Şanlıurfa Gezi Rehberi ve Gezilecek Yerler

Şanlıurfa Gezi Rehberi ve Gezilecek Yerler

Şanlıurfa’nın tarihe ilgi duyan, damak zevkine düşkün olan, dini önemi olan yerleri görmek isteyen, mozaiklerdeki sanata hayran olan; kısacası bambaşka ilgi alanlarına sahip olan herkesi tatmin edebilecek bir yönü var. Görülecek çok yer, yapılacak çok şey var burada! Gerçi gezerken bana sıcak çarptığı için pek tadını çıkaramadım; bayılmakla yürümeye devam etmek arasındaki ince bir çizgide geçti bu seyahatim ama olsun, her anı iyi ki gelmişim dedirtti.

Aslında buraya gelip sadece Şanlıurfa’yı görüp dönmek yerine 8-9 gününüzü ayıracağınız kapsamlı bir Güneydoğu Anadolu Turu yaparsanız çok daha keyifli olur çünkü bölgede gezmeye ve görmeye değer çok fazla yer var. Mesafeler birbirine nispeten yakın olduğu için oradan oraya geçerek gezmesi kolay. Ayrıca hepsini bir arada gezdiğiniz zaman bu coğrafyanın nasıl bir tarihi ve kültürel zenginliğe ev sahipliği yaptığını çok daha iyi anlayarak hayranlık duyuyorsunuz, benden söylemesi.

Şanlıurfa’da gezilecek yerleri, gezi rotalarını ve pratik bilgileri detaylı bir şekilde anlatacağım ama önce Şanlıurfa’yı daha yakından tanıyalım.

Şanlıurfa Balıklıgöl

Urfa’nın sembolü, kutsal kabul edilen Balıklıgöl (fotoğraf: Ahmet Rüzgar / Unsplash)

Şanlıurfa Hakkında

Şanlıurfa 2 milyon 200 bini aşkın bir nüfusa ev sahipliği yaptığı için Güneydoğu Anadolu’nun en büyük şehri sayılıyor. Ancak burayı özel kılan büyüklüğü değil, tarihi ve kültürü.
Şanlıurfa insanoğlunun yerleşik hayta geçtiği, tarım devrimini yaptığı, yani bir nevi medeniyeti kurduğu (zira medeni kelime anlamı olarak şehirli demek), “Bereketli Hilal” adı verilen toprakların tam merkezinde yer alıyor. Bu coğrafyada en az 12.000 yıldır kesintisiz olarak yaşayan insanların günümüze bıraktığı pek çok şaşırtıcı eser var. Üstelik Göbeklitepe ve Karahantepe gibi bazı kalıntılar öylesine önemli ki, insanlık tarihine dair tüm bildiklerimizi yeniden sorgulamamıza neden oldular.

Şanlıurfa’nın bilinen tarihi MÖ. 9.500 yılına kadar uzanıyor. Geçtiğimiz 3000 yıl içerisindeyse Asurlular, Medler, Persler, Makedonyalılar (Selefkoslar), Agbar Krallığı, Roma ve Bizans gibi pek çok medeniyet arasında el değiştirmiş. Hristiyanlar, özellikle de Süryaniler açısından önemli bir şehir olan Şanlıurfa Arap akınları sırasında bu özelliğini biraz yitirmiş. Sonrası ise kabaca Eyyubi, Moğollar, Memluk, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti…

Şanlıurfa’nın bilinen en eski adı ise Orhay. Bu ad kente Süryaniler tarafından verilmiş. M.Ö. 331 yılında Selefkoslar bölgeye geldiğinde ise kentin adı “Suyu Bol” anlamına gelen Edessa olarak değişmiş. İslam devri başladığında ise önce “güzel çeşme” anlamına gelen Kaliruha adı kullanılmış, sonra bu adın ilk hecesi atılarak kısaca “Ruha” denmeye başlanmış. Bugün kullandığımız Urfa adı kentin ilk adı olan Orhay’dan mı geliyor yoksa Ruha’dan mı, o kısım biraz muğlak.

Şanlurfa aynı zamanda efsaneleri, mistik hikayeleri ve dinler tarihindeki yeriyle de özel bir şehir olarak kabul ediliyor. Şanlıurfa’ya “Peygamberler Şehri” denilmesinin nedeni birden çok peygamberin bu coğrafya ile ilişkilendiriliyor olması. Adem ve Havva cennetten kovulup dünyaya geldikleri yerin Harran Ovası olduğuna inanılıyor. Hz. İbrahim’in burada doğduğu, Eyyüp Peygamber’in bu topraklara gömüldüğü, Hz. Davud, Hz. Şuayp ve Hz. Musa’nın burada yaşadığı söyleniyor.

Bilinen en eski tapınak olan Göbeklitepe’de Urfa Şehir merkezine çok yakın bir mesafede yer alıyor.

Şanlıurfa’yı Gezerken Dikkat Edilmesi Gerekenler

1. Ne zaman Gezmeli?
Şanlıurfa yazın çok çok ama çok sıcak. Kışlar da öyle dondurucu olmasa da pek ılıman geçtikleri söylenemez. Şanlıurfa’yı gezmek için en ideal zaman mart, nisan, ekim ve kasım ayları. Eğer Halfeti’nin siyah gülleri görmek istiyorsanız nisan sonu-mayıs başı dönemini tercih edebilirsiniz.

2. Şanlıurfa’da Ulaşım
Şanlıurfa’ya İstanbul ve Ankara’dan uçakla gelebilirsiniz. İzmir’den de uçuş var ancak sıklığı çok az diye biliyorum. Daha yakın şehirlerden karayoluyla ulaşmak daha pratik olabilir.
Kentin merkezinde gezilecek yerler birbirine yakın olduğu için şehri gezeceğiniz gün araba gerekmiyor. Göbeklitepe ve Halfetyi’ye de toplu taşıma ile gidebilirsiniz. Ancak Harran taraflarını pek bilmiyorum, o tarafları arabasız gezmek biraz zor olabilir. Eğer arabasız geldiyseniz ve Harran civarlarını da gezecekseniz, araba kiralamayı tercih edebilirsiniz.

3. Kaç günde gezilir?
Şanlıurfa’yı gezmek için 2 buçuk gün yeterli. Eğer birkaç yerden fedakârlık yaparsanız 2 tam güne de sığdırabilirsiniz.

4. Gıda Hijyenine Dikkat
Buraları benden daha iyi bilen kişiler beni gıda hijyeni konusunda uyarmışlardı. Yere dökülen baharatın süpürülüp, çuvala geri konup satılması gibi şeyler yaygınmış. Dolayısıyla açık baharat ve kuruyemişler yeni paketli satılanları tercih etmek daha iyi olabilir. Özellikle de açık ayran konusunda tekrar tekrar uyarıldım, içip hastalanan çok oluyor diye tahmin ediyorum.

5. Kutsal yerlerde giyim
Şanlıurfa inanç turizmi açısından da önemli bir yer olduğu için bazı gezilecek yerlerin bazılarının dini önemi var. Şort giymekten kaçınabilirsiniz ya da yanınıza başörtüsü almak isteyebilirsiniz.

6. Kredi Kartına bel bağlamayın
Yanınızda nakit bulundurun. Bazı yerlerde kredi kartı geçmiyor. Bazı yerlerde ise size bahşiş karşılığında gönüllü rehberlik yapan çocuklar var.

7. Müzekart alın
Telefonunuza Müzekart uygulaması yüklemeyi ve Müzekart almayı unutmayın. Gezeceğiniz yerlerin büyük bölümünde Müzkert’a ihtiyacınız olacak.

Geleneksel Harran Evleri

2,5 Günlük Şanlıurfa Haritalı Gezi Rehberi

Önerdiğim gezi rotasının ilk gününe Şanlıurfa şehir merkezini, ikinci gününe Göbeklitepe ve Halfeti civarını, üçüncü gününe ise Harran civarını koydum. İlk günü şehir merkezinde geçirmek daha iyi çünkü önce Şanlıurfa Arkeoloji Müzesini gezmek daha sonra gideceğiniz Göbeklitepe ve Karahantepe’ye daha farklı bir gözle bakmanızı sağlıyor.

İkinci güne üçüncü güne yazdığım yerlerin bir kısmından fedakârlık ederseniz bu iki günü birleştirebilirsiniz. Bence 3. güne yazdığım yerlerin büyük bölümü öyle “olmazsa olmaz” yerler değil. Mesela ben o gün Harran’ı gezip oradan doğrudan Mardin’e geçtim. Göremediğime üzüldüğüm tek yer ise Karatepe oldu.

Haritalı gezi rehberinde nerelerin ne sırayla gezilmesi gerektiği ile ilgili kısa öneriler var. Gezilecek yerlere dair çok daha detaylı bilgileri ise hemen bir sonraki “Şanlıurfa’da Gezilecek Yerler” başlığının altında bulabilirsiniz.

1. Gün: Şanlıurfa Merkezi

İlk durağımız Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi. Müze sabah 8 buçukta açılıyor ve önünde kocaman bir otoparkı olduğu için ideal başlangıç noktası. Müzekart ile ücretsiz olarak girebiliyorsunuz ve detaylı bir şekilde gezmek isterseniz yaklaşık 2,5 saatinizi burada geçirebilirsiniz zira burası kapalı alan olarak Türkiye’nin en büyük müzesi. Göbeklitepe, Karahan Tepe, Nevali Çori gibi çok önemli kazı alanlarından çıkarılan eserler bu müzede sergileniyor. Bu tarihsel zenginliğe güzel canlandırmalar ve tatmin edici bilgilendirmeler de eklenince Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi, Şanlıurfa’da mutlaka gezilmesi gereken yerlerin başında yer alıyor.

Haleplibahçe Mozaik Müzesi, Arkeoloji müzesinin hemen yanında yer alıyor. Dolayısı ile birinden çıkıp yürüyerek hemen diğerine ulaşabiliyorsunuz. Şanlıurfa yaklaşık 400 yıl kadar Roma İmparatorluğunun kontrolünde kalmış. Eee zengin Romalılar durur mu? Yapıştırmışlar villalarının zeminlerine sanat eseri gibi mozaikleri. İşte o mozaikler bugün Haleplibahçe Mozaik Müzesinde sergileniyor. Hepsi birbirinden enfes sanat eserleri! Burayı da yine Müzekart’ınızla ücretsiz olarak gezebiliyorsunuz. Yaklaşık yarım saat, 40 dakikada tamamını gezmiş olursunuz.

Haleplibahçe Mozaik Müzesi (Fotoğraf: Türkiye Kültür Portalı)

Sıradaki durağımıza giderken navigasyon biraz yanıltıcı olabilir. Google Maps sizi ana yoldan dolaştırıyor ama eğer Haleplibahçe’nin arka kapısından çıkarsanız tam karşınızda Roma döneminden kalma kaya mezarlarını göreceksiniz. Kızılkoyun Nekropolü ve Kızılkoyun Roma Mezarları adıyla geçen bölgede 1700 yıllık kaya mezarlarını gezebilirsiniz. Giriş ücretsiz.

Ufaktan yorulmaya başladıysanız şimdi ağaçların gölgesinde oturup dinlenme fırsatınız olacak çünkü Urfa’nın sembolü sayılan Balıklıgöl ve hemen yanı başındaki Ayn Zeliha Parkı buraya yürüyerek 7-8 dakikalık bir mesafede. Efsanelere konu olan Balıklıgöl ve Ayn Zeliha Gölü buradaki parkın içerisinde yan yana yer alıyor. Rizvaniye Camii’de Balıklı Gölün hemen yanında. Parkta oturulabilecek banklar, çay kahve içilebilecek kafeler de var. Burayı gezip biraz dinlenip keyif yaptıktan sonra hemen parkın diğer ucundaki Mevlidi Halil Cami’ne gideceğiz. Hz. İbrahim’in doğduğuna inanılan mağaraya bu caminin avlusundan ulaşılıyor. Mevlid-i Halilulrahman Mağarası’na girip içeriyi görme ve şifalı olduğuna inanılan suyundan içme şansınız var. (Google Maps parktan giriş olduğunu algılayamadığı için yol tarifi alınca sizi arkasına dolaştırıyor, siz parkın içinden dümdüz girebilirsiniz.)

Parkın hemen tepesinde Urfa Kalesi bulunuyor ancak kale şu anda ziyarete kapalı. Bu nedenle de gezi rotasına dahil etmedim. Urfa Kalesi 2018 yılına kadar gezilebiliyordu ancak arkeolojik kazılar başlayınca başladığı için ziyarete kapatıldı. Siz yine de gitmeden güncel duruma bir bakın. Kale kapalı olsa da kaleye çıkan yoldaki manzara terasları açık olabilir.

Şanlıurfa Kalesi

Urfa Kalesi ve Balıklıgöl efsanesinde mancınık olarak kullanıldığına inanılan sütunları. (Fotoğraf: Servet Uygun / Türkiye Kültür Portalı)

Biraz çarşı pazar gezmek isterseniz sıradaki durağımız Bakırcılar Çarşısı. Google’ın oluşturduğu güzergâh yine biraz yanıltıcı olabilir çünkü Google Cami’den çıkınca parkın içinden geçilebileceğini algılayamamış, sizi ana caddeye yönlendiriyor. Siz parkın içinden geçip 5 dakikada Bakırcılar Çarşısı’na varabilirsiniz. Burada sadece bakırcılar yok. Bakırcılar Çarşısından Gümrük Hanı’na kadar olan bölge boyunca ve Gümrük Hanı’nın çevresinde (Sipahi Pazarı) tezgahlar ve pazarlar var. Yerel kıyafetler, kumaşlar, baharatlar, kurutulmuş yiyecekler, ne ararsanız…

Geze geze Gümrük Hanı‘na vardığınızda bir kahve molası verme vakti gelmiş demektir. Beklentinizi çok yüksek tutmayın çünkü dip dibe masalarda kalabalık, havasız ve gürültülü bir anına denk gelme olasılığınız yüksek. Yine de Osmanlı’dan kalma tarihi bir hanın avlusunda oturup bir menengiç kahvesi içme olanağı sunduğu için pas geçmek olmaz diye düşünüyorum. Buradan çıkınca Şanlıurfa Mutfak Müzesine gitmek güzel olabilirdi ama birkaç aydır kapalıymış, o nedenle bu rotaya dahil etmedim. Siz yine de güncel durumuna bir bakın, belki sizin seyahat tarihinizde açılmış olur.

Aslında bu rotaya Fırfırlı Cami’yi koyup koymamakta biraz kararsız kaldım çünkü sırf buraya ulaşmak için fazladan 15 dakika daha yürümek gerekiyor. Yine de 12. yüzyıldan kalma tarihi bir kiliseden dönüştürülen bu caminin mimari açıdan keyif veren bir yer olduğunu bilin, gidip gitmemek size kalsın.

Fırfırlı Cami (Fotoğraf: Şanlıurfa Belediyesi)

Şimdi ne yapacağınız biraz kalan vaktinize biraz da kişisel zevklerinize bağlı. Eğer inançlı bir insansanız ve kutsal kabul edilen mekanları görmek istiyorsanız Eyüp Peygamber Makamı ve Cami’sini ziyaret etmek isteyebilirsiniz. (konumu) Burası gezdiğimiz yerlere tam olarak yürüme mesafesinde değil ama Gümrük Hanı taraflarından 10 dakikalık bir taksi yolculuğu ile ulaşabilirsiniz. Ya da yine kısa bir taksi yolculuğu ile Şanlıurfa Kurtuluş Müzesi’ne (konumu)  giderek Şanlıurfa’nın düşman işgalinden kurtarılması süreci hakkında bilgi edinebilir, kullanılan silahları ve kişisel eşyaları görebilirsiniz.

2. Gün: Göbeklitepe – Atatürk Barajı – Halfeti – Kelaynak Kuşları Koruma Alanı

Keşfi ile insanlık tarihine dair bildiklerimizi sorgulatan ve insanoğlunun inşa ettiği ilk tapınak olarak kabul edilen Göbeklitepe’yi görme vakti geldi! Buraya şehir merkezinden 25 dakikalık bir araba yolculuğuyla ulaşabilirsiniz. Ayrıca merkezden buraya giden minibüsler de varmış.

Göbeklitepe’ye geldiğinizde aracınızı müze binasının otoparkına park etmeniz gerekiyor. Aracınızı park ettikten sonra üzerinde Servis / Turnike yazan ahşap bir gölgelik göreceksiniz. O gölgeliği takip ederek sizi kazı alanına ulaştıran ücretsiz servislere binebilirsiniz. Yürümenizi hiç tavsiye etmem çünkü mesafe biraz fazla. Sıra bazen çok uzun olabiliyor ama 5-10 dakikada bir yeni araç geldiği için çok beklemezsiniz. Kazı alanından dönmek için de indiğiniz yerden aynı servise binerek buraya geri dönüyorsunuz. Bu arada Göbeklitepe’den çıkan buluntuların çoğunun Şanlıurfa Arkeoloji Müzesinde sergileniyor. “Buradaki müzeyi gezsem yeter” diye düşünmeyin çünkü bu müze çok küçük ve içeride çok az şey var.

Göbeklitepe

Göbeklitepe’den çıkıp Halfeti’ye gidiş yaklaşık 2 saat sürüyor. Burada yolunuzu 15 dakika uzatırsanız, dünyanın ise 5. en büyük barajı olan Atatürk Barajı’nı görebilirsiniz. Ben buraya gitmedim ancak bildiğim kadarıyla işaretlediğim yerin az ilerisinde baraja karşı oturup bir şeyler içebileceğiniz bir işletme de bulunuyor.

Atatürk Barajından çıkıp Halfeti’ye vardığınızda doğrudan marina’ya gidebilirsiniz. Marina’dan teknelere binip, Fırat Nehrinde tekne turu yapmadan dönmek olmaz. Bu tekne turları yaklaşık 1,5 saat sürüyor ve ücretleri kişi başı 150 TL civarı. Tekne turunda bölgenin sembolü olmuş, yarısı sulara gömülmüş minarenin olduğu Savaşan Köyü’nü, Kral Kızı Mağarası’nı ve Rumkale’nin kalıntılarını göreceksiniz. Bazı teknelerde çok yüksek sesli müzik açıp halay falan çektiklerini duydum. Binmeden önce müzik işini bir sormanızı tavsiye ederim çünkü öyle bir gürültü bu dinginliğin keyfini kaçırabilir. Benin bindiğim teknede çok hafif bir müzik ve şiirsel bir anlatım vardı ve çok keyif aldım. Özel tekne tutmak da bir seçenek tabii ama fiyatlar 2000-3000 TL civarındaymış.

Tabii ben şu anda Şanlıurfa rehberi yazdığım için bu şekilde bir plan çıkardım. Eğer Şanlıurfa’dan önce Gaziantep’e uğrayacaksanız Halfeti turunu da Gaziantep’e bırakmanızı öneririm. Çünkü o taraftan geldiğinizde Rumkale manzarasını karşıdan görme şansınız oluyor. Gaziantep’ten gelen tekneler Halfeti’de duruyormuş ama Halfeti’den gelenler Rumkale tarafında durmuyor (iki işletme arasında bir anlaşmazlık varmış). Velhasıl Sadece Urfa’yı gezmeye geldiyseniz Halfeti’yi asla pas geçmeyin ama Gaziantep’e de gidecekseniz bu turu o taraftan yapmak daha mantıklı. Halfeti çok küçük bir yer olduğu için şöyle bir turladığınızda gezmiş oluyorsunuz zaten. Eğer siyah güllerin açtığı (nisan sonu-mayıs başı) döneme denk geldiyseniz marinanın ilerilerindeki teşhir serasına bir göz atabilirsiniz.

Halfeti’den kalkan tekne turlarının ziyaret ettiği Savaşan Köyü

Halfeti’den çıkıp Şanlıurfa’ya dönmeden önce Kelaynak Kuşları Koruma Alanı’na uğrayabilirsiniz ve burada “Kelaynakçı Mustafa” olarak da bilinen Mustafa Çulcuoğlu’ndan bilgi alabilirsiniz. Kelaynakların soyu neden tükenme noktasına gelmiş, bu kuşlar nasıl kuşlardır, sayılarını nasıl artırıyorlar; hepsini büyük bir görev bilinciyle anlatır. Bölgedeki diğer endemik türleri tanıtır. Kuşlara çok yaklaşamıyorsunuz tabii ama şansıysanız üzerinizden uçabilirler. Burası akşam 4 buçuk 5 arasında kapanıyor o yüzden ziyaretinizi çok geç saate bırakmayın. Zaten buradan Şanlıurfa’ya dönüş de yaklaşık 1 saat 10 dakika sürüyor.

Şimdi günü bitirip Şanlıurfa’ya dönme vakti. Eğer bu rotada önceden gördüğünüz yerler varsa ya da bazı şeyleri atladıysanız o zaman vaktiniz artabilir. Eğer “yakınlarda gezilecek başka neresi var?” diyorsanız meşhur Zeugma Mozaiklerinin çıkartıldığı Roma Villalarını görebilirsiniz. Zeugma Antik Kenti aslında Gaziantep’te ama Birecik’ten sadece 20 dakikalık bir araba yolculuğu ile ulaşabildiğiniz için kolayca ziyaret edebilirsiniz. Burada az sayıda mozaik var. Asıl olayı o meşhur Zeugma Mozaiklerinin bulunduğu eski bir roma villalarını görme fırsatı sunması. Burası Efes Antik Kenti’ndeki Yamaç Evler’e çok benziyor.

3. Gün: Harran – Bazda Mağaraları – Şuayb Antik Kenti – Soğmatar Antik Kenti – Karahan Tepe

Bugün Harran’ı ve civarındaki antik kentleri geziyoruz. Harran’ın merkezindeki harabelerde İlk üniversitelerden biri kabul edilen binanın kalıntıları, Harran Ulu Cami’nin minaresi ve duvar parçalarından başka pek bir şey yok. Dolayısı ile geçmişini bilmeden gezmek fazla bir şey ifade etmiyor insana. Ancak döneminin en büyük, en gelişmiş şehirlerinden birinin burada olduğunu ve yüzyıllarca gelişip büyüyen şehrin bir Moğol İstilası sonucunda bu hale geldiğini bildiğinizde çok daha anlamlı oluyor gördükleriniz. Harran Kalesi de merkezdeki sit alanına yürüme mesafesinde ancak ziyarete kapalı olduğu için fazla yaklaşamıyorsunuz. Yine de etrafında bir tur atmak isterseniz çok yakınınızda olduğunu bilin.

Harran’ın merkezindeki harabeleri gezdikten sonra bir de geleneksel Harran Evi görmek lazım. Dünyada bu mimarinin kullanıldığı sayılı yerlerden birindeyiz neticede. Anne babalarından kalan geleneksel evlerini korumuş birkaç aile, evlerini ziyarete açmış durumda. Size içeriyi müze gibi gezdiriyorlar ve bilgi veriyorlar. Kimisi sabit bir giriş ücreti alıyor kimisi gönlünden kopan bağışı. Ben haritaya kendi gezmiş olduğum evi işaretledim ancak başka alternatifleriniz de var tabii.

Geleneksel Harran Evleri

Harran’dan çıktıktan sonra 25 dakikalık bir araba yolculuğu ile Bazda Mağaraları’na ulaşacaksınız. Burası aslında doğal bir mağara değil, yüzyıllar önce Şuayip Şehri, Soğmatar ve Harran’da kullanılan taşların çıkartıldığı bir taş ocağıymış. Oyulan girintilerde tavanı taşıyacak sütun ve duvarlar bırakıldığı için sanki kocaman bir yapıymış gibi görünüyor içerisi. Bir hayli derinlere ilerleyen tünelleri gezerken bölgenin çocukları size rehberlik edebilir. Geçen sene bazı mağaralarda çökme olduğu için girilemediğini, bazılarınınsa ahır olarak kullanıldığını okudum. Güncel durumu nedir bilemiyorum.

Bir sonraki durağımız Şuayb Antik Kenti. Aslında burası kazılıp çıkarılmış, gezilebilecek şekilde düzenlenmiş bir yer değil. M.S. 4-5. yüzyıldan kalma bir yerleşimin kalıntılarını, el değmemiş bir şekilde görüyorsunuz desem yanlış olmaz. Ayakta kalan yapılar az sayıda. Burayı önemli kılan şeylerden biri Şuayb Peygamber’in bu kentte yaşadığına inanılmasıymış. Burada kayalara oyulmuş dört odalı bir mağara var. O mağara Şuayb Peygamber’in Makamı olarak ziyaret ediliyormuş.

Şuayb Antik Kentinden sonra 20 dakikalık bir araba yolculuğu yaparak Soğmatar Antik Kenti’ne (Sumatar diye de geçiyor) ulaşabilirsiniz. M.S. 2. yüzyılda aya ve gezegenlere tapan Harran’lı bir topluluk İranlıların saldırılarından kaçarak buraya sığınmış ve burayı bir kült merkezi olarak kullanmış. Anıt mezarlar, dini figürler, yazıtlar ve kaya mezarları bulunuyor. Bu yönüyle diğer antik kent harabelerinden daha ilginç. Bu arada Google’ın yol olarak gösterdiği yola arazi aracınız yoksa girmeniz zor. Okul tarafına park edip 15 dakikalık bir yürüyüş yapmanız gerekebilir ulaşmak için.

Soğmatar Antik Kenti (Fotoğraf: sanliurfa.bel.tr)

Bugünkü son durağımız ise Karahantepe. Burası Göbeklitepe kadar eski ve insanlık tarihi açısından çok önemli bir yer. Peki o zaman neden çok meşhur ve popüler değil? Çünkü buradaki kazılar henüz tamamlanmadı. Bildiğim kadarıyla yolu ve park yeri bile geçen sene yapıldı. Buraya ulaşıp görmek istiyorsanız bir miktar yürümeniz gerekecek. Kazılar sürdüğü için bazı şeylerin üstü brandalarla örtülü. Yine de bu haliyle bile kesinlikle görülmeye değer.
Şanlıurfa gezimiz burada bitiyor. Karahantepe’den Şanlıurfa’ya dönüş yolu 1 saate yakın sürüyor.

Şanlıurfa’da Gezilecek Yerler

Şanlıurfa Şehir Merkezinde Gezilecek yerler:

1. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi

Şanlıurfa’ya geldiğiniz zaman mutlaka görmeniz gereken yerlerin başında Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi geliyor. Malum, insanoğlu bu topraklarda 12.000 yıldır kesintisiz olarak yaşıyor. İnsanlık tarihinin ve medeniyetin ilerlemesini görmek için bundan daha ideal bir yer olabilir mi? Nitekim müzeyi kuranlar da bu tarihsel zenginliğin hakkını vermiş. 30.000 metrekarelik kocaman bir müze yapmış, 10 bin eser ve çok sayıda canlandırmaya yer vermişler. Buraya yaklaşık 2,5 saatinizi ayırmanızı öneririm.

Müzedeki en önemli eserlerden bir tanesi dünyanın gerçek insan boyutlarındaki en eski insan heykeli olan “Urfa Adamı” ya da diğer adıyla Balıklıgöl Heykeli. Urfa adamının boynunda bir madalyon olması ve ağzı olmayan bir figür olması bir başrahip olduğuna işaret ediyormuş. Uzmanlar tanrının ya da kralın emriyle hareket ettiği için kendi ağzı olmadığı görüşündeler. Elbette bunlar “educated guess” olmaktan öteye gidemiyor çünkü yazının bulunmadığı, 10 bin yıl öncesine dayanan dönemlerden bahsediyoruz. Bu yüzden o dönemin insanının aklından ne geçtiğini bilmek imkânsız, sadece tahminde bulunabiliyoruz.

Solda Urfa Adamı Heykeli, sağda ise neolitik dönem kuş heykeli.

İnsanlık tarihinin bilinen en eski ibadet alanı olan Göbeklitepe’den ve en az onun kadar eski olduğu tahmin edilen Karahantepe’den çıkarılan arkeolojik buluntular da Şanlıurfa Arkeoloji Müzesinde sergileniyor. Bu buluntuların çıkarıldığı döneme “Çanak çömleksiz neolitik dönem” deniyor. Yani insanlar henüz temel ev eşyası kabul ettiğimiz çanak çömlekleri bile icat etmemişler. Buna karşın soyun düşünme, sembolleştirme içeren çok sayıda heykel ve kabartma yapmışlar. Buradaki buluntular neolitik çağ insanının tahmin edilenden daha komplike ihtiyaçları ve yaşantıları olduğunu gösteriyor.

Müzede Göbeklitepe D yapısının gerçek boyutlu bir canlandırması da bulunuyor. Böylece taşların arasında gezip kabartmalardaki detayları yakından görebiliyorsunuz. Müzedeki diğer canlandırmalar da oldukça güzel.
Müze haftanın her günü 08:30 – 18:30 saatleri arasında açılmış. Müzekart’ınız ile ücretsiz olarak girebilirsiniz.
Konumu için tıklayın.

Göbeklitepe D Yapısı’nın Şanlıurfa Arkeoloji Müzesinde bulunan gerçek boyutlu replikası.

2. Haleplibahçe Mozaik Müzesi

Şanlıurfa’daki mutlaka görülmesi gereken yerlerden bir diğeri de Haleplibahçe Mozaik Müzesi. Bugün Haleplibahçe olarak bilinen yer yaklaşık 1700 yıl önce Roma İmparatorluğunun kontrolündeymiş. O zamanlar Edessa olarak anılan şehrin kalıntıları ise yakın bir zamanda, belediyenin yaptığı kanalizasyon kazısı sırasında tesadüfen bulunmuş. Eski Roma villalarının bulunduğu alan güzel bir mozaik müzesi haline getirilmiş. Mozaiklerin büyük bölümü 5. ve 6. yüzyıllara ait. O dönemlerde varlıklı aileler evlerinin zeminlerini mozaiklerle, duvarlarını ise fresklerle süslüyormuş. Bugün hayranlıkla izlediğimiz bu sanat eserleri, o zamanın halısı sayılır. Antibiyotik de olsa güzel hayat aslında… Neyse kıskançlığı bir kenara bırakıp mozaiklere döneyim.

Ben burayı ve Zeugma’yı gezmeden önce mozaik taşlarının renklendirildiğini zannediyordum. Meğerse tamamen orijinal renginde taşlar kullanılıyormuş. Yani tüm o renk geçişleri, ton farklılıkları tek tek doğru renkte taşı seçerek oluşturuluyormuş. Mozaiklerin işçiliği inanılmaz, her biri tablo gibi. Üstelik günümüze çok iyi korunmuş bir şekilde ulaşmışlar.

Haleplibahçe Mozaik Müzesinde bulunan Zebra Terbiyecisi Mozaiği

Haleplibahçe’de bulunan mozaiklerin çoğu Roma mitolojisinde geçen hikayeleri görselleştiriyor. Gelmeden önce biraz Roma (ya da çok benzeri olan Yunan) mitolojisi okumak gezinizi çok daha keyifli hale getirebilir. Buradaki en özel mozaiklerden bir tanesi Amazonlar mozaiği örneğin. Amazonların resmedildiği ilk örneklerden sayılıyor. Bir diğer mozaikte Aşil’in hayatı ve maceraları anlatılırken bir başkasında çaldığı lir ile herkesi sakinleştirebilen Orpheus’un portresi bulunuyor. Orpheus mozaiği MS. 194 yapıldığı için buradaki en eski mozaik olma özelliğini taşıyor ve üzerinde Süryanice yazılar bulunmasıyla da diğerlerinden ayrışıyor. Mozaikler arasında çeşitli av sahneleri, hayvanlar, “Zebra Terbiyecisi” gibi eserler ve geometrik desenler de var.
Halepli bahçe mozaik müzesi 08:30-18:30 saatleri arasında açık. Müzekartınız ile ücretsiz girebiliyorsunuz ve gezmesi yaklaşık 40 dakika sürüyor.
Konumu için tıklayın.

3. Kızılkoyun Roma Mezarları (Kızılkoyun Nekropolü)

Haleplibahçe’den çıktığınızda yolun hemen diğer tarafında irili ufaklı mağaralar göreceksiniz. Kızılkoyun Nekropolü adı verilen bu alan Roma İmparatorluğu döneminde Edessa’nın mezarlığıymış. Çoğunluğu MS. 2. ve 4. yüzyıla ait olan bu kaya mezarları elbette şehrin varlıklı ve nüfuzlu kişileri için kullanılmış (alt tabaka genellikle kaya mezarlarına gömülmüyor) bu nedenle aralarında oldukça özenli işlenmiş yapılar da var. Hatta çoğunun tabanı mozaiklerle kaplıymış ve girişlerinde koruyucu heykeller de varmış. Tabii bugün süs ve mozaikleri yerinde göremiyoruz, sadece bazı kabartmalar ve yazıtlar kalmış.

Bu mezarların bir bölümünde aile bireyleri mezarı ziyaret edebilsinler diye geniş kapılar ve antre gibi düşünebileceğimiz ön odalar var. Ön odalar dua edip ölünün onuruna yemek yenilen, ritüeller yapılan yerler. Onların arkasındaki gömü odaları ise aile bireylerinin gömülmesi için. Bazı mezar odaları ise tek odadan oluşuyor ve odada bulunan nişlere ölüler gömülüyor.

Kızılkoyun Nekropolü (Fotoğraf: Radosław Botev / Wikimedia Commons)

lk yıllarda inşa edilen mezar odalarının çoğunun girişleri açıkmış. Zamanla ölünün yanına bırakılan değerli eşyalar çalınmaya başlayınca girişleri taş sürgülü kapılarla örtmeye başlamışlar. Daha ileriki dönemlerde ise mezar odasının tamamen gizlendiği örnekler de yapılmış

Burası ne yazık ki çok iyi korunabilmiş bir alan değil çünkü 1970’lerde halkın yerleşimine açılmış. Buralara gecekondular yapılmış, mezar odaları depo ya da ev olarak kullanılmaya başlanmış. Bölgen sit alanı ilan edilip ziyarete açılalı yalnızca birkaç yıl oluyor. Buradaki en iyi korunmuş yapılar 525 yılında yaşanan sel sırasında toprak altında kalmış olan kısımlar.
102 tane kaya mezarının bulunduğu bu nekropol, ücretsiz olarak gezilebiliyor.
Konumu için tıklayın.

4. Balıklıgöl ve Ayn Zeliha Gölü

Balıklıgöl ve Ayn Zeliha Gölü, aynı park içerisinde yan yana bulunuyor. Burası çok güzel ve dingin bir yer ancak inanalar için daha özel bir anlamı var.
Balıklıgöl efsanesine göre çok eskiden Şanlıurfa, zalimliği ile nam salmış bir hükümdar olan Kral Nemrut’un hakimiyetindeymiş. Kral Nemrut kendini tanrı olarak görür, kendi adına tapınaklar yaptırır, heykellerine tapınılmasını istermiş. Bir gece gördüğü kabustan çok etkilenince kahinlerine danışmış ve kahinler rüyasını “bu sene doğan bir erkek çocuk tarafından öldürüleceğine” delalet olarak yorumlamış. Bunu duyan nemrut o sene doğan tüm erkek çocukları ve doğum yapması beklenen tüm hamile kadınları öldürtmüş.

Nemrut’un askerlerinden biri olan Azer’in eşi Nuna Hatun tam bu dönemde Hz. İbrahim’e hamileymiş. Nemruttan korktuğu için bir mağaraya saklanmış ve oğlunu burada doğurmuş. O mağara bugün “Mevlid-i Halilulrahman Mağarası” olarak ziyarete açık olan mağara. Nuna Hatun kimse görmesin diye bebeği mağarada bırakmış ama bir süre sonra dayanamayıp geri dönmüş. Mağaraya döndüğünde Hz. İbrahim’i bir ceylanın emzirdiğini görmüş. Annesinin ceylanlarla birlikte gizli gizli mağarada büyüttüğü çocuk o kadar hızlı büyümüş ki 15 ayda 15 yaşında gibi görünmeye başlamış dolayısıyla artık Nemruttan gizlemelerine gerek kalmamış.

Hz. İbrahim bir süre sonra Kral Nemrut’un sarayında yaşamaya başlamış. (bazı kaynaklara göre babası öldüğü için, bazı kaynaklara göre babası Nemrut’un hizmetinde olduğu için) Sarayda kendisi gibi evlatlık olan Zeliha ile tanışmış ve Zeliha ona aşık olmuş.

Sarayda Kral Nemrut’un heykellerine tapınılmasını sürekli olarak sorgulayan Hz. İbrahim bir gün kimsenin bu duruma ses çıkarmamasına dayanamamış ve bir balta alarak tüm heykelleri kırmış. Kral Nemrut kendisini huzuruna çağırdığında ise “Putlar bu şekilde parçalanabildiğine göre sıradan heykellerdir” demiş. Nemrut buna çok öfkelenmiş ve şehirdeki tüm odunları toplatarak devasa bir ateş yaktırmış. Hz.İbrahim’i mancınıkla ateşe fırlatarak cezalandıracakmış ancak Hz. İbrahim ateşe atıldığında ateş suya, odunlar ise sudaki balıklara dönüşmüş. İşte Şanlıurfa’daki Balıklıgöl’ün bu şekilde oluştuğuna inanılıyor. Hz. İbrahim’i kaybetme korkusuyla peşinden atlayan Zehra’nın göz yaşlarının ise Balıklıgöl’ün hemen yanındaki Ayn Zeliha Gölü’nü oluşturduğuna inanılıyor.

Burası Şanlıurfa’daki en popüler ziyaret noktası olduğu için bazen aşırı kalabalık olabiliyormuş. Ziyaretinizi hafta içi, resmî tatil olmayan bir güne denk getirirseniz çok daha huzurlu bir şekilde gezebilirsiniz. Balık yemi satan kişilerden yem alıp balıkları besleyebilir ya da ağaçların gölgesindeki banklara oturabilirsiniz. Burada oturup çay kahve içebileceğiniz işletmeler de var ama gidenler genellikle hem pahalı hem vasat olduklarını söylüyor.
Velhasıl inansanız da, inanmasanız da Balıklıgöl’ü görün çünkü gerçekten güzel bir yer. Rizvaniye Camii’nin şık mimarisi ile birleşen havuz, havuzda bir o yana bir bu yana yüzen balıklar ve ağaçların yarattığı yemyeşil ortam gerçekten keyifli. Merak edenler için, göldeki balıklar bıyıklı sazan balığıymış.

Ayn Zeliha Gölü (Fotoğraf: Servet Uygun / Türkiye Kültür Portalı)

6. Mevlid-i Halilulrahman Mağarası

Balıklıgöl’ün hikayesini anlatırken Kral Nemrut’un zulmünden kaçan Nuna Hatun’un Hz. İbrahim’i bir mağarada doğurduğunu ve bu mağarada bir ceylanın sütünü içerek hayatta kaldığını anlatmıştım. İşte bahsettiğim bu mağaranın Mevlid-i Halilulrahman Mağarası olduğuna inanılıyor. Mağara’ya Mevlid-i Halilulrahman camisinin avlusundan girebiliyorsunuz.
Mağaranın kadın girişi ile erkek girişi ayrı. İçeri girdiğinizde Hz. İbrahim’in doğduğuna inanılan mağarayı bir camın arkasından görebiliyorsunuz. İçeri girerken ayakkabılarınızı çıkarmanız ve başınızı örtmeniz gerekiyor.

5. Rizvaniye Camii

Balıklıgöl’ün hemen yanında bulunan caminin adı Rizvaniye Camii. Burası 1736 yılında Rakka valisi tarafından yapılmış.
Aslında caminin içi mutlaka görülmesi gereken bir yer değil. En büyük özelliği çok güzel bir ahşap işleme örneği olan, çivisiz üretilmiş kapıları. Öte yandan insan Balıkgöl’e paralel uzanan o kemerli ve sütunlu yapıları görünce “burası neresiymiş“ diyor, listeye de tam olarak bu yüzden dahil ettim.

7. Urfa Kalesi

Urfa Kalesi halen kazılmakta olduğu için gezilemiyor. Ancak aşağıdan baktığınızda kaleyi rahatlıkla görebilirsiniz. Kazılar ilk kez 2020 yılında başlamış dolayısı ile burasıyla ilgili elimizde çok fazla doğrulanmış veri yok. Bugün Şanlıurfa Kalesi’nin bulunduğu alana yerleşim kurduğu bilinen ilk medeniyet Selefkos’larmış. İskender’in fetihlerini takiben buraya yerleşen bu topluluk kente Edessa adını ilk veren kişiler. Sonrasında kurulan Abgar Krallığı’ı ise M.Ö. 132 ve M.S. 242 yılları arasında bölgeye hükmediyor.

Kalenin üzerinde iki adet yüksek sütun göreceksiniz. Buranın Hz. İbrahim’in mancınıkla fırlatıldığı yer olduğu da söylenir. Bu sütunlar bahsettiğim Agbar Krallığı döneminde, M.S. 240-242 yılları arasında yapılmış. Sütunun üzerindeki kitabede ise “Ben askeri komutan BARŞAMAŞ Güneşin oğlu AFTUHA. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht Prens MANU kızı, kral MANU eşi, hanımefendim ve velinimetim kraliçe ŞALMETH için yaptım” yazıyormuş. Bu sütunların Agbar krallığının kışlık sarayının bir parçası olduğu düşünülüyor.

Urfa Kalesi (Fotoğraf: Servet Uygun / Türkiye Kültür Portalı)

Agbar Krallığından sonra bölge Roma İmparatorluğunun kontrolüne geçiyor. 400 yıllık roma hakimiyetinden sonra, yani M.S. 639’dan sonra İslam dönemi başlıyor. Arap işgali, bölgenin Emeviler ve sonrasında Abbasiler kontrolüne geçmesi, birbirini takip ediyor. Kalenin iç surlarının Abbasiler döneminde yapıldığı düşünülüyor. Kale 1516 yılına kadar farklı devletler arasında (Selçuklular, Urfa Kontluğu, Artuklular, Eyyübiler, Memlükler, Moğollar, Dulkadir Beyliği) sürekli olarak el değiştiriyor. Dolayısı ile kalede neredeyse tüm bu medeniyetlerin kalıntıları var. Yani 1800 yıllık yapılarla Cumhuriyet dönemi yapıları iç içe geçmiş durumda. Binyıllar boyunca buradaki taşlar sökülmüş, yeni yapılar yapılmış ve kale sürekli olarak şekil değiştirmiş. Kazı çalışmalarını yürüten arkeologlara sabırlar diliyorum.

Eğer kazıların son durumu hakkında çok daha detaylı bilgi isterseniz, benim de bunları yazarken yararlandığım şu videoyu izleyebilirsiniz.
Kalenin konumu için tıklayın.

8. Çarşılar: Bakırcılar Çarşısı, Sipahiler Bedesteni (Kazaz Pazarı)

Bakırcılar Çarşısından başlayarak Gümrük Hanı’nın arka tarafını saran alan boyunca kocaman bir çarşılar kompleksi var. Hanın arka cephesine yapışık olan yer çarşı ise Sipahiler Bedesten’i olarak biliniyor. Çarşı bölümle bununla sınırlı kalmayıp daha geniş bir alan yayılmış durumda.

Şanlıurfa’dan yöresel ürünler almak isterseniz gezmeniz gereken yer burası. Tamamen turistik değil; yerel halk da buradan alışveriş yapıyor. Çarşıda yerel kıyafetler, kumaşlar, kurutulmuş patlıcan, biber gibi gıdalar, başta isot olmak üzere çeşitli baharalar, kuruyemişler, takılar, bakır eşyalar ve hediyelik eşyalar var.

Burada çok fazla kuyumcu göreceksiniz çünkü Urfa’nın kendine has yöresel takıları var. Tüm göğsü kaplayan kolyeler, Frenk Bağı adı verilen kordonlar, tüm eli kaplayan yüzüklü bileklikler, hızma çeşitleri, telkâri ve Urfa akıtması gibi işleme teknikleri bu bölgenin yöresel sanatları olarak öne çıkıyor.
Konumu için tıklayın.

9. Gümrük Hanı

Gümrük Hanı Şanlıurfa’nın en popüler ziyaret noktalarından bir tanesi olsa da benim burası ile ilgili biraz karışık duygularım var çünkü içerisi çok havasız, çok gürültülü, aşırı kalabalık ve kirli. Öte yandan tarihi bir hanın avlusunda oturup yöresel yemekleri yiyip içme fikri gerçekten cezbedici ve gitmeseydim içimde kalırdı. Siz de gidin ama beklentinizi yüksek tutmayın.

Gümrük Hanı 1563 yılında Osmanlı’nın Urfa Sancakbeyi Halhallı Behram Paşa tarafından inşa edilmiş. Nitekim kitabesinde Osmanlıca olarak “Bu hanı insanlara gelip gezsin mutluluk versin diye zamanın Şehinşahı Sultan Süleyman’ın aciz zavallı kölesi Behram Paşa inşa ettirdi.” yazıyormuş. Evliya Çelebi ise Seyahatnamesinde bu Handan “Yetmiş Hanı” olarak bahsetmiş.

Burası Urfa açısından çok önemli bir yer çünkü yüzyıllar boyunca kesintisiz olarak önemli bir ticaret merkezi olarak kullanılmış. Bugün ise birkaç dükkânın dışında ağırlıklı olarak kafeler ve restoranlar var. Hanın Avlu bölümünde oturup bir şeyler yiyip içebiliyorsunuz. Gelenlerin tercihi genellikle menengiç kahvesi ve yöresel bir tatlı olan Şıllık Tatlısından yana. Üst katta ise geleneksel yöntemlerle kumaş işleyen terziler varmış ama ben üst kata çıkmadığım için bu bilgi güncel mi emin değilim.

Han mimari olarak Urfa yerel mimarisinin güzel bir örneği. Kesme taştan yapılan, avlusu revaklarla çevrili, 3 katlı yapının han odaları 1. katta yer alıyormuş. Zemin kat ise ticaret ve depolama için kullanılıyormuş. Daha ziyade Şam, Bağdat ve Halep’ten gelen tüccarlar atlarını hemen bitişikteki sipahiler bedestenine bırakıp burada konaklıyormuş. Avlunun ortasına gelen kanalın suyu ise Halilür-rahman’dan yani Balıklıgöl’den geliyormuş.
Konumu için tıklayın.

10. Şanlıurfa Mutfak Müzesi

Şanlıurfa Mutfak Müzesi şu anda geçici olarak ziyarete kapalı. Ben kendim de gezmediğim için gerçekten gezmeye değer bir yer mi bilemiyorum ama elbet tadilat bitecek, ziyarete açılacak o nedenle listeye dahil etmek istedim. Belki siz gezerken açık olur.

Şanlıurfa Mutfak Müzesi, Haçlı Kontluğu döneminde inşa edilen tarihi Hacıbanlar Evi’nin içerisinde yer alıyor. Müzede eski mutfak malzemeleri, geleneksel pişirme teknikleri, sofra kültürü gibi yöre mutfağına ilişkin canlandırmalar ve eşyalar varmış. Müzenin Google yorumları oldukça olumlu. Bakalım açıldığı zaman nasıl bir yer olacak.
Konumu için tıklayın.

11. Fırfırlı Cami

Fırfırlı cami aslında ilk olarak kilise olarak inşa edilmiş ve sonradan camiye çevrilmiş bir yapı. Bu nedenle dışarıdan tam olarak bir kilise gibi görünüyor.
Bu yapı Urfa kontluğu döneminde inşa edilmiş. O dönemde Oniki Havari Kilisesi olarak adlandırılıyormuş. Burası Hristiyanlar için önemli bir kilise olduğu için Varak Manastırında bulunan ve kutsal sayılan Varak Haç’ı 1092 yılında Urfa’ya getirilerek bu kiliseye yerleştirilmiş. 1956 yılında ise yapı kiliseden camiye çevrilmiş ve adı Fırfırlı cami olarak değiştirilmiş. Caminin adı tepesindeki rüzgâr gülüne benzer süslemelerden geliyormuş. Kesme taştan (muhtemelen kalker) yapılan binanın kulelerindeki taş işçiliği gerçekten çok güzel. Yapının içinde de kubbeyi taşıyan arkları, çapraz tonozları ve yapının ağırlığını taşıyan, daha sağlam bir taştan yapılmış sütunları görebiliyorsunuz. Konumu için tıklayın.

Fırfırlı Cami (Fotoğraf bana ait değil ancak kaynağını bulamadım ne yazık ki)

12. Eyüp Peygamber Makamı ve Cami (Hazreti Eyyüb Sabır Makamı)

Eğer dini açıdan önem taşıyan yerleri görmek istiyorsanız Eyüp Peygamber Makamı ve Cami’ne uğrayabilirsiniz. Hz. Eyyüb’ün hastalığı süresince kaldığı çile mağarası ve iyileşmesine yardımcı olduğu düşünülen su kuyusu; Şanlıurfa’nın Eyyübiye semtinde yer alıyor. Suya kuyudan erişemiyorsunuz ancak su mağara girişinin hemen yanındaki musluklara yönlendirilmiş durumda. Yani şifalı olduğuna inanılan bu suyu musluklardan alabiliyorsunuz. Hz. Eyyüb’ün sırtını dayadığına inanılan sabır taşı ise burada değil, Viranşehir yakınlarındaki Eyyüp Nebi Köyü’nde.

Konuya hâkim olmayanlar için kısa bir özet geçeyim. Hz. Eyyüb zamanında çok zengin, varlıklı bir kişiymiş ancak kısa sürede tüm mallarını, çocuklarını ve en sonunda da sağlığını kaybetmiş. Hiç sızlanıp şikâyet etmemiş, “bu başıma gelen bir imtihandır” diye düşünerek başına gelenleri tamamen kabullenmiş. Çok uzun süre hastalıkla boğuşmuş ve ancak dini ibadetlerini yerine getiremez hale gelince Allah’tan şifa dilemiş. “Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su!” karşılığını alınca ayağını yere vurmuş. Çıkan su ile yıkanıp suyu içtiğinde sağlığına tekrar kavuşmuş.
Burası yürüyerek gezilebilen diğer yerlere biraz daha uzak olduğu için taksi kullanmak ya da aracınızla gitmek isteyebilirsiniz.
Konumu için tıklayın.

Hazreti Eyyüb Sabır Makamı (Fotoğraf: Servet Uygun / Türkiye Kültür Portalı)

13. Şanlıurfa Kurtuluş Müzesi

Şanlıurfa’nın düşman işgali ile mücadelesinde kullanılan silahlar ve kişisel eşyalar Şanlıurfa Kurtuluş Müzesi’nde sergileniyor. Nispeten küçük bir müze olduğu için (Gaziantep’teki kurtuluş müzesi gibi dopdolu bir yer beklemeyin) mutlaka görün diyemiyorum, hatta ben de gitmedim. Gezilecek diğer yerlere biraz uzak kalıyor. Ancak geniş vaktiniz varsa ve Urfa’ya “Şanlı” unvanını kazandıran o karamanca mücadeleye dair bir şeyler görmek istiyorsanız ziyaret edebilirsiniz.

Malum, Mart 1019’da Mondros Mütarekesi’ni gerekçe gösteren Fransızlar Şanlıurfa’yı işgal etmişti. İşgalciler aşiretleri de kendi yanlarına çekmeye çalışıyordu ve onlara katılanlar da oluyordu. İşte böyle tehlikeli bir zeminde, kamu görevlilerinden, askerlerden ve tüccarlardan oluşan 12 kişilik bir grup bir araya gelerek halkı işgale karşı direnmeye davet etmiş. Halk kısa sürede organize olunca, bu direniş bölgenin kaderini değiştirmiş ve yaşanan şiddetli çatışmalar sonucunda Urfa düşman işgalinden kurtarılmış.

1903 tarihinde inşa edilmiş tarihi bir konakta yer alan Şanlıurfa Kurtuluş Müzesi; bu dönemde halkı örgütleyen 12 kişinin balmumu heykellerinin, kişisel eşyaların, mücadelede kullanılan silah ve ekipmanların sergilendiği bir müze. Bildiğim kadarıyla belediyeye bağlı olduğu için Müzekart geçerli değil.
Konumu için tıklayın.

Şanlıurfa Çevresinde Gezilecek Yerler

1. Göbeklitepe

Dünyanın günümüze kalmış, bilinen en eski anıtsal yapısı olan Göbeklitepe; Şanlıurfa şehir merkezine yaklaşık kilometre mesafede yer alıyor. Pek çok yerde “ilk tapınak” olarak geçmesine karşın bu sözcüğü kullanmaktan özellikle kaçındım çünkü aslında buranın bir tapınak gibi örgütlenip örgütlenmediğini bilmiyoruz. Tek bildiğimiz buranın sadece yaşamak için yapılmadığı çünkü burada gündelik yaşama dair çok az eşya bulundu ve yapıda çok fazla sembolizm var. Dolayısıyla buranın bir ev değil “inanç alanı” olduğu çıkarımını yapabiliyoruz.

Fotoğraf: Türkiye Kültür Portalı

Göbeklitepe ile ilgili yazılanları okurken unutmamamız gereken en önemli şey bildiklerimizin yalnızca gördüklerimizi yorumlayarak ulaştığımız fikirlerden ibaret olduğu. O döneme dair bildiklerimiz hala çok sınırlı. Civardaki kazılardan çıkacak her yeni buluntu bizim ”gerçek” kabul ettiğimiz her şeyi değiştirebilir. Nitekim Göbeklitepe ilk bulunduğunda tam olarak böyle oldu. Yerleşik hayata dair hiçbir iz olmamasına rağmen ibadete dair izler olması “insanlar yerleşik hayata geçmeden önce tapınaklar inşa etmeye başladılar, hatta yerleşik hayata sırf inançları nedeniyle geçmiş olabilirler”  teorisinin ortaya atılmasına sebep oldu. Peki sonra ne oldu? Yerleşik hayata dair izler bulundu ve bu teori boşa çıkmış oldu. Bu teorinin geçerliliğini yitirmiş olması Göbeklitepe’yi daha az kıymetli bir yer haline getirmiyor elbette.

Tarım devrimi ve yerleşik hayata geçiş 2,5 milyon yıllık insanlık tarihinin en önemli kırılımlarından bir tanesi olarak kabul ediliyor. Bu değişimin yaklaşık 11.000 yıl önce başladığı düşünülüyordu ancak 11 bin 500 yıl önce; yani insanların küçük avcı-toplayıcı gruplar halinde gezdiğini düşündüğümüz bir devirde bu ölçekte ibadet alanı inşa etmiş olmaları; bu sürecin düşündüğümüzden daha önce başlamış olabileceğini gösterdi. Göbeklitepe tam da yerleşik hayata geçilen yıllara ışık tutması nedeniyle o önemli kırılımı anlayabilmemizi sağlayacak en önemli yerlerden bir tanesi.

Göbeklitepe buluntularında yapılan karbon testleri yapının M.Ö. 9 bin 500 yılı civarında yapıldığını gösteriyor. Bilinen en eski anıtsal yapı olan (bu bundan çok daha ilkel dikili taşlardan bahsediyoruz) Atlil Yam’dan 2500 yıl, Stonehenge’den 6000 yıl, Giza Piramitlerinden 7100 yıl, daha yaşlı bir yapıdan bahsediyoruz. Buna rağmen çok güzel korunmuş bir şekilde günümüze ulaşmış çünkü harç benzeri bir yapıyla tamamen kapatılmış. Bu konuda uzmanlar ikiye ayrılıyor. Bazı uzmanlar buradaki insanların yapıyı gömüp terk ettiğini söylerken bazı uzmanlar doğal yollarla da bu şekilde dolmuş olabileceğini söylüyor. Bu bizim için bir gizem.

Göbeklitepe kazılarında çıkarılan alanda 6 adet yuvarlak şekilli yapı bulunuyor. (Aslında sayıları çok daha fazla ama kazılanı bu kadar.) Bu yapılar A,B,C,D ve buranın biraz daha uzağında yer alan E ve F yapıları olarak adlandırılıyor. Yapıların etrafına dizilmiş 10-12 adet dikilitaş bulunuyor. Bu dikilitaşlar kapısı olmayan dairesel duvarlarlar örülerek birleştirilmiş. Duvarların ortasına ise T biçimli büyük dikilitaşlar konulmuş.

Bu T biçimli dikilitaşlar yan duran insan figürlerini temsil ediyorlar. Bunu taşlara işlenmiş olan parmakları, direksleri, kemer ve kolyeleri gördüğümüz için biliyoruz. Elbette figürlerin kare kafalara sahip olmaları bir beceriksizlik eseri değil, bir tercih. Aynı dönemde bu coğrafyada yapılmış gerçekçi insan heykelleri de var. Dolayısıyla bu taşların şekli beceremedikleri için değil, böye sembolik bir anlatımı tercih ettikleri için bu şekilde. Bu taşların en büyüğü 16 ton ağırlığa sahip ve buraya 2 km uzaklıktaki bir taş ocağından getirildiği düşünülüyor. Yükseklikleri ise 6-7 metreyi buluyor.

Odacıkların etrafını çevreleyen dikilitaşlarda ise ağırlıklı olarak hayvan sembolleri görüyoruz. Hayvanları bu derece önemseyip bolca kabartma ve heykel yapmış olmaları inançlarında animalist bir yön olabileceği ihtimalini gündeme getirse de bundan asla emin olamayacağız. Hayvanlar onlar için av da olabilir, kutsal da… Belki de yalnızca aynı toprakları paylaştıkları komşuları olarak görmüşlerdir kim bilir?

Kabartmaları daha yakından görebilmek için Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ne gitmek gerekiyor. Burada D yapısının gerçek boyutlu bir replikası bulunduğu için taşlara yakındna bakarak tüm detaylarını görmek mümkün. Göbeklitepe’den çıkarılan heykeller, mızrak uçları, boncuklar ve figürinler de yine aynı müzede bulunuyor.

Burada çok uzatmak istemedim ama Göbeklitepe ile ilgili çok daha detaylı bir blog yazımı okumak isterseniz linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Haftanın her günü 08:30–18:30 saatleri arasında açık olan Göbeklitepe’yi Müzekat’ınızla ücretsiz olarak ziyaret edebilirsiniz.
Konumu için tıklayın.

2. Atatürk Barajı

Türkiye’nin en büyük Barajı olan Atatürk Barajı Avrupa’nın da en büyük barajları sıralamasında ilk 10’da yer alıyor. Eğer büyük mühendislik projeleri karşısında hayranlık duyuyorsanız burayı da görmek isteyebilirsiniz. Hemen baraja bakan yüksek bir tepede, barajı panoramik olarak görebileceğiniz bir seyir tepesi yer alıyor. Tepede çay kahve içebileceğiniz bir işletme de var. Terasa Şanlıurfa şehir merkezinden yaklaşık 50 dakikalık bir araba yolculuğu ile ulaşabiliyorsunuz.

Atatürk Barajı (Fotoğraf: Ben Bender / Wikimedia Commons)

GAP Projesi kapsamında yapılan ve inşası 9 yıl süren baraj 1992 yılında kullanıma açılmış. Barajın yüksekliği 169 metre ve toplam su depolama hacmi 48.7 milyar metreküp. Bu sayılar zaten ne denli büyük bir proje olduğunu anlatıyor ama şunu da söyleyeyim; bu baraj 2014 yılında Türkiye’nin tüm hidroelektrik enerji üretiminin %20’sini tek başına karşılıyordu. Bugün bu sayı değişmiş olabilir ama daha yakın tarihli istatistik bulamadım ne yazık ki.

Bir de nostaljik bilgi, ilk çıkan 1 YTL’lik kağıt paraların arkasında, Atatürk Barajı’nın fotoğrafı vardı.
Konumu için tıklayın.

3. Halfeti & Fırat Nehrinde Tekne Turu & Savaşan Köyü

Şanlıurfa’ya gelmişken mutlaka yapılması gereken şeylerden bir tanesi de Halfeti’ye giderek buradan kalkan teknelerle Fırat Nehrinde Tekne turu yapmak. Aslında yukarıda da söylediğim gibi Gaziantep’e uğrayacaksanız bu turu Gaziantep tarafından yapmanız daha iyi çünkü oradan Rumkale’yi daha iyi görme şansınız oluyor. Ancak sadece Şanlıurfa’ya geldiyseniz sakın pas geçmeyin çünkü burada yapılabilecek en keyifli aktivitelerden bir tanesi bu tekne turu.

Halfeti Marina’dan binilen teknelerle yapılan tur yaklaşık 1 buçuk saat kadar sürüyor. Fırat nehrinde ilerlerken önce Kral Kızı Mağarasını görüyorsunuz. Buranın hikayesine göre bir Kral’ın kızı bir çobana aşık olmuş ve kral buna karşı çıkarak kızını bu mağaraya hapsetmiş.

Halfetiden kalkan teknelerle gidilen Savaşan Köyü

Mağaranın daha ilerisinde, Fırat Nehri ile Merzimen Çayı’nın birleştiği yerde ise Rumkale var. Kale doğal şekillerle insan yapılarının birleşiminden oluşuyor. Örneğin surların bir bölümü doğal kaya, bir bölümü taşla örülmüş. Kalenin hendeği de kayalar kazılarak yapılmış. Bu hendeğin derinliği 30 metreye kadar ulaşıyormuş.

Rumkale’nin son şeklini 12. yüzyılda aldığı tahmin ediliyor ancak öncesinde kaç yüzyıldır var olduğu ve ilk kimin inşa ettiği net değil. Buranın Asur Kralı III.Salmanazar’ın M.Ö. 800’de ele geçirdiği yerleşim olduğu teorisi en akla yatkın olan olarak kabul ediliyor. Sonrasında Kale Med, Pers, Helen, Roma ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapıyor. Kalenin içerisinde Şair Aziz Nerses Kilisesi, Barşavma Manastırı, su sarnıçları ve 75 metre derinliğinde bir su kuyusu varmış. Sanırım burayı gezmek için Merzimen Çayı tarafında durup biraz yürüyüş yapmak gerekiyor ancak ben kaleye çıkmadığım için detaylarını bilemiyorum.

Doğasıyla ve görkemli yapısıyla muhteşem bir manzara sunan kalenin Hristiyanlar için de ayrı bir önemi var. Hz. İsa’nın havarisi olan Johannes’in İncil’i burada yazarak çoğalttığına inanılıyor.

Rumkale’nin nehirden görünümü

Rumkale’yi biraz geçtikten sonra bölgenin en ikonik manzaralarından bir tanesini göreceksiniz. Birecik Barajı’nın yapımı ile sular altında kalan Savaşan Köyü burada, yarısına kadar sulara gömülü bir şekilde duruyor. Köy halkı evlerini bırakıp buradan birkaç kilometre ötede kurulan başka bir köye yerleştirilmiş. Geriye terkedilmiş evler, yarısı sulara gömülü bir minare ve tekneyle gelen turistlere çay-kahve servisi yapan işletmeler kalmış.

Halfeti’nin içinde ise 1804-1807 yılları arasında yapılan ve zemini sular altında olan Ulu Cami, nehir kenarında bir şeyler içebileceğiniz çay bahçeleri, hediyelik eşya dükkanları ve belediyenin Karagül Teşhir Serası (konumu) var. Siyah güller nisan sonu mayıs başı döneminde açıyor. Bir süre de kurutulmuş şekilde sergileniyorlar. Bu güller dünyada sadece Halfeti’de yetiştiği için özeller. Tohumunu alıp başka yerde ekerseniz siyah çıkmıyorlar. Hoş buradaki renkleri de tam siyah değil, aşırı koyu bir bordo diyebiliriz. Yine de toprağından mı, ikliminden mi bilemiyorum ama bu renk tonu yalnızca burada yetişen güllere özgü.

Gemi Turlarının kalktığı limanın konumu için tıklayın.

4. Kelaynak Kuşları Koruma Alanı

Hani bazı şeyleri kendi başınıza araştırıp öğrenmek aklınıza gelmez ama bir kez öğrenince ufkunuzun genişlediğini hissedersiniz… İşte Birecik ilçesinin çok yakınında bulunan Kelaynak Kuşları Koruma Alanı tam olarak bu etkiyi yaratan bir yer.

Kelaynak kuşları soyu tükenme tehlikesinde, kritik eşikte yer alan bir tür. Tüm dünyada, doğal ortamında yaşayan 500 civarında Kelaynak kaldığı tahmin ediliyor. 1990 yılında Türkiye’deki kelaynak sayısı 26’ya kadar düşmüş. Üstelik bunun tüm sebebi biziz. 1950 yılında çekirge salgınına karşı yapılan DDT ilaçlaması çok sayıda Kelaynağın ölümüne, kalanların ise kısırlaşmasına neden olmuş. Kuşlar yumurtluyor ancak yumurtalar boş.

Mustafa Çulcuoğlu (Fotoğraf: Kelaynak Kuşları Koruma Alanı Google Sayfası)

İşte böyle kritik bir eşikteyken Kelaynakların soyunu tükenmekten kurtarmak üzere kurulan bu koruma alanında çok sayıda Kelaynak yuvası ve bir müze bulunuyor. Müze küçük ama kendisini bu kuşları korumaya adamış olan Mustafa Çulcuoğlu’nun verdiği bilgiler çok kıymetli. Kendisi “Kelaynakçı Mustafa” olarak da tanınıyor ve sadece kelaynakların değil, bölgedeki diğer hayvan türlerinin de korunması konusunda insanüstü bir çaba sarf ediyor. Bu bölgeye has diğer türleri uzun uzun anlatıyor ziyaretçilere. Kendisine Instagram’dan ulaşabilirsiniz. (@kelaynakcımustafa)

Burada yaptıkları çalışmalarla kalan Kelaynak nüfusunu 200 küsüre çıkarmayı başarmışlar. Kelaynakları rahatsız etmemek için çok yaklaşamıyorsunuz elbette. Eğer fotoğraf çekmek istiyorsanız yanınızda bir zoom lens bulundursanız iyi olur. Hediyelik eşyalara bakmadan geçmeyin; kelaynak ve baykuş işlemeli havlular, magnetler, masa örtüleri gibi çok tatlı şeyler var.
Konumu: Haritada yanlış işaretlenmiş konumlar var, alanın doğru konumu için tıklayın.

5. Harran

Harran dünyanın hala yaşam olan en eski yerleşim yerlerinden bir tanesi. Ancak vaktiyle güçlü ve varlıklı bir başkentken bugün küçük bir ilçe halini almış. Harran’ın merkezinde bulunan sit alanı, o eski ihtişamlı günlerinden kalan harabelere ev sahipliği yapıyor ancak ayakta kalabilmiş çok az şey var. Bunlar arasında en öne çıkanı ise dünyanın en eski üniversitelerinden biri sayılan üniversite binasının duvarları, şehir kapısı ve Ulu caminin minaresi.

Harran’daki üniversitenin ve Ulu Cami’nin kalıntıları (fotoğraf: Hüseyin Demir / Unsplash)

8 kapısı ve devasa surlarıyla çok korunaklı bir şehir olan Harran’ın günümüzden yüzlerce yıl önce bölgedeki en önemli kentlerden bir tanesi olduğunu biliyoruz. Harran ilk olarak Asur kralı II. Asur-Uballit döneminde başkent olmuş. Bu dönemde buraya ay ve güneş tapınakları inşa edilmiş. Helenler gelip önemli felsefe okulları kurmuşlar. Bu felsefe okulları daha sonra geliştirilerek dünyanın ilk üniversitelerinden biri olmuş. Romalılar şehri daha da büyütmüş ve sonra Emeviler gelip Harran’ı başkentleri yapmışlar. Harran, Eyyübiler için de önemli bir ticaret merkezi olmuş ve buraya çok fazla yatırım yapılmış. Kentte en az 8 hamam ve çok sayıda tapınak olduğunu biliyoruz. Memlükler ise Harran’ı ilim merkezi haline getirmişler İslam dünyasının matematik ve astronomi alanında batı medeniyetlerinin ilerisinde olduğu o dönemlerde, çok önemli alimler burada bulunan üniversitede ders vermişler.

Peki ne olmuş da bu ihtişamlı başkent dümdüz olmuş derseniz yanıt Moğol İstilası. 13. yüzyılda saldıran Moğol orduları şehri tamamen yakıp yıkmış. Eski gezginlerin seyahatnamelerinde dünyanın en büyük şehirleriyle kıyasladığı Harran, bu saldırıdan sonra Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde kendine “Şehir harap, evler toprak olup kalesinde insanoğlu kalmamıştır’ sözleriyle yer bulmuş.

Geleneksel Harran Evleri

Harran’ı tarihi dışında önemli kılan bir diğer özelliği ise mimarisi. Kerpiçten yapılan Kubbeli Harran evleri (kümbet evler de deniliyor) binlerce yıl boyunca bu coğrafyanın geleneksel mimarisini oluşturmuş. Günümüzde ise bu geleneksel mimari yok olmaya yüz tutmuş durumda. Halen kullanılabilir durumda olan birkaç Harran evi kalmış. Bu evleri müzeye dönüştürmüşler ve içlerine girerek gezebiliyorsunuz. Evlerin çoğu 150-200 yıllık yani artık yeni evleri bu şekilde yapmıyorlar zira yıkılmamaları için sürekli bakıma ihtiyaç varmış.

Farklı alternatifleriniz olsa da ben buraya kendi gezdiğim evin konumunu bırakıyorum: Tıklayın.

6. Bazda Mağaraları

Benim gidip görme fırsatım olmadı ancak Harran’dan çıkıp Şuayb veya Sumatar Antik kentlerine gideceksiniz hemen yolunuzun üzerinde kalan bu ilginç yapılara uğrayabilirsiniz. Bazda mağaraları aslında doğal mağaralar değil. 13. yüzyıldan beri taş ocağı olarak kullanıldığı için insan eliyle oyula oyula bu hale gelmiş bir yapı.

Bazda Mağalarından çıkarılan taşlar, Harran surlarının ve Şuayip Antik Kenti’nin inşasında kullanılmış. Bazda Mağaralarını ziyaret ettiğinizde taşların çıkarılmasıyla oluşturulan ve yüksekliği 15 metreyi bulabilen devasa odaları, yüzlerce metre derine giden tünelleri görebilirsiniz. Öte yandan burası ziyarete uygun bir şekilde düzenlenmemiş. İçeride aydınlatma yok, hatta bazı galeriler yerel halk tarafından ahır olarak kullanılıyor. Nereye gidip nasıl gezeceğinizi bilemezseniz bölgede yaşayan çocuklar harçlık karşılığında size rehberlik yapıyorlar.

Konumu için tıklayın.

Bazda Mağaraları (Fotoğraf: www.sanliurfa.bel.tr)

7. Şuayb Antik Kenti

Harran’a arabayla 35 dakikalık bir mesafede yer alan Şuayb Antik Kenti’nin Roma döneminde, MS 4-5. yüzyıllarda kurulduğu düşünülüyor. Kent neredeyse tamamen yıkılmış olduğu için bazı duvar ve temel kalıntılarından fazlasını gezme imkânı yok ne yazık ki. Antik kentte konut olarak kullanılan ve hepsinin kendi su kuyusu bulunan avlulu villalar, kaya mezarları ve ibadet alanları bulunuyor.

Eğer dini açıdan önemli yerleri ziyaret etmeyi önemsiyorsanız Şuayb Peygamber’in Makamı’nı ziyaret edebilirsiniz. Şuayb Peygamber’in bu kentte yaşadığına ve burada bulunan, kayaya oyulmuş 4 odalı mağaranın peygamberin makamı olduğuna inanılıyor.
Konumu için tıklayın.

Şuayp Antik Kenti (Fotoğraf: Murat Öcal / Türkiye Kültür Portalı)

8. Soğmatar Antik Keni (Sumatar)

Soğmatar Antik kenti bölgede bulunan ilginç bir yer çünkü M.S. 2 yüzyılda önemli bir kült merkezi yani bir nevi kutsal alan olarak kullanılmış. Henüz Hristiyanlığın yaygınlaşmağı, bölgede yaşayanların aya, güneşe ve diğer gezegenlere taptığı bir dönemde kurulan kent bir kale ve etrafını çevreleyen tapınaklardan oluşuyor.

Ortada yer alan kalenin savunma ve barınma amacıyla kullanıldığı, etrafını çevreleyen kayalara oyulmuş olan 7 tapınağın ise ay, güneş ve gezegenleri simgelediği düşünüyor. Tapınakların içerisinde çeşitli figürlerin kabartmaları bulunuyor ancak kabartmalar epey hırpalanmış durumda. Antik kentte çeşitli heykeller, sunak alanları ve Süryanice yazıtlar var.

Bölgedeki antik kentlerin çoğu gibi burası da kendi kaderine terk edilmiş. Yeterli yönlendirme, tabela, bilgi panosu yok. Yağmurlu Köyü’nün çocukları gezdiriyorlar gelenleri. Bu arada Soğmatar adı yağmurlu anlamına geliyor çünkü matar Arapça’da yağmur demek.

Konumu için tıklayın. 

Soğmatar Antik Kenti (Fotoğraf: Gülcan Acar / Türkiye Kültür Portalı)

9. Karahantepe

Göbeklitepe’nin bulunuşu insanlık tarihine dair bildiğimizi sandığız pek çok şeyin doğru olmadığını göstermişti. Göbeklitepe’yi daha iyi anlayabilmek için bölgedeki diğer neolitik çağ yerleşimleri de kazmaya başlayan arkeologlar Göbeklitepe ile pek çok benzerlik taşıyan Karahantepe’nin hayranlık uyandırıcı bölümlerini açığa çıkardı.

Karahantepe’de de ilk yerleşim tıpkı Göbeklitepe’de olduğu gibi M.Ö. 9500 yılı civarında başlamış. Benzer şekilde yuvarlak formlu, içerisinde dikilitaşlar bulunan anıtsal alanlar inşa etmişler. Bu alanların etrafında ise konut alanı olduğu düşünülen başka yapılar var. Bu kısım çok önemli çünkü Göbeklitepe “Daha yerleşik hayata geçmemiş bir toplum neden tapınak inşa etsin ki?” dedirtmişti. Buradaki anıtsal yapıların etrafında yaşam olması, Göbeklitepe’ye dair çıkarımlarımızı da değiştirme potansiyeline sahip.

Karahantepe kazılarında açığa çıkarılan bir alan. (Fotoğraf: Kültür ve Turizm Bakanlığı)

Karahantepe’deki yapılar yarısı zemine gömülü şekilde inşa edilmişler. Yapıların üzerleri ise muhtemelen deri ya otlarla kapatılıyormuş. Burada da yine çok sayıda heykel ve sembolik figür var. Hani TRT’nin erkeklik organını sansürlenerek haber yaptığı 2.3 metre yüksekliğinde bir heykel vardı ya, işte o heykel de burada bulunuyor. Sanki duvardan çıkıp odanın içine uzanıyormuş gibi görünen bir insan kafası, yapının inşası sırasında duvara oyularak yapılmış. Çevresindeki kanalların ise suyla doldurulduğu düşünülüyor. Bu yapıların birbirini tamamlayan işlevlere sahip olması birbirlerine sonradan eklenmediklerini, en baştan bu şekilde tasarlandıklarını ortaya koyuyor. Gerçekten hayranlık uyandırıcı ve heyecan verici yapılar.

Burada 2019 yılında başlayan kazılar henüz tamamlanmadı. Bu nedenle bölge ziyaretçi ağırlayacak şekilde düzenlenmemiş. Eğer Karahantepe’yi görmek istiyorsanız tabelaların sizi yönlendirdiği otoparka park edip epey yürümeniz gerekecek.
Konumu için tıklayın.

Urfa’da Ne Yenir?

Şu anda bu içeriği yazmak benim için çok güç çünkü Şanlıurfa’ya gittiğimde hastalanıp dönene kadar iyileşemedim. Tarihte Urfa’ya gidip sadece patates, çubuk kraker ve maden suyuyla beslenip dönen tek kişi ben olabilirim. Bakın, bu bir dramdır. Hey neyse.

Şanlıurfa’nın kebapları meşhur. Haşhaş kebabı, kıyma kebabı, patlıcan kebabı gibi pek çok kebap çeşidini deneyebilirsiniz. Bu bölgedeki kebapların bir özelliği etin kıyma makinesi ile değil zırh adı verilen bir bıçakla kıyma haline getiriliyor olması. Yörenin eti, salçası, baharatı da lezzetli olunca, kebapları tadından yenmiyor elbette.

Şanlıurfa’nın mutfağı deyince akla gelen diğer lezzetler ise içli köfte, lahmacun, ciğer ve elbette çiğköfte. Tatlı olarak da peynirli kadayıf ve şıllık tatlısı öne çıkıyor.

(fotoğraf: esindeniz / Envanto Elements)

Peki nerede yemek yemeli derseniz; ben yemeklerin tanına kendim bakamadığım için gözlemlerimi yazmakla yetiniyorum:

Dedecan Ocakbaşı: İlk gün Dedecan Ocakbaşı’na gittik. Yemek yiyen herkes yemeğini çok beğendi. Porsiyonlar büyük, fiyatlar makul, garsonlar ilgili. İç rahatlığı ile tavsiye derim. Konumu için tıklayın.

Cevahir Han: Gruptakiler sıra gecesi için Cevahir Han’a gittiler. Tabii bunlar sıra gecelerinin turistik imitasyonları ama yine de görmek isterseniz gidilebilecek en iyi yerden bir tanesi olduğunu biliyorum. Rezervasyon şart. Konumu için tıklayın.

Miroğlu Kadayıf & Dondurma: Gezilecek yerlere biraz uzak kalsa da yerel tatlıları denemek ve dövme dondurma yemek için en çok tavsiye edilen yerlerden bir tanesi burası. Konumu için tıklayın.

Meşhur Ciğerci Aziz Ustanın Yeri: Eğer ciğer seviyorsanız Gümrük Hanı’nın yanında küçük salaş bir mekan olan Ciğerci Aziz Ustanın Yeri çok övülüyor. Konumu için tıklayın.

Şanlıurfa’da nerede kalınır?

Şanlıurfa şehir merkezi yürüyerek gezilebilecek bir yer olduğu için bu merkeze yakın konaklamak sizi vasıta bulma derdinden kurtarır. Merkezde çok sayıda butik otel seçeneğiniz var. Ben kaldığım otelden pek memnun kalmadığım için onu önerilerim arasına almadım ama bölgenin en iyi yorumlar almış merkezi otellerini derledim:

Narlı Ev Butik Otel: Taş konak şeklinde döşenmiş, oda kahvaltı olarak konaklayabileceğiniz otel gezilecek yerlerin hepsine yürüme mesafesinde, çok merkezi bir konuma yer alıyor. Benzer butik otellerden bir tık daha ucuz görünüyor. Oteli incelemek ve revervasyon yapmak için tıklayın.

Kaliruha Boutique Hotel: Çok merkezi bir noktada kalan otelin ambiyansı çok hoş. Çok olumlu yorumlar alan, bölgenin en yüksek puanlı otellerinden bir tanesi. Oteli incelemek ve revervasyon yapmak için tıklayın.

Tessera Hotel (Fotoğraf: hotels.com)

Tessera Hotel: Teressera Otel de bölgenin en yüksek puanlı, müşteri memnuniyeti yüksek otellerinden bir tanesi. Bu otel de yine taş konak şeklinde döşenmiş hoş bir ambiyansa sahip. Otelin otoparkı da mevcut. Oteli incelemek ve revervasyon yapmak için tıklayın.

Doubletree By Hilton Şanlıurfa: Eğer butik oteller yerine 5 yıldızlı, lüks bir otelde kalmayı tercih ederseniz Doubletree By Hilton’da bir seçenek. Burası gezilecek yerlere yürüme mesafesinde değil ancak taksiyle kolayca ulaşabilirsiniz. Oteli incelemek ve revervasyon yapmak için tıklayın.

Şanlurfa’dan ne alınır?

Şanlıurfa’dan alabileceğiniz yöresel ürünlerin başında elbette isot geliyor. Mırra ya da menengiç kahvesi gibi kahveler, cevizli pekmezli sucuk ya da fıstık gibi yöresel yiyecekler de satın alabilirsiniz.
Özellikle Sipahi pazarı çok sayıda yöresel kıyafeti ve kumaş çeşitlerini bir arada bulabileceğiniz bir yer. Çarşılar arasında çok sayıda kuyumcu da göreceksiniz çünkü altın takıların Şanlıurfa kültüründe önemli bir yeri var. Urfa akıtması ya da telkâri altın takılar, hızma ya da tüm eli kaplayan bileklikler alınabilir.

Güneydoğu Anadolu’yu Gezmek

Eğer bölgeyi daha kapsamlı bir şekilde gezmek istiyorsanız, diğer seyahat rehberlerim de işinize yarayabilir.

Mardin Gezi Rehberim için tıklayın.

Gaziantep Gezi Rehberim için tıklayın.

Diyarbakır Gezi Rehberim için tıklayın.