu mimarisinde süslemeler, çeşmeler, oymalar, kabartmalar sadece süs olsun diye yapılmıyor. Neredeyse hepsinin bir anlamı, bir mesajı var. Örneğin Ulu Cami’nin minaresindeki süslemeleri aşağıdan yukarıya okursanız “bunları yaparsanız cennetin kapıları size açılır” mesajı verdiğini görüyorsunuz.
Medreselerle manastırların, taş evler ve kıvrıla kıvrıla ilerleyen sokakların birlikte şekillendirdiği Mardin silüetini keşfe çıkmadan önce kentin tarihine kısaca bir göz atalım. Sonra gezilecek yerleri, müzeleri, antik kent ve ören yerlerini detaylı bir şekilde anlatacağım.

Mardin (Fotoğraf: Linortis / Envanto Elements)
Mardin Hakkında
Mardin; hem geçmişte dünya ticaretinin ana damarı olan İpek Yolu’nun, hem de Dicle ile Fırat nehirleri arasında kalan verimli Mezopotamya topraklarının üzerinde yer alıyor. Doğal olarak M.Ö. 50.000 dolaylarından beri nice medeniyetlere ev sahipliği yapmış, pek çoğunun kültürünü kendi kültürüne katmış çok zengin bir coğrafya burası.
Tarihte Sümerler, Akadlar, Asurlar, Hititler ve Urartulara ev sahipliği yapmış, sonrasında önemli bir Roma kenti olmuş. 640 yılında İslam ordularının egemenliğine girmiş; Emeviler Abbasiler, Hamdani’ler derken Selçuklu’nun bir parçası olmuş. Sonrası Artuklular, İlhanlılar, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Safaviler, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti… Kenti kısa süre elinde bulunduran ve görece az bilinen beylikleri yazmadım bile. Üstelik bu çeşitliliğin izleri silinip gitmemiş. Mardin bugün nüfus bakımından en çok çeşitliliği içinde barındıran kentlerimizden bir tanesi. Mardin’in kültür mozaiğini Müslümanlar, Hristiyanlar, Ezidiler, Türkler, Kürtler, Süryaniler, Araplar ve Ermeniler oluşturuyor.
Mardin’i iki parça halinde düşünebilirsiniz. Bunlardan biri eski yerleşim merkezi olan ve tarihi dokusunu koruyan eski Mardin, diğeri ise halkın büyük bölümünün yaşadığı, aslında herhangi bir şehir merkezinden çok da farkı olmayan yeni Mardin. Biz eski Mardin’i gezeceğiz çünkü tarihi ve kültürel önemi olan tüm yapılar orada; yani Mardin Kalesi’nin bulunduğu tepenin yamaçlarında.

Mardin yakınlarında yer alan Dara Antik Kenti
Mardin’i Gezerken Dikkat Edilmesi Gerekenler
1. Yazın burası çok sıcak. Yani öyle sadece rahatsız edici bir sıcak değil, gezilemeyecek kadar sıcak. Kışın ise sıcaklıklar 5-8 derece civarında seyrediyor. Dolayısı ile burayı Mart, Nisan, Ekim ve Kasım aylarında gezmek en ideali. Ben Mayıs ayında sıcaktan epey zorlandım.
2. Mümkünse buraya arabayla gelin ya da şehirden araba kiralayın çünkü civar bölgelerde gezmeye değer çok fazla yer var. Aslında Mardin’den kalkan minibüsler gezilebilecek yerlerin bir kısmına gidiyor ama hepsini arka arkaya gezmenizi sağlayacak bir hat yok diye biliyorum. Öte yandan Eski Mardin’in merkezine araçla girmenizi tavsiye etmem. Hem park yeri sıkıntı hem de trafik. Biraz uzağa park edip yürümek ya da toplu taşıma kullanmak daha mantıklı.
3. Mardin’in giderek turistik bir yer haline gelmesi nedeniyle turist kazıklamaya yönelik hareketler de artmış. Taksiciler asla taksimetre açmıyor örneğin. Eski Mardin’e taksi girmesi yasak deyip bizi taa aşağıda indirip, sadece 10 dakika süren yolculuğa 200 TL isteyen taksiciye denk geldim. Yarı yolda ineceğimizi bilsek yürürdük yahu. Üstelik yasak falan değil, içeride çok trafik olduğu için girmek istemiyorlar. Bir başka taksici ise daha uzak mesafeye “o trafiğe girmenin karşılığı olarak” 200 TL istedi mesela ona tamam dedik. Bazı restoranlar var herhangi bir yerde yiyebileceğiniz standart bir kebap için kişi başı 1000TL hesap getiriyorlar. Velhasıl taksicilerle baştan konuşup netleştirin, restoranlara girerken fiyatlarına bakın.
4. Mardin’de okul harçlıklarını çıkarmak için gönüllü rehberlik yapan çocuklar var. Turistik yerlerin önünde bekleyip size binayla ya da bölgeyle ilgi bilgi veriyorlar. Boş da konuşmuyorlar; anlattıkları şeye hakimler. Bu gönüllü rehberlerden bilgi alıp harçlık verebilirsiniz. Öte yandan para karşılığı fotoğraf çeken bir tayfa da varmış. Bana denk gelmediği için bu konuda yorum yapamıyorum.
5. Gezmeye değer yerler arasında aktif ibadet edilen camiler olduğu için yanınıza başörtüsü almak isteyebilirsiniz. Ulu camide falan başörtüsü veriyorlar aslında ama, benden önce bir sürü insanın kullandığı bir örtüyü kullanmaktan rahatsız olduğum için ben o örtülerden pek hazzetmiyorum. Hatta ekstra titizseniz cami gezileri için yedek çorap da alabilirsiniz.
6. Eski Mardin çok kalabalık ve çok trafikli. Gezilecek manastırlarda ve medreselerde de izdiham gibi bir kalabalık olabiliyor. Eğer tarihler konusunda esnekseniz hafta içi gezmenizi, bayram ya da resmî tatil gibi tarihlere denk getirmemenizi öneririm. Müzeler pazartesileri kapalı ama diğer hafta içi günleri tercih edebilirsiniz.

Midyat Hümümet Konağı’nın önünden
Haritalı Mardin Gezi Rehberi
Mardin ve çevresini gezmek için erken kalkıp en az 2 tam gün ayırmanızı tavsiye ederim. Hatta 3 güne yayarsanız daha geniş, daha rahat gezersiniz. Ben 2 tam gün derken minimumunu söylüyorum. Çıkardığım haritalı rotanın ilk gününde yürüyerek gezilecek yerleri, ikinci günde ise arabayla gezilecek yerleri yazdım. Dolayısı ile arabanız yoksa 2. günü pas geçebilirsiniz ya sadece minibüs giden güzergahlardan birkaçını seçip ona göre bir plan çıkarabilirsiniz.
Bu başlığın altına yalnızca rota hakkında pratik bilgileri yazdım. Gezilip görülecek yerler hakkında daha detaylı bilgiyi biraz aşağıdaki “Mardin’de Gezilecek Yerler” başlığının altında bulabilirsiniz.
1. Gün: Yürüyerek Mardin Gezisi
Mardin gezinize Mor Behnam Süryani Kilisesi adıyla da bilinen Kırklar Kilisesi’ni gezerek başlayabilirsiniz. Adını acıklı bir hikâyeden alan kilise tarihiyle olduğu kadar mimarisi ve incelikle işlenmiş taş oymalarıyla da etkileyici. Aktif olarak ibadethane olarak kullanılsa da ibadet saatleri dışında rahatlıkla gezebilirsiniz.
Bir sonraki durağımız Mardin Arkeoloji ve Etnografya Müzesi. Mardin civarından çıkarılan arkeolojik buluntuların yanı sıra yerel kıyafetler ve takılar gibi bölge kültürünü anlatan eserler de var. Kentin tarihini ve kültürünü keşfetmek bulunmaz fırsat. Müze çok büyük olmadığı için 1 saatte gezilebiliyor. Müzekart’ınız varsa ücretsiz girebilirsiniz. Buradan çıkınca bir sonraki noktaya ulaşmak için daracık taş sokaklardan ilerleyip geleneksel evlerin arasından geçeceksiniz. Vaktiniz varsa ara sokaklara gire çıka yürüyebilirsiniz, çok tatlı taş işçiliği örnekleri görebileceğiniz binalar var bu civarda. Yürüyerek rotayı izlerken 1. Cadde üzerinde bir meydan göreceksiniz. Burası Mardin’in Cumhuriyet Meydanı. Mutlaka görülmesi gereken bir yer diyemem ama bilginiz olsun.
Sıradaki durağımız taş ve ahşap işçiliği ile dikkat çeken bir Artuklu Eseri olan Latifiye Camii. Aslında benim burayı görme fırsattım olmadı ama bölgedeki en güzel mimari eserlerden bir tanesi olduğu için pas geçmemenizi öneririm.
Yine Artuklu mimarisinin en önemli örneklerinden bir tanesi olan Ulu Cami de Mardin’de mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında yer alıyor. Şehrin hemen hemen her yerinden görebileceğiniz o devasa minare, işte bu camiye ait. Burası hem Anadolu’nun en eski camilerinden bir tanesi olarak kabul ediliyor.
Ulu Cami’den çıkıp 1. Cadde’ye yönelirken çarşıların içinden geçeksiniz. Revaklı Çarşı (Tellallar Çarşısı) buranın tamamına verilen bir isim mi yoksa bakıcılar çarşısı gibi farklı bölümlere farklı isimler veriliyor onu tam çözemedim. Alışveriş yapmak, sabun, gümüş, badem şekeri, yöresel kıyafetler, Süryani çöreği gibi yerel ürünler almak istiyorsanız bu çarşılarda vakit geçirebilirsiniz. Yerel kıyafetler daha ziyade Kayseriye çarşısında satılıyor deniliyor ama ben oraya gitmedim, bilemiyorum.
Sırada Zinciriye Medresesi var. Burada Müzekart geçmiyor ancak makul bir giriş ücreti var. Burada hem yerel mimarinin çok güzel bir örneğini görebilir hem şehir şehrin manzarasına tepeden bakabilir hem de 640 yıl önce yapılmış bir medresenin neye benzediğini görebilirsiniz. Zinciriye Medresesi Artuklu mimarisini yakından görüp medrese hayatı hakkında bilgi edinmek; taş işçiliğinin ve manzaranın keyfini çıkarmak için güzel bir yer. Nitekim medresenin kubbeleri kentin simgeleri arasında sayılıyor.

Zinciriye Medresesi (Fotoğraf: Galyna Andrushko / Envanto Elements)
Mardin sadece tarihi ve mimarisiyle değil, geleneksel el sanatlarıyla da ilgi çekici bir şehir. Bu nedenle Yaşayan Müze’yi görmekte fayda var. Ben gezerken atlamıştım ama daha sonra yorumlarını okuyunca keşke gitseymişim dedim. Telkâri işçiliği, bakır işçiliği, reyhani oyunu, badem şekeri yapımı gibi pek çok geleneği yakından tanıyabildiğiniz bir yer burası. Öyle balmumundan telkâri usta heykeli konan cinsten değil, bizzat ustaları izleyip soru sorabildiğiniz cinsten… Müzekart geçmiyor ancak giriş ücreti 40₺’ymiş.
Yaşayan Müzeyi’yi Gezdikten sonra 1. Cadde’de yürümeye devam ederek Şehidiye Medresesi’ne gidebilirsiniz. 1. Cadde kentin en hareketli caddelerinden bir tanesi. Bu cadde üzerinde manzaralı çay bahçeleri, restoranlar, gümüş ve Süryani şarabı satan dükkanlar var. Yorulduysanız bir mola vermek için tarihi PTT Binasının (Bugün Şahtana Konağı adıyla üniversitenin uygulama oteli olarak hizmet veriyor, içerisi güzel olduğu için gidip bakmak isterseniz bakabilirsiniz.) karşısındaki çay bahçelerine oturabilirsiniz. Şehidiye Medresesi aslen tarihi bir yapı olmasına karşın orijinal özelliklerinin çok fazla korunmadığı söyleniyor. Mutlaka görülmeli mi derseniz olmazsa olmaz değil derim ancak caddeden sadece birkaç basamak inerek gezebileceğiniz için zaman kaybı da olmaz.
Sırada Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi var. Eski bir kışla binasının içinde yer alan sergide geleneksel mobilyalar, kıyafetler, el sanatı ürünleri gibi Mardin kültürünü anlatan koleksiyonlar var. Müzenin sergi salonunda açılan sergiler ise sürekli değişiyor, takip etmekte fayda var.
Müzenin çok yakınında herkese hitap etmeyebileceği için haritalı rehbere eklemediğim Hatuniye Medresesi var. Kutsal emanetlere ilgi duyuyorsanız burada Hz. Muhammed’in ayak izinin sergilendiğini bilmek isteyebilirsiniz. Yolunuzu pek uzatmadan uğrayabileceğiniz bir noktada kalıyor zaten.

Mardin’in taş binaları ve dar sokakları
Buradan sonrası artık Mardin’in o kendine kas taş yapılarını görmeye, daracık sokakların yürüyerek gezmeye kalıyor. Haritada “Mardin Evleri” olarak işaretlediğim yere giden güzergâh sadece bir örnek. Ara sokaklara gire, çıka kaybolarak gezmek en güzeli. Dolayısı ile doğrudan işaretlediğim yere gitmeniz şart değil.
2. Gün: Arabayla Mardin Civarı
Mardin’den çıkmadan önce şehrin doğu ucunda yer alan Kasimiye Medresesi ile görebilirsiniz. Artuklu döneminde kalma bu tarihi Medresenin ilginç hikayeleri ve güzel bir mimarisi var. Ayrıca içeride bir de El Cezeri ve İslam Alimleri Sergisi mevcut. Müzekart geçerli değil ama giriş ücreti sadece 30TL.
Bir sonraki durağımız olan Deyrulzafaran Manastırı’na Mardin’den arabayla yaklaşık 20 dakikada ulaşabilirsiniz. Manastır yüzyıllar boyunca Süryani Kilisesi’nin önemli eğitim merkezlerinden bir tanesi olmuş. Hristiyanlık öncesinde burada bulunan Güneş Tapınağı ise hala manastırın alt katında görülebiliyor. Manastırı kendi başınıza gezemiyorsunuz, sizi gruplar halinde alarak rehber eşliğinde gezdiriyorlar. Bu yüzden biraz bekleme süresi olacağını göz önünde bulundurun. Manastır aktif olarak kullanıldığı için ibadet saatlerinde de geziye kapalı. Burada Müzekart geçerli değil ve giriş ücreti 100 TL. Bence mutlaka görülmesi gereken bir yer ama çok büyük gruplar oluşturdukları için gezmek keyifsiz bir hal alıyor.

Deyrulzafaran Manastırı
Deyrulzafaran Manastırından çıktıktan sonra yarım saatlik bir araba yolculuğuyla Dara Antik Kenti’ne ulaşabilirsiniz. Dara Antik Kenti henüz çok küçük bir bölümü kazılıp ziyarete açılmış. Buna rağmen çok etkileyici bir yer. Bilinen en derin su sarnıcını da ve 3 katlı mezar odalarını görebiliyorsunuz. Buranın bir giriş ücreti yok ve sarnıcın kazılıp çıkarılmasına önayak olan aile, gönüllü rehberlik yaparak kenti tanıtmak için çaba gösteriyor. Henüz kıymeti anlaşılamamış bir hazine burası!
Sırada Beyazsu var. Dara’dan yaklaşık 40 dakikalık bir yolculukla ulaşabileceğiniz Beyazsu’da nehir kenarında, ağaçların gölgesinde oturup bir şeyler içebileceğiniz, yemek yiyebileceğiniz ayaklarınızı Beyazsu nehrinin buz gibi sularına sokup ferahlayabileceğiniz bir mola verebilirsiniz. Ben burada Habip Usta’nın Yeri’ne gittiğim ve beğendiğim için gezi rehberime de orayı işaretledim. Diğer tesisler daha iyi ya da daha kötü olabilir, bilemiyorum.

Dara Antik Kentinde bulunan 3 katlı mezar odası
Dinlenip enerji topladıysanız sırada Anıtlı Meryem Ana Kilisesi var. Binanın yapımına 2023 yıl önce başlanmış, kiliseye dönüştürülmesi ise M.S. 400 civarı. Dolayısı ile bölgenin en eski kilisesi. Ayrıca yapımına vesile olan hikâye dolayısı ile Süryaniler açısından çok önemli bir yer. Burası yerine alternatif olarak Mor Gabriyel Manastırına da uğrayabilirsiniz. Orası da hemen hemen Midyat’a aynı mesafede ve hem dini açıdan hem mimari güzelliği açısından eşsiz bir yer. Ancak ikisini birden görmek istiyorsanız zaman yetmeyebilir. İkisi de erken kapanıyor dolayısı ile geziyi akşama sarkıtmak mümkün değil.
Sıradaki durağımız Midyat! İlçe merkezine geldiğinizde Batman-Mardin Yolunun doğusunda kalan kısmı gezebilirsiniz. Hükümet Konağı, Tarihi Midyat evleri, gümüş dükkanları ve kafeler bu tarafta toplanmış durumda. Konuk evi civarındaki sokaklarda daireler çize çize dolaşabilirsiniz, gerçekten güzel bir atmosferi var. Taş işçiliği ile bezenmiş evlere ve kiliselerin çan kulelerinin süslediği şehir silüetine baka baka gezmek keyifli. Telkâri gümüş seviyorsanız onun da başkenti burası. Ama dürüst olayım kahve molası dahil 2 saatten sonra yapacak bir şey bulmak zor.
Midyat’tan Mardin’e geri dönmek 1 saat 10 dakika civarı sürüyor, gününüzü planlarken aklınızda olsun.

Midyat Hükümet Konağı
Mardin’de Gezilecek Yerler
Mardin Şehir Merkezinde Gezilecek Yerler
1.Mardin Kalesi
Mardin Kalesi, her ne kadar copy-paste hazırlanan gezi bloglarında de gezilecek yerler arasında sayılsa aslında gezilebilen bir yer değil, sadece uzaktan seyredilebilen bir yer. Kale’de aktif NATO radarları bulunuyor ve bölge askeri arazi sayılıyor. Dolayısıyla biz faniler için kaleye çıkmak pek mümkün değil.
Mardinliler tarafından “Kartal Yuvası” olarak adlandırılan bu tepe; bölgede yaşayan medeniyetler arasında pek çok kez el değiştirmiş. Sümerler, Babiller, Persler, Romalılar, Emeviler, Hamdaniler, Selçuklular diye uzayıp gidiyor liste. Buraya bir kale inşa eden ilk devletin hangisi olduğu da tam olarak bilinmiyor çünkü burada Akkoyunlulardan kalma kalıntılar da var, Akkoyunlu Devletinin kurulmasından 400-500 yıl öncesine dayandırılan yapılar da… Genel olarak Kalenin 10. yüzyılda yapıldığı düşüncesi biraz daha baskın.

Mardin Kalesi (Fotoğraf: Nevit Dilmen / Wikimedia)
Bu kadar bilinmezlik yetmezmiş gibi pek çok da söylence türemiş Mardin Kalesi hakkında. Bir söylenceye göre M.S. 330 yılında Şad Buhari adlı kral, kente çok hasta bir şekilde gelip bu kalede sağlığına kavuşunca, buranın özel bir yer olduğuna kanaat getirmiş. Öğle ki tebaasını da buraya getirip yerleştirmiş. Bundan 112 yıl sonra gelen veba salgınında kalede yaşayan herkes ölmüş. Bu sefer de burası uğursuz addedilmiş ve kale MS. 542 yılına kadar boş kalmış. Ancak bu hikayelerin hiçbirine resmi / akademik kaynaklarda rastlayamadım. Dolayısı ile bu söylencelerin gerçek olmama ihtimali gayet yüksek.
Bugün Mardin Kalesinin çevresinde yarı yıkık surların ve burçların bir kısmı görünebiliyor. İçerisinde ise konutlar, depolar, ambarlar ve ibadethanelere ait kalıntılar olduğu söyleniyor. Kale ve yamaç boyunca sıralanan taş evler ise o ikonik Mardin manzarasını oluşturuyor. Bu manzarayı fotoğraflamak için uğrayabileceğiniz, Mardin şehir manzarasını önünüze seren birkaç noktanın konumunu buraya ekliyorum:
Yol üzerinde Manzara Terası’nın konumu için tıklayın.
Büyük Mardin Otel’in terasına çıkmak isterseniz yardımcı oluyorlarmış. Otelin konumu için tıklayın.
2. Kırklar Kilisesi (Mor Behnam ve Saro Kilisesi)
Eski adı Mor Behnam ve Kızkardeşi Saro olan bu tarihi Süryani kilisesi 539 yılında inşa edilmiş. Kiliseye adını veren Mor Behnam henüz Hristiyan değilken hiçbir doktorun iyileştiremediği cüzzamlı kız kardeşi Saro’yu Hristiyan bir azize (Mor Matay’a) götürmüş ve azizin kardeşini iyileştirmesi üzerine Hristiyanlığı kabul etmiş. Behnam ve Saro’nun babaları Senharip, çocuklarının bir Hristiyan azizine inanmalarını çok aşağılayıcı bulduğu için iki çocuğunu da öldürmüş ve sonrasında evlat acısından yataklara düşmüş. Saro’yu iyileştiren aziz bu sefer onları öldüren babalarını da iyileştirmiş. Bunun üzerine bu iki kardeşe adanmış bir kilise yaparak adını Mor Behnam ve Kızkardeşi Saro Kilisesi koymuşlar.
Peki neden bu kiliseye Kırklar Kilisesi diyoruz? Onun da yine inancı yüzünden öldürülen kişileri anlatan, “Kırklar Şehitler Olayı” olarak bilinen bir hikayesi var. Bu olay özellikle Süryaniler tarafından çok önemseniyor ve yıl dönümü anlamaları yapılıyor. Sivas’ta yaşandığı düşünülen olay Roma’nın halen pagan olduğu 320 yılında geçiyor. Roma ordusunun 40 askeri, cezalandırılacaklarını bildikleri halde açıkça Hristiyan olduklarını söylüyorlar. Roma bu 40 askeri soğuktan donarak can verecekleri bir işkenceye tabi tutuyor. (Bu donarak öldükleri yer farklı kaynaklarda farklı geçiyor.) Askerler Hristiyan halk tarafından şehit sayılıyor ve kemiklerinin ülkenin dört bir yanındaki kutsal mekanlara taşındığı söyleniyor. Kemiklerin getirildiği düşünülen kiliselere de Kırklar adı veriliyor. Tabii kemik bulunmayan kiliseler de yine şehitleri onurlandırmak için bu ad verilmiş olabilir.

Kırklar Kilisesi (Mor Behnam ve Saro Kilisesi)
Buradaki ilginç olay şu ki orijinal Kırklar Kilisesi burası değil. Mardin’in Kırklar Kilisesi camiye çevrilerek Şehidiye Cami olarak kullanılmaya başlanınca, Kırklar kilisesi unvanı o binadan alınıp bu binaya veriliyor.
Bu kilise hem tarihi hem de mimarisi ile önemli bir yapı. Mimari olarak kesme taş yapıların çok güzel bir örneği olarak kabul ediliyor. Kilisenin taş sütunlar üzerinde yükselen kesme taş çatısı, duvarlardan merdiven korkuluklarına dek pek çok yere nakış gibi dokunmuş taş süslemeleri ve çan kulesi dikkat çekici. Kök boyası baskısı ile renklendirilmiş 1500 yıllık perdeler ve 400 yıllık ahşap kapılar ise geçmişten günümüze miras.
Yaklaşık 600 yıl boyunca aktif olarak kullanılan Kırklar Kilisesi 1293’te Mardin Süryani Kadim Patriklik Merkezi olmuş. Hem dini işler buradan idare ediliyormuş hem de patrikler ve metropolitler bu kilisenin avlusuna bakan odalarda konaklıyormuş. Sonrasında önce patriklik merkezi değişmiş ve burası okul olarak kullanılmaya başlanmış. 1928 yılına kadar da eğitim merkezi olarak kalmış.
Konumu için tıklayın.
3. Mardin Arkeoloji ve Etnografya Müzesi
Kısaca “Mardin Müzesi” olarak da bilinen Mardin Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, pazartesi günleri hariç her gün Müzekart ile ücretsiz olarak ziyaret edilebiliyor. Müzeyi gezmek için yaklaşık 1 saat civarında (detaylı gezmek için 1,5) zaman ayırmanız gerekiyor.
Müze tarihi önemi olan bir binada yer alıyor. 1895 yılında Antakya Süryani Katolik Patrikhanesi tarafından yaptırılan bina uzun süre dini amaçlarla kullanılmış, sonrasında ise garnizon, sağlık ocağı, polis merkezi gibi çeşitli kullanımlara hizmet etmiş. Müzenin binası bile başlı başına görülmeye değer aslında.

Mardin Arkeoloji ve Etnografya Müzesi (Fotoğraf: Türkiye Kültür Portalı)
Müzenin içinde ise bölgeden çıkan arkeolojik buluntular (duvar kabartmaları, büstler, banyo küveti, mozaikler vb.) ve etnografik sergiler (yerel kıyafetler, gümüş takılar, hamam eşyaları, mutfak eşyaları, kılıç ve bıçaklar, vb.) yer alıyor.
Müzenin bir de eğitim salonu var. Burada ebru, kök boya baskı, sikke basma, kukla gibi konularda atölyeler varmış ama detaylarını bilemiyorum.
Konumu için tıklayın.
4. Latifiye Camii (Abdüllatif Camii)
Mardin‘deki son Artuklu eserlerinden bir tanesini görmek için Latifiye Camii’ni ziyaret edebilirsiniz. Cami 1371 yılında Abdüllatif bin Abdullah tarafından yaptırılmış ama minaresi bölgenin daha sonraki valileri tarafından iki kere yenilenmiş. Burası aktif olarak ibadete açık bir cami.
Girişindeki yıldızlar ve geometrik desenlerle süslenmiş, işlemeli taş kapı Latifiye Caminin en dikkat çekici özelliği. Giriş kapısının üzerindeki girintiye işlenen geometrik desenlere “mukarnas” deniyor. İslam mimarisinin tipik özelliklerden bir tanesi olduğu için bu süslemeleri gezdiğiniz hemen hemen tüm Artuklu eserlerinde göreceksiniz. Ayrıca minber ve mahfili de Selçuklu ahşap işçiliğinin özgün örneklerinden olduğu için görülmeye değer.
Cami hakkında yapılan yorumları okuduğumda pek çok kişinin burayı Ulu Camiden daha etkileyici bulduğunu fark ettim. Hem 650 yıl öncesini hayal etmek, hem de taş işçiliğinin güzelliğine hayran olmak için gezmeden geçmeyin derim.
Konumu için tıklayın.

5. Mardin Ulu Cami
Artuklu Mimarisinin önemli örneklerinden bir tanesi olan Ulu Cami aynı zamanda Anadolu’daki en eski camilerden bir tanesi olarak kabul ediliyor. Caminin tam yapım tarihi bilinmese de üzerindeki en eski kitabe 1176 yılında bir Artuklu sultanı tarafından eklenmiş. Tabii 900 yıl boyunca sapasağlam kalmamış, zarar gördükçe onarılmış, yeni eklemeler ve değişiklikler yapılmış. Örneğin avluda durup caminin hemen karşısındaki duvara bakarsanız revaklı kısmın, üst katın ve revakların bittiği yerde başlayan duvarın faklı malzeme ve stilde yapıldığını görebilirsiniz. Bu da tüm bu parçaların faklı tarihlerde eklendiğini anlamamızı sağlıyor. Burası sadece bir cami değil, medresesi de bulunan bir külliye olarak kullanıldığı için birden çok kullanım alanı mevcut.
Ulu Cami’nin en dikkat çekici yeri ise 50 metreye yakın boyuyla son derece heybetli bir yapı olan minaresi. Şehrin hemen hemen her yerinden görünen minarenin sadece büyüklüğü değil, üzerindeki işlemeler de dikkat çekici.
Minare kaidesinin Camiye bakan kısmında Nur Suresinin 36. Ayeti (ibadethanelerle ilgili olan ayet), çarşıya bakan kısmında ise Nur Suresinin 37. Ayeti (ticaretin insanları Allah’ı anmaktan geri koymaması gerektiği ile ilgili olan) yazıyor. Hemen üstündeki kare motifte Kelimei Tevhid, bir üstündeki çemberde ise Ayetel Kürsi işlenmiş durumda. Onların üstündeki damla şekilli motiflerin içine peygamberin ve dört halifenin adları yazılmış ve hemen üstü, içinde Allah kelimesi yazan hilal motifleriyle süslenmiş. En tepedeki güneş motifinin içine ise Allah, Hz. Muhammed ve 10 sahabenin adları (başka cephelerde torunları ve amcaları) yazılmış. Tepedeki kapıya benzer motifler ise cennetin kapılarını sembolize ediyormuş. Aslında bu minare caminin tek minaresi değilmiş, avlunun öbür köşesine de bir minare daha bulunuyormuş ancak minare Timur İstilası sırasında zarar gördüğü için günümüze ulaşamamış.
Caminin içerisine girdiğinizde biraz ilerinizde, Hz. Muhammed’in Sakalı Şerifini duvara yerleştirilmiş bir şekilde göreceksiniz. Caminin bir diğer özelliği de dikdörtgen formda olması. Eskiden camilerde daha ön saflarda olmak daha makbul sayıldığı için daha çok kişinin ön saflarda yer almasını sağlayan, enine uzun camiler yapılırmış.

Ulu Cami’nin Minaresi
Caminin içerisindeki tartışmalı bir desen, mihrabın etrafını saran üzüm salkımı süslemeleri. Üzüm salkımı Süryani Kiliselerinde kullandıkları bir desen çünkü şarap Hz. İsa’nın kanını sembolize ediyor ve ayinlerde de kullanılıyor. Bildiğim kadarıyla buradan başka hiçbir camide üzüm salkımı deseni kullanılmıyor. Bu ilginç tercihin nedeni ise bilinmiyor.
Burada bulunan bir diğer ilginç şey de giriş kapısının sağında, minarenin hemen önündeki duvarda bulunan kitabe. Bu kitabede devletin tarımdan ve tarım arazilerinden aldığı vergilerin kaldırıldığı yazıyormuş. Vergilerle ilgili bir devlet kararının cami duvarına yazılması kulağa garip geliyor ama cami duvarına yazılan şeyler camiyi tahrip etmeden silinemeyeceği için, kalıcı olması istenen şeyler cami duvarına yazılırmış. Mardin ulu Cami örneğinde de; yönetim değişse bile, kaldırılan bu vergilerin yeniden konulmasını engellemek için böyle bir yol seçilmiş.
Konumu için tıklayın.
6. Revaklı Çarşı (Tellallar Çarşısı)
Tellallar Çarşısı adıyla bilinen Revaklı Çarşı, 17. yüzyıldan beri çarşı olarak kullanılmış. Tabi muhtemelen 400 yıl önce halkın temel ihtiyaçlarını karşıladığı bir yerdir ancak bugün daha turistik bir çarşı olduğunu söyleyebilirim. Sabun, badem şekeri, el yapımı kap-kaçak, hediyelik eşyalar gibi ürünler ağırlıkta.
Çarşı adını mimari yapısından alıyor. Yani sokak boyunca sıralanan tarihi revakların altında dükkanlar sıralanıyor. Bu çarşının etrafını saran başka çarşılar da var aslında. Onlar tam anlamıyla Revaklı Çarşıya dahil olmasalar da hangisi nerde bitiyor nerede başlıyor net olarak söyleyemiyorum. Bu yüzden Sipahiler Çarşısı, Bakırcılar Çarşısı ve az ilerisindeki Zahireciler Çarşısı ile birleşip büyük bir çarşı kompleksi oluşturduklarını söylesem yalan olmaz. Çarşı gezmeyi seviyorsanız bu bölge ilginizi çekecek.
Konumu için tıklayın.

Revaklı Çarşı (Fotoğraf: Mardin Kültür Turizm ve Tanıtım Yatırımcılar Derneği)
7. Kayseriye Bedesteni
Bedesten, değerli eşyaların satıldığı, depoları da bulunan, korunaklı büyük çarşılara verilen bir isim. Kayseriye Bedesteni de benzer amaçlar için 15. yüzyılda Akkoyunlular tarafından yapılmış ve 600 yıla yakın süredir ticaret merkezi olma özelliğini korumuş. Bugün bir çarşı olarak kullanılan Kayseriye Bedesteninde yerel kıyafetler, sabunlar, hediyelik eşyalar gibi ürünler satılıyor.
Konumu için tıklayın.
8. Zinciriye Medresesi (İsa Bey Medresesi)
Zinciriye Medresesi, 1385 yılında Artuklu Sultanı Melik Necmettin İsa bin Muzaffer Davud bin El Melik Salih ya da kısaca İsa Bey tarafından yaptırılmış. Hatta Timur’un istilası sırasında Necmettin İsa Bey bu medreseye hapsedilmiş. Dolayısı ile burası İsa Bey Medresesi adıyla biliniyor. Zinciriye adı ise yapıya daha sonradan veriliyor.
Eskiden Ulu Cami’nin iki minaresi arasına mahya gibi zincir gerilirmiş. Mahya benzetmesini gözünüzde canlandırmak için kullandım, bu zincirin işlevi mahya gibi yazı yazmak olamaz çünkü Mahya geleneği anlattığım hikayeden 200-300 yıl sonra çıkıyor. Her neyse, caminin minarelerinden biri Timur İstilası sırasında yıkılınca o zincir Ulu Cami’nin minaresinden bu medreseye doğru gerilmeye başlanmış. Zinciriye adı da buradan gelmiş. Bazıları ise bu hikâyeyi daha farklı anlatıyor. İkinci versiyona göre zincir, haklı yılan ve akrep sokmalarından koruyacak bir efsun niyetine doğrudan ulu Cami ile İsa Bey Medresesi arasına çekilmiş. Hangi bilgi daha doğru onu ben bilemiyorum.

Zinciriye Medresesi (bu fotoğrafın çekildiği terasa özel izin olmadan çıkılamıyor) (fotoğraf: Alper Sentekin / Unsplash)
Zinciriye Medresesi eski Mardin’in yerleştiği yamacın en tepelerinde yer aldığı için Mezopotamya ovasını ayaklarınızın altına seren bir manzarası var. Alt hatta avlu, cami, türbe ve çeşitli kullanım alanları; üst katta ise medresede eğitim gören kişilerin kaldığı yatakhaneler var.
Medresenin avlusundaki havuz ise başka Artuklu medreselerinde de olduğu gibi doğumu, yaşamın evrelerini ve ölümü sembolize ediyor. Suyun küçük havuza dökülüşü doğumu, küçük havuz bebekliği, daha sonra suyun daha da durgunlaşıp daha uzun süre aktığı havuz yetişkinliği, su kanalının iyice daraldığı yer yaşlılığı ve suyun en sonda döküldüğü büyük havuz ise ahireti simgeliyor. Bu havuzun aynısını Kasimiye Medresesinde de görebilirsiniz.
Medresenin camisi mimari olarak çok güzel. Mihrabın etrafındaki kabartmalar, siyah taşlarla yapılan süslemeler, kubbenin ağırlığını kemerlere dağıtması için köşelere yerleştirilip mukarnaslarla süslenen minik kemerler dikkat çekiyor. Neredeyse 700 yıl önce yalnızca taş ve harçtan inşa edilmiş bir yapının zamana meydan okuyarak hala sapasağlam durabiliyor olması beni gerçekten büyüleyici.
Konumu için tıklayın.
9. Yaşayan Müze
Ben Mardin’deki yaşayan Müze’ye de girmemiştim ama sonrasında yorumlarını okuyup videolarını izleyince biraz pişman oldum. Mardin zaten el sanatları ve yöresel ürünleri ile meşhur bir şehir. Yaşayan Müze’de de bu geleneksel sanatları daha yakından tanımanıza olanak sağlıyor. Telkâri ve bakır ustalarını çalışırken görme, bilgi alma, soru sorma imkanı sunuyormuş. Ayrıca badem şekeri yapımını, kök boyası kullanımını, reyhani oyununu, dengbej ve kurşun dökme geleneğini tanıtan odalar da varmış.
Buraya Müzekart ile girilemiyor. En son 40 TL giriş ücreti varmış ama zam geldiyse bilmem. Müzeyi ziyaret eden kişilerin yorumları genel olarak çok olumlu.
Konumu için tıklayın.

Yaşayan Müze (Fotoğraf: Anaoldu Ajansı)
10. Şehidiye Cami ve Medresesi
Yine bir Artuklu eseri olan Şehidiye Medresesi aslında orijinal dokusunu çok iyi koruyabilmiş bir yapı değil. Örneğin diğer medreselerdeki doğum, çocukluk, yetişkinlik, ihtiyarlık ve ölümü sembolize eden çeşme burada da varmış ama o havuzların bir kısmı yıkılıp dümdüz zemin karosu döşenmiş dolayısı ile buradaki çeşme havuza kavuşmuyor. Bu gibi değişiklikler çok olsa da medrese tam yol üzerinde, sadece birkaç basmak inerek görülebilen bir yer olduğu için gezmek size bir şey kaybettirmez.
Medrese 13. yüzyılda, Artuklu Sultanı Melik Nasreddin Artuk Aslan tarafından yaptırılmış. Avludaki sütunlarda, çeşmenin çevresinde, minarede çok güzel taş işlemeleri görebilirsiniz. Caminin içindeki duvarlar tamamen sıva ve boyayla kapatılmış. Sanırım taş işçiliğini görebileceğiniz tek yer mihrap kısmı ama onun da orijinaline ne kadar sadık olduğunu bilemiyorum. Yine de güzel, etkileyici bir yapı.
Minare ise yıkıldığı için 1916 yılında tamamen yeniden tasarlanarak Ermeni bir Mimar tarafından yapılmış. Minarede farklı mimari üslupların bir arada kullanıldığını görebiliyorsunuz.
Konumu için tıklayın.
11. Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi
Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi’nin koleksiyonunda Mardin Kültürünü tanıtan, çoğunluğu 1800’lü ve 1900’lü yıllara ait eşyalar bulunuyor. Yerel kıyafetler, mobilyalar ve kişisel eşyaların yanı sıra bölgenin telkâri, bakırcılık, dokumacılık, sabunculuk ve taş oymacılığı gibi geleneksel el sanatlarına özgü ürünler de sergileniyor. Kentin eski fotoğraflarını görüp tarihini ve kültürünü daha yakından tanıyabiliyorsunuz.
Burada sabit koleksiyonun yanı sıra geçici sergiler de yer alıyor. Güncel sergilerin neler olduğunu linke tıklayarak görebilirsiniz.
Müzenin içeriği kadar binası da önemli bence. Bina, Diyarbakır Valisi Hacı Hasan Paşa tarafından 1889 yılında Süvari Kışlası olarak yaptırılmış. Uzun süre kışla olarak kullanıldıktan sonra Karakol, Askerlik Şubesi ve Vergi Dairesi olarak da kullanılmış. Bölgenin mimari özelliklerine göre yapılan binada gezerken çapraz tonozlu koridorları, kapı çevresindeki taş işlemeleri duvarlardaki nişleri görebiliyorsunuz.
Önemli Not: Müze bu hafta ziyarete kapanmış çünkü Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilecekmiş. Ziyaret etmeden önce mutlaka güncel durumunu kontrol edin.
Konumu için tıklayın.

Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi (Fotoğraf: Kültür ve Turizm Bakanlığı)
12. Hatuniye Medresesi (Sıti Radviyye Medresesi)
Sıti Radviyye Medresesi adıyla da bilinen Hatuniye Medresesinin üç önemli özelliği var. Öncelikle Hz. Muhammed’in ayak izinin bu medresedeki bir camekanda sergileniyor olması, burayı Müslümanlar açısından önemli bir yer haline getiriyor. İkinci olarak Mihrapta bulunan, nakış gibi dokunmuş taş işlemeler, eşine az rastlanır nitelikte. Son olarak burası eyvanlı medreselerin ilk örneklerinden bir tanesi olarak kabul ediliyor ancak orijinal yapısına sadık kalınmayan pek çok değişiklik geçirmiş.
Hz. Muhammed’e ait olduğu düşünülen ayak izi, Mihrabın hemen yanındaki bir camekanda bulunuyor. Bu ayak izlerine Kadem-i şerif deniliyormuş ve 4 tanesi İstanbul’da olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde bulunuyormuş. Ayak izlerinin oluşumunun ise Hz. Muhammed’in Miraca yükselişi sırasında, ayaklarının altındaki taşın eriyerek bu şekli almasıyla oluştuğu söyleniyor.

Hatuniye Medresesinde sergilenen ayak izi (Fotoğraf: Baki Ateş / Türkiye Kültür Portalı)
Kimileri bu ayak izini Mardin’e getirtenin, Mısır Seferinden dönen Sultan Selim olduğunu söylerken kimileri Haçlı Seferlerindeki başarıları sonucunda ayak izini alma hakkı kazanan Artuklu Sultanı Kutbettin İlgazi olduğunu söylüyor. Nitekim Kutbettin İlgazi’nin ve Annesi Sıtkı Radviye’nin türbeleri de yine burada, Hatuniye Medresesinin içerisinde yer alıyor.
Medresenin iki adet mihrabı bulunuyor. Bunlardan biri Cennet mihrabı, diğeri cehennem mihrabı. Aslında iki mihrap da eskiden aynı oda içerisindeymiş ama bu odalar sonradan birbirinden ayrılmış.
Cehennem Mihrabına oyulmuş olan semboller “On sahabenin izinden ilerlemezseniz, imanın 6 şartına ve 32 farza uymazsanız, cehennemin kapılarından düşersiniz” mesajı veren sembolik desenlermiş. Cennet Mihrabında ise İse Hz. Muhammed’in yaşını simgeleyen 63 yıldız, ilk vahinin geldiği yaşı simgeleyen 40 adet gül ve Allah’ın tekliğini simgeleyen Lale motifleri varmış.
Konumu için tıklayın.
13. Mardin Evleri ve Sokakları
Mardin’de Gezilecek yerleri bitirince sıra geliyor şehrin o kendine has atmosferini en güzel şekilde hissedeceğiniz ara sokaklara dalmaya… Mimari detaylarıyla hayranlık uyandıran taş evlerine aralarında gezinirken kaybolmaktan çekinmeyin. Dalın hoşunuza giden sokağa.
Bölgenin iklimi ve coğrafyası, Mardin’in bu eşsiz silüeti ortaya çıkarmış. Dik bir yamaca kurulan şehir nedeniyle evler alt alta sıralanmış durumda. Yani evler birbirinin manzarasını kapatmıyor, hatta alt katın damı üst katın terası olarak kullanılabilir. Dam önemli çünkü güneş battıktan sonra kullanılabilen serin bir alan sağlıyor. Avlular ve avlularda bulunan eyvanlar da gündelik işleri güneşten korunaklı, nispeten seri bir yerde yapabilmeyi sağlıyor. Mardin evlerinin genellikle nişlerin içine oturtulmuş, işlemeli pencereleri bulunuyor.

Mardin’deki yapıların neredeyse tamamı sarı kalker taşından yapılmış. Bu taşın en önemli özelliği taş ocağından çıkartıldığında yumuşak ve kolay işlenebilir olması. Bu taş bir süre havayla temas ettikten sonra sertleşip son derece sağlam bir yapı malzemesine dönüşüyor ki daha ideal bir yapı malzemesini arasanız bulamazsınız. Düşünün her türlü hava olayına maruz kalan, yalnızca taş ve harçtan oluşan 800-900 yıllık kubbeler hala sapasağlam. Üstelik taş evlerin yazın serin, kışın sıcak kalmasını sağlayan iyi bir yalıtkan. Velhasıl ellerinin altında böyle bir hazine bulunan Mardinliler yüzlerce yıldır boyunca bu taşı yegâne yapı malzemesi olarak kullanmış. Tüm şehre hakim olan malzeme ve renk bütünlüğü de şehrin güzelliğine güzellik katmış.
Sokaklarda gezerken göreceğiniz, yolun evlerin altından geçmesini sağlayan geçitlere abbara deniliyor. Abbaraların yaygın olmasının nedeni kışın yağmurdan, yazın güneşten korunma imkânı sağlaması. Mardin’in bu kendine has, otantik kent dokusu, ara sokaklarda dolaşıp taş evler arasında gezinmeyi “olmazsa olmaz” bir Mardin aktivitesi haline getiriyor.

Mardin Çevresinde Gezilecek Yerler
1. Kasimiye Medresesi
Kasimiye Medresesi aslında şehrin dışında değil tam çeperinde kalıyor. Yine de yürünerek gezilebilecek merkezde olmadığı için Mardin çevresindeki yerler arasında bahsetmeyi tercih ettim. Kasimiye Medresesi’nin yapımına Artuklular döneminde başlanmış ancak Timur’un istilası nedeniyle yapımı yarım kalmış. İnşaatı 15. yüzyılda tamamlayan ise Akkoyunlu Sultanı Kasım olmuş. Kasimiye adı da buradan geliyor olsa gerek.
Burası iki mescidi, türbesi ve 23 medrese odasıyla, külliye şeklinde düzenlenmiş bir yer. 16. yüzyılda dönemin en önemli eğitim merkezlerinden bir tanesi olmuş. Burası ile ilgili anlatılan bir efsane, Kasım Paşa’nın bu medresede öldürüldüğü, Kasım Paşa’nın kardeşinin ise bu ölümün acısıyla Kasım Paşa’nın kanlı gömleğini alıp medresenin duvarlarına vurduğu hikayesi… Ben çeşmenin hemen yanındaki duvarda kuru kan rengi lekeleri gördüm. Ne yalan söyleyeyim lekelerin şekli hiç de öyle vurulan kumaştan sıçramış gibi değil. Zaten Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi buradan örnek alıp incelediğinde bunun kan değil boya (kök boyası ya da kına) olduğu yönünde görüş belirtmiş. Öte yandan yerli halk boyanın 650 yıl boyunca solmadan kalmasının mümkün olmadığını, bu şehit kanı olduğu için o izlerin orada kalıcı olduğunu söylüyor. Gerçekten de izlerin daha belirgin görünebilmesi için sürekli olarak ıslatılan bir duvarda herhangi bir boyanın kalması zor. Ben iki görüşü de yazayım da, hangisine inanmayı tercih ettiğiniz size kalsın.

Kasimiye Medresesinin giriş kapısı
Kasimiye Medresesi, mimari olarak Zinciriye medresesine çok benziyor. Taş kubbeler, yükleri taşıyan kemerler, eyvan şeklinde oluşturulmuş odacıklar bu Medresenin camisinde de görünüyor. Güzel mukarnaslar ve taş işlemeleri mevcut. Diğer Artuklu medreselerinde bulunan, doğumu, yaşamı ve ölümü simgeleyen o havuz bu medresenin avlusunda da mevcut. Medrese odalarının kapıları çok küçük çünkü giren öğrencilerin başlarını eğerek girmeleri isteniyor.
Aslında medrese iki katlı ama yalnızca alt katı kullanıma açık. Alt kattaki odalar İslam alimleri müzesi olarak düzenlenmiş. Başka alimlerin icatlarına da yer verilmesine karşın ağırlık elbette El-Cezeri’de. El Cezeri robotiğin babası veya İslam dünyasının Leonardo Da Vinci’si olarak kabul ediliyor. 1136 yılında doğan Cezeri, Atuklu Beyliğinin Mardin’deki sarayında baş mühendis olarak çalışmış. Su pompaları, fıskiyeler, müzik otomatları, çeşitli saat mekanizmaları gibi icatlara imza atan Cezeri’nin bazı icatları, çizim ve prototiplerle bu müzede tanıtılıyor. Ayrıca içeride Cezeri’nin siz nereye giderseniz oraya bakıyormuş illüzyonu yaratan bir büstü de var.
Kasimiye Medresesi’nin 30 TL’lik bir giriş ücreti bulunuyor. Hafta sonları aşırı kalabalık olduğunu gördüm ancak hafta içi nasıldır bilemiyorum.
Konumu için tıklayın.

Kasimiye Medresesinin Avlusu
2. Deyrulzafaran Manastırı
Bir diğer adı da Mor Hananyo olan Deyrulzafaran Manastırı, Mardin’e 3 kilometrelik bir mesafede yer alıyor. Müzekart geçmediği için 100 TL giriş ücreti ödenerek giriliyor. İçeride manastırı gezdiren rehberler mevcut ve sizi gruplandırarak manastırı topluca gezdiriyorlar. Grup toplanana kadar kafe bölümünde uzun bekleyişler olabiliyor dolayısıyla yarım saatte gezip çıkarız diye düşünmeyin, beklediğinizden uzun sürebilir. Ufak da bir şikâyetim var; bizi yaklaşık 45 kişilik bir grup halinde gezdirdiler. Nefes alacak, adım atacak yer yoktu gezerken. İzdiham gibi bir şeydi, bunun böyle olmaması lazım. Aklınızda olsun da hafta sonuna, resmî tatile falan denk getirmemeye çalışın ziyaretinizi. Neyse.
Malum Mardin Müslümanlar için olduğu kadar Hristiyanlar için de önemli bir şehir. Deyrulzafaran Manastırı da bölgedeki önemli Süryani manastırlarından bir tanesi. Yerleşkesindeki Mor Hananyo Kilisesi (Kubbeli Kilise), Divanhane, Azizler Mezarlığı, Meryem Ana Kilisesi ve Güneş Tapınağı ile büyük bir kompleks olduğunu söyleyebiliriz. Yapının inşasına 5. Yüzyılda başlanmış ancak yüzyıllar boyunca yeni eklentilerle değişmiş ve genişlemiş. Bugün gördüğümüz halini ise 18. yüzyılda almış.

Deyrulzafaran “Safran Manastırı” anlamına geliyor. Manastır geçmişte geçimini manastır çevresinde yetişen safran bitkisinden sağladığı için bu adı almış. Manastırın yapımından önce ise burada M.Ö. 2000 yıllarında inşa edilmiş bir güneş tapınağı varmış. Gezinin en ilginç yerlerinden bir tanesi bu güneş tapınağı bence çünkü güneşe tapan kişilerin güneş gören bir yerde ibadet etmesini beklerdim. Burada ise yerin altına inşa edilmiş bir tapınaktan bahsediyoruz. Hatta tapınağın tavanında 500-600 kiloluk taşlarla örülmüş bir tavan var. Tavandaki “V” kesitli taşlar üstte ne kadar ağırlık olursa taşlar o kadar sıkıştığı için yapı daha da güçlü oluyormuş. Tapınakta bulunan küçücük bir pencereden güneş ışığı giriyor ve ibadet o ışığa dönerek yapılıyormuş. İşte Deyrulzafaran Süryani Manastırı Romalılar tarafından kullanılan bu Güneş tapınağının ve hemen yanındaki Roma kalesinin üzerine kurulmuş.
1300’lü yıllarda burası öylesine önem kazanmış ki Süryani Ortodoks Patriklerin ikamet yeri olmaya başlamış. Yaklaşık 640 yıl boyunca, yani 1932 yılına kadar patriklerin kaldığı manastırda 52 Süryani Patriğinin mezarları bulunuyor.

Manastırın alt katındaki güneş tapınağı. Tapınağın tavanını tutan taşların kilitlenme mantığı da görülüyor.
Bu bölgede kullanılan ilk Latin harfli matbaa yine bu manastır tarafından kullanılmış 1876 yılında İngiltere’den satın alınan ve kitap basımında kullanılan matbaa, Manastırın içerisinde sergileniyor. Hatta cumhuriyetin ilk yıllarında başka latif harfli matbaa olmadığı için resmî belgelerin çoğaltılmasında bile kullanılmış bu matbaa.
Özetle hem tarihi hem mimarisiyle görülmeye değer bir yer burası. Kemerleri, kubbeleri, taş işlemeleri gibi güzelliklerin yanı sıra 500 yıllık fildişi bir koltuk, 400 yıllık ahşap kapılar, 1200 yıllık bir fresk gibi çok iyi korunmuş tarihi eserleri de burada görebiliyorsunuz.
Konumu için tıklayın.
3. Dara Antik Kenti
Dara Antik Kenti Mardin’e 30 kilometre mesafede yer alıyor ve tamamen kendi haline terkedildiği için Müzekart bile göstermeden ücretsiz olarak girebiliyorsunuz. Henüz çok az bir kısmı kazılıp açığa çıkarılmış kocaman bir şehir var burada. Bence inanılmaz bir yer, gezmeden geçmeyin. Boşuna “Doğunun Efesi” dememişler.
Bu muhteşem yeri bugün gezebilmemizi Mehmet Kaya ve ailesine borçluyuz desek yanlış olmaz aslında. Mehmet Kaya o inanılmaz sarnıcın tam üzerindeki evde yaşıyor ve evinin altında devasa bir yeraltı yapısı olduğunu öğrendiği andan itibaren sürekli olarak yetkililerle çağrıda bulunmaya başlıyor. Nihayet yetkilileri ikna ediyor ve 3 yıl süren kazılarda kentin %5’i sayılabilecek bir bölüm ortaya ortada çıkarılıyor. Bir noktada “bize ayrılan bütçenin sonuna geldik” deyip gidiyorlar. Ne bir güvenlik ne bir bilet ofisi, hiçbir şey yok. Her şeyle Mehmet Kaya ilgileniyor. Gönüllü rehberlik de yapıyor, çöp atanı da sağı solu kurcalayanı da yine o kontrol ediyor. Bize de antik kenti kendisi gezdirdi. Valla dünya bu güzel insanların hatırına dönüyor.

Dara Antik Kenti M.S. 505 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırını korumak amacıyla bir garnizon olarak kurulmuş. Zamanla büyüyüp genişleyerek bölgenin en büyük ve önemli yerleşim yerlerinden bir tanesi halini almış. Yaklaşık 40 bin kişinin burada yaşadığı düşünülüyor.
Kentteki yapıların bir kısmı (genellikle mezar odalarının) tıpkı Kapadokya’da olduğu gibi kayalara oyulmuş, bir kısmı ise kesme taşlarla inşa edilmiş ve kentin etrafı 4km’lik bir surla çevrelenmiş. İçerisinde ise kilise, mezar odaları, depolar, saray, çarşı, sarnıç gibi pek çok yapı bulunuyor. “Mezar odası” dediğime bakmayın, 3 katlı kocaman bir mezar binası var burada. Ruhlar gökyüzüne daha rahat yükselsin diye kocaman bir de baca da yapmışlar buraya. Daha küçük mezar odaları daha az önemli kişiler için, lahit tipi mezarlar ise yerel halk için. Zaten kazılmış olan bölümün büyük bölümü Nekropolis (mezarlık) kısmı olduğu için en çok mezar odalarını ve lahitleri göreceksiniz.
Sarnıç deyince de aklınızda ufak bir şey canlanmasın. Yerebatan sarnıcından daha derin bir sarnıç var burada. 10 bin metreküp su kapasitesine sahip sarnıç bildiğim kadarıyla Anadolu’daki en derin su sarnıcı olmaz özelliğine sahip. Üstelik sapasağlam ayakta! Bir diğer ilginçlik ise sarnıcın sur için bölgesinde değil surların dışında kalması. Ya bildiğimizden çok daha geniş bir yerleşim burası, ya da 1500 yıl önce kentin suyunu kesme/zehirleme gibi savaş taktikleri pek bilinmiyordu kim bilir…

Solda büyük mezar odasının girişi, sağda zindan adı verilen derin sarnıç
Dara Antik Kenti biraz dağınık bir yer ve fazla yönlendirme tabelası yok. Kaya mezarlarının olduğu bölümden çıktıktan sonra ilerleyip karşı tarafa geçmeyi ve buranın ilerisindeki kalıntıları gezmeyi de atlamayın. Google’da yanlış işaretlenmiş yerler var onlar sizi yanlış yönlendirmesin. Örneğin Maps’te sarnıç sanki Antik kentin girişindeymiş gibi işaretlenmiş ama aslında “Zindan” olarak işaretlenmiş olan yerde yer alıyor. Buralarda kazılar başlayıp neyin ne olduğu anlaşılmadan önce halk bu yapıya “Zindan” diyormuş. Kazılıp sarnıç olduğu anlaşıldıktan sonra bile adı böyle kalmış. Merdivenlerden dikkatli inin, hem karanlık hem kaygan hem de çok dik.
Konumu için tıklayın.

Dara Antik Kenti
3. Beyazsu
Beyazsu “gezmelik” değil de, mola verip keyif yapmalık bir yer aslında. Şırıl şırıl akan Beyazsu nehri boyunca kurulan işletmeler size nehrin kenarında, hatta üzerinde oturup bir şeyler yiyip içme fırsatı sunuyor. Doğal güzelliği ile dinlendirici bir yer olan Beyazsu’da ağaçların gölgesinde kısa bir mola vermek insana iyi geliyor. Eğer “benim vaktim kısıtlı, başka yerde olmayan şeylere vakit ayırmak istiyorum” derseniz burayı pas geçebilirsiniz.
Beyazsu’ya arabayla gitmek Dara Antik Kenti’nden 45 dakika, Mardin’in merkezinden ise yaklaşık 1 saat 10 dakika sürüyor. Eğer Dara’dan çıkıp Midyat’a gidecekseniz tam yolunuzun üzerinde kalıyor. Aslında burada çok fazla işletme var ama ben sadece Habip Usta’nın Yeri’ine gittiğim. Diğerlerini görmediğim için kıyaslama yapıp hangisi daha iyidir hangisi daha kötüdür bilemiyorum. Eğer benim gittiğim yere gitmek isterseniz konumunu aşağıda paylaşıyorum:
Habip Usta’nın Yeri’nin konumu için tıklayın.
4. Anıtlı Meryem Ana Kilisesi
Eski adı Hah Köyü olan Anıtlı Köyü’nün içerisinde bulunan Meryem Ana Kilisesi Midyat’a 30 kilometre mesafede bulunuyor. Hem mimarisi hem de tarihi ile çok özel ve görülmesi gereken bir yapı. Neden derseniz öncelikle bu topraklarda Meryem Ana’ya adanmış ilk kilise olması önemli. Yapının tarihi 2024 yıl öncesine gidiyor. İçeriden yuvarlak dışarıdan dikdörtgen olan kubbesi ve taş işçiliği gerçekten çok güzel. Ayrıca başka hiçbir kilisede bulunmayan bir sembol bu kilisede kullanılmış. O sembol İsa’nın ruhu temsil eden güvercin sembolü. Bu kilisedeki haçların üzerine kazınan bu sembol başka hiçbir kilisede görülmüyormuş.

Anıtlı Meryem Ana Kilisesinin içi ve dışı
Anıtlı Meryem Ana Kilisesinin yapımına M.S. 1. yüzyılda, yani İsa’nın doğumunu takip eden ilk yıllarda başlanmış. Kilisenin yapılış hikâyesine göre Hz. İsa’nın doğumunu müjdeleyen yıldız kaymasını gören 12 kral Hah köyünde buluşmuş, konuşmuş ve bunun bir kurtarıcının doğduğuna dair bir alamet olduğu sonucuna varmışlar. Yıldızın düştüğü yöne gitme kararı almışlar ve aralarından 3 kralı seçerek yıldızın gittiği yöne göndermişler. Yola çıkan krallar en nihayetinde Meryem Ana’ya ulaşmışlar ve yanlarında götürdükleri hediyeleri ona vermişler. Meryem Ana da karşılık olarak Hz. İsa’yı sardığı bezden bir parça keserek krallara vermiş. Bu üç kral Hah köyüne geri dönüp diğer krallarla buluştuğunda bezin nasıl bölüşüleceği ile ilgili bir tartışma yaşamışlar. En sonunda “bezi yakalım hepimiz birer tutam kül alalım” diye düşünüp bezi ateşe vermişler. Yanan bez 12 altın madalyona dönüşmüş. Her birinin üzerinde kralların adları yazıyormuş. Bu mucizeden etkilenen krallar kilisenin bulunduğu yere 12 sıra taştan oluşan bir anıt dikmişler. Meryem Ana’ya adanan bu ilk anıt zamanla büyüyüp genişletilerek bir yapıya dönüştürülmüş. 4. ya da 5. yüzyılda tavanı da inşa edilen yapı en nihayetinde Meryem Ana’ya adanmış bir kilise halini almış. Özetle 2024 yıllık bir anıt, 1600 yıllık bir kilise burası.
Her yıl 15 Ağustos’ta Meryem Ana’nın Göğe Yükseliş Gününde Tur Abdin bölgesinin dört bir yanından gelen Süryaniler bu kilisede ayin yapıyormuş. (Tur Abdin Süryanicede inananların dağı anlamına geliyor, Süryanilerin ana yurdu sayılan, Mardin – Cizre arasında bulunan toprakları ifade ediyor.)
Bu arada buraya kadar gelmişken yine ağırlıklı olarak Süryanilerin yaşadığı Anıtlı (Hah) köyünü de gezebilirsiniz.
Konumu için tıklayın.

Anıtlı Meryem Ana Kilisesi’nin içi dairesel dışı ise dikdörtgen olan kubbesi
5. Midyat
Midyat bölgedeki en meşhur turistik yer olsa da ben Midyat’ta çok fazla zaman ayrılacak bir şey bulamadım açıkçası. Kesinlikle güzel ve görmeye değer ama 2 saat sonra yapılacak şeyler bitiyor onu peşinen söyleyeyim. O yüzden doğrudan Midyat’a gelip uzun uzun gezeyim diye acele etmenize hiç gerek yok, Deyrulzafaran’ı, Dara’yı, Anıtlı’yı geze geze gelebilirsiniz rahatlıkla. Burası kültür mozaiği açısından gerçekten ilginç; Türklerin, Kürtlerin, Arapların ve Süryanilerin bir arada yaşadığı, Müslüman, Hristiyan ve Yezidilerin birlikte ibadet ettiği bir coğrafya. Ancak bunu görüp deneyimleyebileceğiniz pek fazla ortam, müze, tarihi yapı yok. Belki de ben bulamamışımdır bilmiyorum.
Midyat’ta gezilecek yerler arasında Midyat Konuk Evi olarak kullanılan tarihi konak var, geleneksel mimariyi yansıtan taş evler var ve bir sürü telkâri satan gümüş dükkânı var. Bunların dışında bir de Midyat Kent Müzesi var. Burada yakın döneme ait gündelik eşyalar ve mobilyalar sergilenmiş ve bilgilendirici pek bir şey yokmuş. Gezenler yeraltı tünelleri hariç pek tatmin olmamışlar o yüzden ben de pas geçtim ve bu müzeye gitmedim. Zaten Midyat’ın öbür ucunda kalıyor. Dolayısı ile konuk evi civarında kalan bölgeyi gezmek yeterli diye düşünüyorum.
Midyat Konukevi’nin mağaraları ve ilk katı 1880 yılında yapılmış. Üst katlar ise 1900’lü yılların ilk yarısında yapılmış. Gerçekten güzel bir mimari eser sayıldığı ve Midyat’ın simgesi olduğu için pek çok dizi, film ve klip çekilmiş burada. Ben sadece Hükümet Kadın’ı biliyorum ama bu coğrafyada geçen diziler izliyorsanız mutlaka görmüşsünüzdür burayı. Giriş ücreti 30TL, daha ziyade terasları balkonları gezip mimariyi görebileceğiniz bir yer. Hafta sonları aşırı kalabalık olabiliyor.

Midyat Hükümet Konağı
Konuk evinin biraz aşağısında ise bir sürü gümüş dükkânı var. Midyat Telkâri işçiliği ile meşhur dolayısı ile telkâri seviyorsanız buradaki kadar çok çeşidi başka hiçbir yerde bulamazsınız. Aynı zamanda gümüş fiyatlarının en uygun olduğu şehir de burasıymış. Ben çok gezdim zevkime göre bir şey bulamadım ama zevkler renkler tabii…
Midyat geleneksel taş evleri, bu evlere ince ince oyulmuş süslemeleri, ilçenin silüetine hareket hatan çan kuleleri ile kentine has bir yer. Bu nedenle Hükümet Konağı civarındaki ara sokaklarda yürüyüş yapmak çok keyifli. Baktığınız her yerde güzel ayrıntılar var. Öte yandan fotoğraf çekmek niyetindeyseniz hafta sonlarından ya da resmî tatillerden kaçının çünkü oldukça kalabalık.
Konumu için tıklayın.

Midyat’ın çarşı bölgesi
7. Mor Gabriel Manastırı (Deyrulumur Manastırı)
Yeterli vaktim olmadığı için gezmediğim, ancak buraya kadar gelmişken görülmesi gereken önemli bir yer de Mor Gabriel Manastırı. Mor Gabriyel Manastırı Midyat’a 22 KM uzaklıkta. Doğrudan Mardin’den geliyorsanız da 1,5 saatlik bir araba yolculuğu ile ulaşabiliyorsunuz. Manastır halen aktif olarak kullanıldığı için kendi başınıza gezemiyorsunuz. Sizi içeriye gruplar halinde alıp rehber anlatımı eşliğinde gezdiriyorlar. Giriş ücreti de Deyrulzafaran ile aynı, yani 100 TL.
Yapımına M.S. 397 yılında başlanan manastır Süryani tarihi ve kültürü açısından çok önemli. Gezdiren rehber Süryaniler için Kudüs’ten sonraki en kutsal sayıldığını söylüyor. İbadet, inziva ve eğitim 1600 yıl boyunca kesintisiz olarak sürmüş burada. İlk duyduğumda Gabriel’in Cebrail’den geldiğini düşünmüştüm ama Gabriel burayı en çok geliştirip, bu kadar önemli bir yer haline gelmesine vesile olan Metropolitin adıymış aslında. Mor zaten aziz demek. Manastır bu Metropolitin adı verilmeden önce Deyrulumur adıyla bilinirmiş. Deyrul manastır, umur yaşam demek olduğu için Deyrulumur da “Yaşam manastırı” anlamına geliyor.

Mor Gabriel Manastırı (Fotoğraf: Türkiye Kültür Portalı)
Mor Gabriel Manastırı mimari güzelliği bakımından zaten çok etkileyici bir yer. Bizans döneminde kilise tavanının gümüş ve altın kaplama olarak yapıldığı biliniyor. Tavanında altın yaldızlı mozaikler olan bir oda halen mevcut. Daha önce Kırklar kilisesine adını veren, Sivas’ta öldürülen 40 Hristiyan’dan bahsetmiştim. Onların kemiklerinin bir kısmı bu Manastırın kilisesinde de bulunuyor.
Manastırın en meşhur yerlerinden birisi Theodora Kubbesi. Ayasofya’yı inşa ettiren Justinianus’un eşi Theodora buraya gelerek bu yapıyı inşa ettirmiş. Rahiplerin yemekhane olarak kullandıkları yapının içindeki yuvarlak kubbe, dışarıdan kare olarak görünüyor. Odanın ortasında ise mutfak tezgâhı niyetine kullanılan bir taş var. Burada hamur yoğurulup üzüm eziliyormuş.
Manastırın alt katlarında bir odada rahiplerin kemiklerinin defnedildiği bir mezar odası bulunuyor. Burada tam 12.000 rahibin kemikleri varmış. Böyle deyince aklınızda çok büyük bir yer canlanmasın çünkü mezar odaları öyle tek kişiye tek mezar yapma şeklinde kullanılmıyor. Binyıllar öncesinden kalma mezar odalarında olduğu gibi burada da mezarlar üzerinden belli bir süre geçtikten sonra açılıyor, içindeki kemikler mezarın kenarına diziliyor ve orada açılan boşluğa yeni bir beden defnedilerek mezar kapatılıyor. Mor Gabriyel Manastırının mezarlığına (Buraya Azizler Evi deniliyor) en son defin 1984 yılında yapılmış.
Konumu için tıklayın.
Mardin’de Ne Yenir?
Mardin ve civarında yiyebileceğiniz yiyecekler arasında kaburga dolması, bir çeşit kapalı lahmacun olan Sembusek, çağla yemeği, Mardin usulü içli köfte olan ikbebet ve soğan kebabı sayılabilir. Buraya özgü bir de etli ekmek var ama pide gibi bir etli ekmek gibi düşünmeyin. Ekmeğin harcına et karıştırıldığı için et aromalı bir ekmek çıkıyor ortaya.
Bana Midyat’taki Cihan Et Lokantası’nı övdüler ben de gittim ve pişman oldum. Güneydoğu seyahatim boyunca tadına baktığım kaburga dolmaları arasında hem en kötüsü hem de en pahalısıydı. Komple yağ ve kemikten oluşan tabaktan 3-4 lokma et ya çıktı ya çıkmadı yani. Belki eskiden çok iyidir bilmiyorum ama ben önermiyorum. Mardin’in içerisinde ise Manzara açısından öne çıkan Seyr-i Merdin’in, Bağdadi Restoran’ın ve Leyli Muse Mutfak’ın adını duydum ama yine kendim gitmediğim şuraya gidin buraya gidin gibi önerilerde bulunuyorum.

Kaburga Dolması (Fotoğraf: Mardin Bağdadi Restoran)
Ana yemek dışında Süryani çöreği yiyip safranlı çay içebilirsiniz. Süryani çöreği içinde hurma dolgusu olan lezzetli bir çörek. Kolay bozulmadığı için paket olarak alıp yanınızda da götürebilirsiniz. Safran Çayı ise uzun yıllar Deyrulzafaran Manastırı’nda üretildiği için manastırla özdeşleşmiş bir içecek. Mardin’de hemen hemen her yerde Süryani şarabı bulabilirsiniz. Bazıları “yumuşak” bir şarap olduğunu söylüyor ama bence aroması yoğun ve ekşi bir şarap. Dolayısı ile yumuşak olduğuna katılmıyorum.
Tüm Güneydoğu’da olduğu gibi burada da pek çok kahve çeşidi deneyebiliyorsunuz. Sert kahve seviyorsanız Mırra, daha yumuşak bir şeyler isterseniz Menengiç veya dibek kahvesi içebilirsiniz.
Mardin’de Nerede Konaklanır?
Mardin’in eski şehir merkezinde acayip bir trafik var ve taksiler bile bu trafiğe girmek istemiyorlar. Arabayla giderseniz de park yeri bulmak biraz güç olabilir. Dolayısı ile şehir merkezinin dışında kalırsanız ulaşımda biraz güçlük yaşayabilirsiniz. Öte yandan şehir merkezi anormal gürültülü. Her mekândan, her arabadan, her sokaktan ayrı müzik, ayrı gürültü yükseliyor. Kalacağım yer sessiz, sakin olsun derseniz, o zaman merkezden biraz daha uzakta konaklamayı düşünebilirsiniz. Velhasıl kalacağınız yere kendi önceliklerinize göre karar vermeniz en doğrusu.
Kendi kaldığım otelin yanı sıra bölgedeki en yüksek puanları almış otelleri de inceleyerek şöyle bir liste çıkardım; umarım işinizi görür.

Maristan Tarihi Konak (Fotoğraf Maristan Tarihi Konak / hotels.com)
Ana Talia House: Merkezi bir konumda yer alan otel yüksek puanlı, taş mimarili butik oteller arasında en makul fiyata sahip olanlardan bir tanesi. Tabii oda büyüklüğü arttıkça fiyat da artıyor ancak otelin yorumları çok çok olumlu. Bir daha gitsem bu oteli seçerim gibi geldi. Tek eksisi otelde otopark olmaması.
Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın: https://tr.hotels.com/ho3097924864/ana-talia-house-mardin-turkiye
Ramada Plaza by Wyndham Mardin: Ben Mardin’e turla gittiğim için bu otelde kaldım. Eski şehir merkezine 5 kilometre yani yürüme mesafesi değil. Özellikle de yokuş yukarı çıkmak gerektiği düşünülürse…. Yine de 5 yıldızlı, sessiz, sakin, konforlu ve temiz bir otel olduğu için memnun kaldım. Burada kalacaksanız yanınıza mayo almayı unutmayın; hem kapalı hem açık havuzu var.
Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın: https://tr.hotels.com/ho1438285216/ramada-plaza-by-wyndham-mardin-mardin-turkiye/
Mirsoum Hotels: Oda kahvaltı konaklayabileceğiniz, gezilecek yerlere yürüme mesafesinde yer alan, taş mimariyle yapılmış bir butik otel.
Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın: https://tr.hotels.com/ho2420132224/mirsoum-mardin-turkiye
Ulubey Konağı: Gezilecek yerlere yürüme mesafesinde, oda kahvaltı konaklayabileceğiniz otelin otoparkı da var. Güzel dekore edilmiş, taş konak havasını yaşatan otelin yorumları da oldukça iyi ancak fiyatı ortalamanın üzerinde.
Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın: https://tr.hotels.com/ho2306387488/ulubey-konagi-mardin-turkiye
Maristan Tarihi Konak: Yine taş konak şeklinde dekore edilmiş ve çok güzel yorumlar almış bir butik otel burası. Ancak otoparkı yok. Fiyatı ortalamanın bir tık üstünde olan otellerden.
Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın:https://tr.hotels.com/ho1544934336/maristan-tarihi-konak-mardin-turkiye
Kaya Ninova Hotel: Otel eski şehir merkezinde ve gezilecek yerlere yüzüme mesafesinde. Standart bir otel aslında burası. Gayet olumlu yortumlar almış ama otoparkı yok sanırım.
Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın: https://tr.hotels.com/ho633002688/kaya-ninova-hotel-mardin-turkiye
Mardin’den ne alınır?
Mardin’e gelmişken geleneksel el ürünlerinden almak isterseniz pek çok seçeneğiniz olacak. Bunların başında ise elbette Telkâri gümüşler geliyor. Telkâri, çok ince gümüş tellerini bükerek desenler oluşturmaya dayanan bir geleneksel el sanatı. Mardin’de, özellikle de Midyat’ta telkâri işçiliğinin çok güzel örneklerini bulabilir; başta takı olmak üzere pek çok gümüş ürün satın alabilirsiniz.
Mardin’in sabunları da meşhur. Aşısız bir tür fıstık ağacı olan bıttım’dan yapılan bıttım sabunu, menengiç sabunu ve eşek sütü sabunu çarşılarda gezerken sıklıkla karşınıza çıkacaktır.
Badem şekeri, özellikle de mavi badem şekeri de Mardin’e özgü ürünlerden bir tanesi. Lahor ağacının kökünden elde edilen doğal bir gıda boyasıyla renklendirilen şekerler güzel bir hediyelik olabilir. Şeker bekledikçe rengi açıldığı için “hayalet şeker” de deniyormuş. Bir şekerin tazeliğini rengine bakarak anlayabilmek güzel bir şey tabii.
Mardin’de gezerken iki delikli mavi bir taş kullanılan bileklikler ve kolyeler göreceksiniz. Bu iki veya yedi gözlü mavi boncuk aslında Süryani nazar boncuğu. Buradan başka bir yerde kolay kolay bulamayacağınız, en buraya has şeylerden bir tanesi bence.

Mardin’e özgü Süryani Nazar Boncuğu
El yapımı bakır ürünler, Süryani şarabı, Süryani çöreği, cevizli sucuk, kahve çeşitleri ya da safran da çayı da Mardin’den alabileceğiniz ürünler arasında.
Mardin’de Ulaşım
Mardin’e karayolunun yanı sıra İstanbul’dan, Ankara’dan ve İzmir’den uçak ile gelebilirsiniz. Mardin Havalimanı, eski Mardin ve Kızıltepe arasında toplu taşıma ya da taksi kullanarak ulaşım sağlayabilirsiniz. Ancak yalnızca Mardin’in sadece içini değil çevresini de gezmek niyetindeyseniz arabaya ihtiyacınız olacak. Midyat’a ulaşım kolay ama civardaki antik kentlere, manastır ve medreselere minibüs ile gitmek ya mümkün değil ya da çok eziyetli. Aracınızı havalimanından kiralayıp yolunuza devam edebilirsiniz.
Kenti arabayla gezecekseniz bunun da bazı sıkıntıları var ne yazık ki. Eski Mardin’de trafik gıdım gıdım ilerliyor ve ücretli park yerleri dışında park şansı pek yok. Eğer merkezde kalacaksanız otelinizin otoparkı olmasını öneririm.
Öte yandan buraya sadece Mardin’i gezmeye değil, komple Güneydoğu Anadolu’yu gezmeye de gelebilirsiniz çünkü gezip görmeye değer çok çok fazla şey var. Kapsamlı bir turla Gaziantep’i Şanlıurfa’yı, Mardin’i ve Diyarbakır’ı arka arkaya gezince bu coğrafyaların ne kadar eşsiz olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.

Mardin Sokakları (Fotoğraf: Linortis / Envanto Elements)
Güneydoğu Anadolu’yu Gezmek
Eğer bölgeyi daha kapsamlı bir şekilde gezmek istiyorsanız, diğer seyahat rehberlerim de işinize yarayabilir.
Diyarbakır Gezi Rehberim için tıklayın.
Gaziantep Gezi Rehberim için tıklayın.
Şanlıurfa Gezi Rehberim için tıklayın.