Ankara Gezi Rehberi ve Gezilecek Yerler

Ankara Gezi Rehberi ve Gezilecek Yerler

Bir Ankaralı olarak detaylı bir Ankara gezi rehberi yazmak boynumun borcuydu. Epey uzun bir rehber oldu çünkü gezip görmeye değer pek çok şey var. Tarihimizin kırılıma noktalarına ev sahipli yapmış yapılar, ilginç müzeler, huzurlu parklar ve elbette birkaç lezzet durağı…

Bakmayın siz “Ankara’da gezilecek bir yer yok” diyenlere. Burada dopdolu 4 günlük bir gezi rotası bulacaksınız. Üstelik bu rotaya dahil etmediğim daha pek çok şey var.

Önce birkaç pratik bilgi ve Ankara’nın tarihiyle başlayalım.

Ankara Gezi Rehberi

Ankara Kalesinin dış surları ve Zindan Kulesi’nden Akkale manzarası

Ankara’yı Gezerken Bilmeniz Gerekenler:

Ankara’da Ulaşım

Ankara’da ulaşım hem kolay hem zordur. Şehrin bir ucundan diğer ucuna maksimum yarım saate gittiğimiz günler, yıllar öncesinde kaldı. Özellikle işe gidiş-dönüş saatlerinde inanılmaz bir trafik oluyor. Zaman planlamanızı buna göre yapın.

Şehir içi ulaşım için çok fazla alternatifiniz var. Eğer bütçeniz kısıtlı değilse taksiye her zaman güvenebilirsiniz. Her yerde taksi bulursunuz. Butona basarsınız gelir, Google Maps’ten en yakın durağa bakar, telefonla arar çağırırsınız gelir. Kızılay’dan Kale’ye çıkmak 150 lira kadar tutar. Daha uzak bir mesafe sayabileceğimiz Ulus Heykel – Atakule arası 260 TL yazar.

Toplu taşımayı çok tavsiye edemiyorum çünkü bazı hatların otobüsleri dolu geliyor, binemiyorsunuz. Bazı yerlere toplu taşımayla gidebilmek için şehrin alakasız bir yerine gidip oradan tekrar aktarma yapmanız gerekiyor. Yine de kullanmak isterseniz otobüs ve metrolara AnkaraKart alıp içine dolum yaptırarak ya da birkaç lira fazla ödeyerek kredi kartınızla binebilirsiniz. Özel Halk Otobüslerinin şoförleri elden de ödeme alıyor.

402 numaralı belediye otobüsü Ankara’da gezilecek yerlerin çoğuna (Kale, eski meclisler, Anıtkabilr, v.b) uğrayan bir ring rotasına rahip. O sırayla gezmeyi düşünürseniz bu otobüsün rotasına bir göz atmanızı öneririm.

Dolmuş güzergahlarını da şu linke tıklayarak görebilirsiniz. Kendi aracınızla geldiyseniz zaten sorun yok ama araçsız geldiyseniz araba kiralamak da her zaman bir seçenek tabii.

Ankara ne zaman gezilir?

Esince cildinizi yakan meşhur Ankara ayazı ile tanışmak istemiyorsanız Ankara’yı kış aylarında gezmek pek iyi bir seçenek değil. Ocak, şubat aylarında gündüz sıcaklıkları 0 derece civarında gezinir. Gece zaten eksilere düşer. Karda, buzda yokuşlarda yürümek adrenalin sporuna dönüşebilir.

Yazın da aşırı sıcak olabilir. Normalde yaz sıcaklıklarımız 30-32 derece civarındaydı ama 2 senedir 40 derece üzerinde seyreden haftalar yaşıyoruz. Bence bu havalar gezmeyi eziyete dönüştürecek kadar sıcak.

Kışın Kuğulu Park

Zaten ne önereceğimi anlamışsınızdır ama yine de yazayım. Ankara en keyifli Nisan, Mayıs, Eylül ve Ekim aylarında gezilir. Yağmurun ne zaman yağacağı hiç belli olmaz. Şemsiye ve kapalı ayakkabı candır. Yaz aylarında bile geceleri çok soğuk olabilir yani yazın bile bir hırka şart.

Kale ve Ulus tarafındaki müzelerin büyük bölümü pazartesi günleri kapalı. Dolayısıyla planınız pazartesi gününe denk getirmemenizi öneririm.

Ankara Güvenli mi?

Her şehirde olduğu gibi Ankara’nın da birkaç tekinsiz semti var elbette ama şehri gezerken buralara yolunuz kolay kolay düşmez. Kale’nin arka taraflarına çok inmeyin yeter. Diğer sıkıntılı yerlerin çoğu uzakta.

Aslında bu başlığa yer verme sebebim şehir dışından gelen arkadaşlarımın sağına soluna bakıp her yerde pavyon olduğunu görünce “aha kötü bir yere geldik” diye tedirgin olduklarını fark etmem. Ankara’da her yerde pavyon var arkadaşlar. En elit semtlerde de var. Endişe edecek bir şey yok.

Peki ya gece geç saatlerde nasıl oluyor derseniz o zaman işler değişir. Bir kadın olarak gece geç saate tek başıma olacaksam sadece Çankaya’nın merkezinde, Tunalı’da ve Çayyolu taraflarında kendimi rahat hissediyorum. Diğer yerler tehlikeli diyemem ama gönül rahatlığıyla güvenli de diyemem yani.

Gece vakti Ankara silüeti. Önde Sheraton binası, arkada Atakule. (Fotoğraf: Ancapital / Envanto Elements)

Ankara’nın Tarihi

Ankara taa tarih öncesi çağlardan beri yerleşim olan bir şehir. Hititler’in kent merkezinde yaşayıp yaşamadığı bilinmiyor ama Ankara Kalesi’ni garnizon olarak kullandıkları biliniyor. Burayı önemli bir şehir haline getirenler ise MÖ. 750 ile MÖ. 500 yılları arasında buraya yerleşen Frigler olmuş. Hatta Anıtkabir çevresinde bulunan Tümülüsler de Friglere ait.

MÖ. 333’den sonra Büyük İskender bu toprakları da alıyor ve Helenler bu şehre Ankyra diyorlar. Bu kelime “Gemi Çapası” anlamına geldiği için biraz karışıklığa yol açıyor çünkü bildiniz; Ankara’da deniz yok! Uzmanlar bu kelimenin aslında “Yüce Anka” anlamına geldiğini söylüyorlar. Anka ise “Eğri büğrü” demek. Bu ad pekala Ankara’nın jeolojik şekillerine istinaden verilmiş olabilir.

Ankara’nın en eski yağlıboya tablosu (Rijksmuseum – Rahmi Koç Müzesi)

İskender ölünce kısa -bir çekişme döneminin ardından- Galatlar (Bir Kelt Kolu) gelip Ankara’yı başkentleri ilan ediyorlar. Roma İmparatoru Augustus MÖ. 25’te Galatya’yı ele geçirince, Ankara bu kez bir Roma’ya bağlı bir eyalet başkenti oluyor. MS. 7. yüzyıla kadar şehir büyüdükçe büyüyor. Epey refah içinde yaşanıyor ve nüfus 100.000 civarına ulaşıyor. Sonra gökten üç elma yerine Arap Akınları düşüyor. Roma döneminde altın çağlarını yaşayan şehir taa cumhuriyetin ilanına kadar pek belini doğrultamıyor. Savaş üstüne savaş yaşanıyor ama Ankara sonunda Osmanlı’ya nasip oluyor.

1830 yılında kentin nüfusu 11.293 sayılıyor. Bu nüfusun yarısı Türk, diğer yarısı Rum, Ermeni ve Yahudi. 1917 yılında Gayrimüslim mahallesinde çıkan yangın tüm mahalleyi haritadan silince, çoğu İstanbul ve İzmir’e göçmüş. 1919’da toplam nüfusun en fazla 20.000 civarında olduğu düşünülüyor. O dönemde şehir Kale ve yakın çevresine yayılmış durumda.

Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’ya ilk olarak 27 Aralık 1919’da geliyor. 1923 yılında meclis açılıp Ankara başkent ilan edildiğinde Ankara kasabadan hallice bir yer. Haliyle burayı başkent haline getirmek çok büyük bir emek istiyor. Kentin merkezi Ulus olarak belirleniyor. Sanayisi, ticareti, tiyatrosu lokantası, altyapısı üst yapısı derken kalkınması 10-15 yıl sürüyor

1924 Ankara Haritası

1924’te şehir planlaması yapılması için kanun çıkartılıyor ve bunun için bir yarışma başlatılıyor ama yarışmayı kazanarak Türkiye’ye gelen şehircilik uzmanı Jansen Hermann’ın planları ancak 1932 yılında uygulamaya konulabiliyor. O da bir raddeye kadar çünkü tüm planlar şehir nüfusunun 300.000 civarına kalacağına göre yapılıyor. Kentin bu nüfusa ulaşması ise sadece 25 yıl sürüyor. O plan bir kenara bırakılıp bir başkası deneniyor (Uybadin-Yücel Planı) ama şehir yine planlandığından daha hızlı büyüyor. Neticede çarpık çurpuk kentleşiyoruz.

Sonrasını biliyorsunuz zaten. Ankara bugün sevenin çok sevdiği, sevmeyenin öcü gibi yaklaştığı, 6 milyona yakın nüfusuyla hala aşırı hızlı büyüyen bir kent.

4 Günlük Haritalı Ankara Gezi Rehberi

Tüm rehberlerimde olduğu gibi Ankara gezi rehberimde de önce bir rota önerisi ve bu rotaya dair kısa pratik bilgiler paylaşıyorum. Eğer gezilecek yerlerin tarihi, mimarisi gibi daha detaylı bilgilere ulaşmak istiyorsanız onları bir sonraki “Ankara’da gezilecek Yerler” başlığının altında bulabilirsiniz. Rotaya dahil etmediğim birkaç yerden de bahsediyorum orada.

1. Gün: Ulus

Ankara Gezimize Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının izlerini sürebileceğimiz Ulus semtinden başlıyoruz. Ama önce çok daha eskilere gidip şehrin en büyük Roma kalıntılarından bir tanesi olan Roma Hamamı’nı göreceğiz.

Roma Hamamı, pavyonlarıyla Meşhur Çankırı Caddesi’nde yer alıyor. Buraya sabah erkenden geleceğimiz için asayiş berkemal olacaktır. Caddeye adını verense eskiden kentin Çankırı Kapsının bu tarafta bulunması. Google haritalarda Roma Hamamı’nın giriş kapısı olarak görünen yer hatalı bu arada. Yine cadde üzerinde ama, işaretli kapının biraz daha solunda kalıyor gerçek giriş kapısı.

Aslında ülkemizde muhteşem korunmuş antik kentler varken “burası mutlaka görülmesi gereken şahane bir yer” diyemem ama Ankara’da böylesine büyük bir hamam bulunması, Roma İmparatorluğu döneminde kentin ne kadar büyük ve önemli olduğunu anlamak bakımından ufuk açıcı oluyor. Ankara’yı anlamak açısından kıymetli yani.

Bu Roma Hamamı MS. 3. yüzyılda Roma İmparatoru Caracalla döneminde inşa edilmiş ve Sağlık tanrısı Asklepeion’a adanmış. Hamamın soğukluk, sıcaklık, ılıklık gibi alanlarının yanı sıra açık ve kapalı spor alanları, soyunma odaları, imparatorluk salonu ve servis salonları var.

Ankara Roma Hamamı

Burada bölgeden çıkarılan mezar taşlarını, kaideleri, sütun başlıkları ve heykeller de sergileniyor. Çoğu Roma ve Bizans dönemine ait olsa da Osmanlı döneminden kalma mezar taşları da var.

Roma Hamamı’nı gezmek yaklaşık 45 dakikanızı alır. 08:30’da açıldığı için öğlen sıcağına kalmadan gelip gezebilirsiniz. Müzekart geçerli.

Buradan çıkınca Hacı Bayram Veli Camii’nin hemen bitişiğindeki Agustus Tapınağını görmeye gidiyoruz. Avluda Osmanlı döneminden kalma bir ev hamamı kalıntısı da var. Cami etrafında turlarken mutlaka görürsünüz ama ben Google’a işlenmemiş olduğu için tam yerini işaretleyemedim.

Hacı Bayram Veli Camii’nin hemen bitişindeki Augustus tapınağı büyük ölçüde yıkık durumda ama birkaç önemi var. Öncelikte bize bu tepenin yüzyıllar boyunca kutsal sayıldığını gösteriyor. Burada eskiden Friglerin Kibele’ye adadığı bir tapınak varmış. O tapınak tamamlanamadan bölge el değiştirmiş. Galatlar, Roma İmparatoru Augustus’a bağlılıklarını göstermek için İmparatora adadıkları bu tapınağı inşa ettirmişler. Yetmemiş Roma Hristiyanlığı benimseyince kiliseye çevrilmiş. Osmanlı döneminde ise Hacı Bayram Veli Cami’nin medresesi olarak kullanıldığı düşünülüyor.

Augustus Tapınağı

Tapınağın ikinci bir önemi burada bulunan bir yazıttan geliyor. Duvarlarda bulunan “İlahi Augustus’un Başarıları” yazıtı imparatorun hayatını ve önemli tarihi olayları anlattığı için tarihçilere yönelik inanılmaz bir kaynak.

Tapınağa neredeyse bitişik durumda olan Hacı Bayram Veli Cami de 1427-1428 yılları arasında inşa edilmiş tarihi bir cami. İlk inşa edildiğin haliyle kalmayıp takip eden yüzyıllarda yenilendiği için 17. yüzyıl camilerinin tipik özelliklerini taşıyor. Hemen yanında ise Hacı Bayram Veli’nin türbesi ziyarete açık.

Eğer yorulduysanız veya acıktıysanız buralarda oturup mola verebileceğiniz pek çok mekan var. Daha gezeceğimiz çok yer olduğu için enerji depolamanızı tavsiye ederim. Ben yemeği Nazım Usta’da yedim. Yemekler lezzetli, hizmet güzel ama fiyatlar yüksek.

Sıradaki durağımız Julianus Sütunu ve Hükümet Meydanı. Her ikisi de Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nin içerisinde yer alıyor. Kapıdaki güvenlik görevlisine sütunu görmek için geldiğinizi söylediğinizde içeri girmenize izin veriyorlar.

Julianus Sütunu ve Başvekâlet ve Maliye Vekâleti Binası

Julianus Sütunu eski Ankaralılar tarafından “Belkıs Minaresi” olarak biliniyor ve çoğu burayı tepesindeki leylek yuvası ile hatırlıyor. Bugün o yuva orada değil. Roma İmparatoru Julianus 362 yılında Persler’le savaşa savaşa Ankara’ya kadar ilerlemiş. İmparatorun geliş haberi kente İmparator’dan önce varmış ve Ankaralılar bu ziyaretin şerefine bu sütunu yaptırmışlar.

Aslında Sütun ilk yapıldığında İş Bankası Binasının (orayı da gezeceğiz) önündeymiş ama zemin kötü olduğu için zamanla eğilmeye başlamış. Bu yüzden 1934 yılında 15 metrelik sütunu, tepesindeki leylek yuvasını da koruyarak, Ankara Valiliği’nin önündeki Hükûmet Meydanı’na taşınmışlar.

Bu meydana “Hükümet Meydanı” deniliyor olmasının nedeni ise çok açık. Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet’in ilk yıllarında da idari binalar bu meydanın etrafında toplanmış durumda.Örneğin sütunun az aşağısında kalan bu şık bina 1924 yılında yapılan ve Cumhuriyet’in ilk bakanlık binası olan Başvekâlet ve Maliye Vekâleti binası. Bugün Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nin rektörlük binası olarak kullanılıyor.

Rektörlüğün sağında kalan bina ise 1897 yılında Osmanlı Hükümetini’nin Ankara Hükümet Konağı olarak yaptırdığı bina. Burası 2019 yılına kadar Valilik binası olarak kullanılıp sonra üniversiteye devredilmiş.

Ankara Sosyal Bilimler Üniveraitesi Kampüsünde kalan Hükümet Meydanı

Sırada İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi var. Önünden her geçişimde hayranlıkla seyrettiğim ve içerisini çok merak ettiğim bu binanın birkaç önemli özelliği var. Bunlardan ilki Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın en güzel örneklerinden bir tanesi olması. Özellikle giriş holü bölümünde, bundan 100 sene öncesine ışınlanmanızı sağlayan o nostaljik banka havası korunmuş. İkincisi ise Müze’de paylaşılan bilgilerin kıymeti. İş Bankası ülkemizin ilk bağımsız bankası. Mustafa Kemal Atatürk’ün de katkısıyla kurulan banka, ülkemizde sanayinin ve ticaretin gelişebilmesinde önemli görevler üstlenmiş. Tüm bunların hikayesini okurken, bağımsızlığını yeni kazanmış bir ülkenin iktisadi bağımsızlığını nasıl inşa ettiğini adım adım takip ediyorsunuz.

İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi Binası

Müzenin 2. katında orijinal toplantı salonları ve çalışma odaları görülebiliyor. Ayrıca binanın mimarı Giulio Mongeri’yi ve İş Bankası’nın diğer binalarını tanıyorsunuz. 3 kattaki sergi alanında ise İş bankasının kurumsal başarılarından bahseden bir sergi vardı. Sıkıcı değildi çünkü “Şuna sponsor olduk, buna sponsor olduk” diye övünüp geçmemişler. Ülkemizin endemik bitkileri, bir tablonun nasıl restore edildiği, ülkemizdeki Antik Kentler gibi konulara yer vererek anlatmışlar sundukları katkıları.
Ben gezerken kütüphane ve teras katı kapalıydı. Çıkmadan bodrum kattaki kiralık kasa bölümünü de görmeyi unutmayın. Müzeye giriş ücretsiz. Ben içeride tam 1 saat 20 dakika kalmışım. Ne kadar detaylı gezeceğinize göre daha kısa ya da uzun bir zamanınızı ayırabilirsiniz elbette.

Şimdi sırasıyla ilk TBMM binasını, İkinci TBMM Binasını ve Ankara Palas’ı gezeceğiz. Tüm bunların birbirine bu kadar yakın olmazı tesadüf değil elbette. Ulus kenti ülkenin geri kalanına bağlayan tren garına çok yakın bir semt. Hacı Bayram, Kale ve Hamamönü tarafları ise nüfusun yoğun olarak yaşadığı yerleşim yerleri. Yani Ulus Tren Gar’ı ile merkezi birbirine bağlayan yer.

Meydana doğru yürürken Ankara’nın simgelerinden bir tanesi sayabileceğimiz Atatürk Heykeli’ni göreceksiniz. “Zafer Anıtı” olarak da bilinen bu heykel milli mücadele yıllarını onurlandırmak için taa 1927 yılında inşa edilmiş. Anıtın her köşesinde Kurtuluş Savaşı’na ilişkin semboller var. Anıtın yapılması fikrini ortaya atıp bağışların toplanmasını organize eden Yeni Gün gazetesini de anmış olalım.

Ulus Atatürk Heykeli veya Zafer Anıtı

Sıradaki durağımız ilk Türkiye Büyük Millet Meclisimiz. I. TBMM’nin resmi adı “Kurtuluş Savaşı Müzesi” olarak geçiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk meclisi olarak 23 Nisan 1920 tarihinde açılıyor ve 15 Ekim 1924 tarihine kadar aktif olarak kullanılıyor. Cumhuriyet’in ilanı, Ankara’nın Başkent oluşu gibi çok önemli kararların alındığı bir yer burası.

İçeride bazı çalışma odalarını, bazı milletvekillerine ait kişisel eşyaları, Kurtuluş Savaşı döneminde kullanılan kimi askeri ekipmanları ve Lozan barış Anlaşması’nın imzalandığı masayı görüyorsunuz. Elbette en etkileyici kısım halkın destekleri ve hediyeleriyle kurulan genel kurul salonu. Ayrıca bu bina Birinci Ulusal Mimarlık Akımı üslubunun ilk örneklerinden bir tanesi.

Burası küçük bir müze olduğu için gezmek en fazla yarım saatinizi alır. Müzekart ile giriş yapabilirsiniz. Buradan çıkıp II. TBMM’ye gitmek ise sadece 3-5 dakika sürüyor.

İlk Türkiye Büyük Millet Meclisimizin Genel Kurul Salonu

II. TBMM resmi olarak “Cumhuriyet Müzesi” adıyla geçiyor. 1924 yılında ilk bina yetersiz gelmeye başlayınca, önceden Cumhuriyet Halk Fırkası’nın parti binası olması amacıyla inşa edilen bu binaya geçiliyor ve burası 27 Mayıs 1960 tarihine kadar TBMM olarak kullanılıyor. Atatürk İlke ve İnkılaplarının hayata geçirilmesini sağlayan pek çok kanun ve çok partili sisteme geçiş kararı bu meclisten çıkıyor.

Bu müzede meclisin çalışma odalarını görebiliyorsunuz. İlk üç cumhurbaşkanımızın kişisel eşyalarını ve meclise ait objeler de sergileniyor. Mustafa Atatürk’ün mecliste konuşurken çekilmiş videolarını izlediyseniz, Genel Kurul Odası size çok tanıdık gelecek ve tüyleriniz diken diken olacak.

II. TBMM Binası ya da dier adıyla Cumhuriyet Müzesi

II. TBMM’nin tam karşısında ise Ankara Palas var. Eski adı Ankara Vakıf Oteli olan Ankara Palas resmi konukların ağırlandığı bir konukevi olarak yapılmış. Siyasetçiler, gazeteciler ve kanaat önderleri burada bir araya gelir, diplomatlar burada ağırlanırmış. Meşhur Cumhuriyet Balosu fotoğraflarında gördüğünüz yer de burası.

Ben müzeyi gezmeye gittiğimde buranın Erken Cumhuriyet Dönemine dair bir müze olmasını bekliyordum bu nedenle biraz şaşırdım. İçeride ağırlıklı olarak Osmanlı miğferleri, Sultan II. Abdülhamit’in eşyaları, padişah tuğraları, el yazması Kuran’lar gibi Topkapı sarayı hazinesine ait şeyler sergileniyor. Hepsi çok kıymetli ve güzel şeyler. Gördüğüme çok mutluyum ama doğru sergi yeri burası mıydı emin olamadım gerçekten.

Eğer bu noktada çok yorulduysanız günü burada bitirebilirsiniz çünkü “olmazsa olmaz” diyeceğimiz en önemli yerleri gördük. Eğer hala enerjiniz ve vaktiniz varsa yapabileceğiniz iki güzel aktivite daha var. Bunlardan biri (henüz kapanmadıysa) Ziraat Bankası Müzesi’ni gezmek, bir diğeri Opera Meydanına kadar yürüyüp erken cumhuriyet dönemi yapılarını görmek.

Ziraat Bankası Müzesi’nin binası da, Tıpkı İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi’nin binası gibi İtalyan Mimar Giulio Mongeri tarafından, Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi mimari üslubuna göre yapılmış bir bina. Sadece mimari açıdan bile görülmeye değer ama içerisindeki müzede Ziraat Bankası’nın tarihine dair bilgilendirmeler ve eski belge ve eşyalar da sergileniyor. Müze hafta içi her gün 09:00–17:00 saatleri arasında gezilebiliyor ve giriş ücretsiz.

Eğer cumhuriyet dönemi yapılarını görmek isterseniz, yol boyunca sırasıyla PTT Pul Müzesi Binasını, Eski Osmanlı Bankası Binasını ve Eski Tekel Müdürlüğü Binasını görebilirsiniz. Biraz yoldan saparsanız Etnogtafya Müzesi binası ve Resim ve Heykel Müzesi binası da çok yakın.

Ankara gezi rehberimin ilk günü burada böylece sona eriyor.

Ziraat Bankası Müzesi

2.Gün: Kale Müzeleri ve Ankara Kalesi

Bugün eski Ankara’yı keşfediyoruz. Peşinen söylemeliyim ki programa yazdığım tüm müzeleri çok detaylı, tüm yazıları okuyarak gezmek isterseniz bu program yetişmez. Ben bu planı biraz daha hızlı, ilginizi çeken şeylere ağırlık vererek gezeceğiniz varsayımı ile yazdım. Eğer tüm yazıları okuyup her parçayı uzun uzun inceleyerek gezmek istiyorsanız bazı müzeleri ertesi güne bırakabilirsiniz. Müzelerden ilgi alanınıza göre eleyip 1-2 tanesini listeden çıkartmak da bir seçenek tabii.

Güne Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni gezerek başlıyoruz. Müze sabah 8.30’da açılıyor ve Müzekart’la ücretsiz girilebiliyor.

Burası Türkiye’nin en önemli müzelerinden bir tanesi çünkü sadece Ankara’nın değil, bu topraklardan gelip geçmiş tüm medeniyetlerin izlerini barındırıyor. Taa tarih öncesi dönemlerden Klasik Döneme dek (M.Ö. 300’ler) insanoğlu neler yapmış, neler üretmiş hepsini görebiliyorsunuz. Çatalhöyük, Alacahöyük, Hitiler, Asurlar, Frigler ve Urartular’dan kalan aletler, kabartmalar, heykeller ve eşyalar bu müzede sergileniyor. Eğer müzede nelerin sergilendiği ile ilgili bir yazı okumak isterseniz Anadolu Medeniyetleri Müzesi Gezi Rehberi yazıma da göz atabilirsiniz.

Müze binası da tarihi bir yapı aslında. Osmanlı’dan kalma Mahmut Paşa Bedesteni ve Kurşunlu Han’ın birleşiminden oluşuyor. 1997 yılında “Avrupa’da Yılın Müzesi” seçildiğini de not düşmüş olayım. Burayı gezmek yaklaşık 2,5 -3 saatinizi alacak. Çıkışta kafe kısmına oturup biraz dinlenebilirsiniz çünkü daha gezeceğimiz çok yer var.

İkinci durağımız müzenin hemen bir üst sokağındaki Kelime Müzesi. Ülkemizde başka bir örneği bulunmayan bu müzeyi pas geçmeyin derim. Kelimelerin kökenleri, deyimlerin içerisinde kullanıp anlamını bilmediğimiz bazı kelimelerin anlamları, dilimizin zenginlikleri çok keyifli bir şekilde görselleştirilerek sergileniyor burada. Ben gezerken aşırı keyif aldım.

Kelime Müzesi özel müze olduğu için Müzekart geçerli değil. Ağustos 2025 itibarıyla Giriş ücreti 110 TL. Kelime Müzesi’ni gezmek 1 saatinizi alır.

Kelime Müzesi’nden çıkınca az ilerideki Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’ne de uğrayabilirsiniz. Dürüst olmak gerekirse Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden çıkıp buraya girince biraz sönük kalıyor. Yine de güzel hikayeleştirmelerle keyifli bir yer haline getirmişler. En alt kattaki sergi alanında ilginç geçici sergiler olabiliyor. Örneğin ben gittiğimde Fikret Mualla Sergisi vardı. Akşamları da çeşitli konserler ve partiler olabiliyor.

Özetle “olmazsa olmaz, mutlaka görülmeli” diyemem. Eğer vaktiniz kısıtlıysa pas geçebileceğiniz bir müze. Buraya kadar gelmişken görelim derseniz gezmek 1 saat kadar sürüyor. Müzekart geçerli değil ve giriş ücreti 150 TL.

Kaleye çıkmadan önce gezeceğimiz son bir müze kaldı ama bu noktada çok yorulmuş ve acıkmış olmanız olası. Kale kapısının hemen karşısında Divan Pastanesi var. Eğer lezzetli bir yemekten ziyade Ankara manzarasına karşı bir şeyler içmek isterseniz Taş Bebek Cafe’ye de gidebilirsiniz. Duvarları yüzlerce taş bebek ile kaplı olduğu için kimine göre ilginç, kimine göre korkunç bir binaya giriyorsunuz. Terasa (Saat Kulesi’nin olduğu burca) çıkıp oturduğunuzda tüm Ankara ayaklarınızın altına seriliyor. Serviste biraz aksamalar var. Bana gelen gözleme lezzetliydi ama yorumlara bakınca yemek yiyen çoğu kişinin memnun kalmadığını gördüm. Eğer manzara değil güzel yemek arıyorsanız yine kalenin içerisinde kalan Ceritoğlu Konağı  ve Kınacızade Konağı gibi alternatifleriniz var var. Mekanların isimlerine tıklayarak konumlarına ve yorumlarına ulaşabilirsiniz.

Şimdi kale kapısından geri çıkıp Rahmi Koç Müzesi’ne gideceğiz. Burayı en sona da bırakmak yerine geri dönme sebebim müzenin erken kapanması. Müze 17.00’de kapanmaya başlıyor ve 17.30’da herkesin çıkmış olması gerekiyor.

Rahmi Koç Müzesi bir çeşit sanayi ve teknoloji tarihi müzesi. Yani aklınıza gelebilecek ve gelemeyecek pek çok eşyanın geçmişten günümüze gelişimleri sergileniyor. Eski bisikletlerden motosikletlere, tüplü televizyonlardan eski denizcilik aletlerine, baston koleksiyonundan gemi modelleri koleksiyonuna kadar pek çok eşya var. Elektrik süpürgesi de var tuşlu telefon da, klasik araba koleksiyonu da var eski işletmelerin canlandırıldığı esnaflar sokağı da. Benim gibi “çevirmeli telefona şaşıracak kadar genç değilim ama bunlara bakıp nostalji yapacak kadar da yaşlı değilim” yaşındaysanız bazı bölümler biraz sıkıcı olabiliyor. Yine de gezilip görülmeye değer bir müze. Özellikle çocuklar çok keyif alabilir. Bu arada müze binası da tarihi bir yapı. 16. yüzyıldan kalma iki han olan Çengelhan ve Safranhan birleştirilerek müzeye çevrilmiş. O tarihi dokuyu içeride de görüyorsunuz.

Rahmi Koç Müzesi özel müze olduğu için Müzekart geçerli değil. Giriş ücreti 200 TL ve gezmek 2,5 saat kadar sürüyor. Yalnız yazın içeride 2 saat zor dayanırsınız çünkü o kadar sıcak oluyor ki anlatamam… Ben hayatımda bu kadar sıcak müze görmedim. “Allah rızası için kökleyin şu klimaları” diye çığlık atmak istedim. İki sene önce gittiğimde de böyleydi, hiçbir şey değişmemiş.

Gelelim Ankara Kalesine… Burası Ankara’nın en eski yerleşim yeri ve pek çok eski yerleşim yeri gibi şehre hakim, korunaklı bir tepeye inşa edilmiş. M.Ö 5. yüzyılda yani Galatlar ilk yerleştiğinde bile burada bir kale varmış ama aradan geçen yıllarda çok değişmiş elbette. Kale bugünkü haliyle Türkiye’nin en büyük kalelerinden bir tanesi. Surlarla ve burçlarla çevrili kocaman bir yerleşim alanı.

Peki içeride neler var? Öncelikle içeride yakın zamanda restore edilmiş çok sayıda Ankara Evi göreceksiniz. Bu evlerin kimileri yüzlerce yaşında, kimileri daha yeni. Ancak yeni olanlar bile geleneksel mimariye sadık kalınarak yapıldığı için çok tatlı bir kent dokusu çıkmış ortaya. Bugün çoğu otel, restoran, dükkan, kurs ya da sanat galerisi olarak kullanılıyor. Yani bir nevi kültür ve sanat merkezi haline gelmiş.

Arada konut olanlar da mutlaka vardır tabii ama ben bir Anakara’lı olarak burada yaşayan birinin evine misafirliğe, en son 20 sene önce gittim yani. Evin temelini tamir etmek için koca evi yerden yükseltmişti ve bu bana çok acayip gelmişti o yaşımda. O zamanlar buraları daha renkli ama daha tekinsizdi. Neyse dönelim gezme işine;

Ankara Kalesi Dış kale olarak bilinen Dış Surlar ve İç kale olarak bilinen iç surlardan oluşuyor. Biz öncelikle dış surlardaki kapıdan içeri giriyoruz. Kapıdaki saat kulesi Osmanlı’dan kalma. Az ileride sizi bir süs havuzu ve etrafına dizilmiş mekanlar karşılıyor. Ara sokaklarda gezip bolca fotoğraf çekmek ve alışveriş yapmak mümkün. Eskiden buralarda antikacılar, sobacılar, bakırcılar falan vardı ama bugün daha çok doğal taşlar, biblolar, hediyelik eşyalar ve sanat galerileri var.

Ankara Kalesi’nin içerisindeki Ankara Evleri

Kale gezisinin olmazsa olmazlarından biri “Zindan Kale” olarak bilinen burca çıkarak Ankara Manzarasına bakmak. Bunun için kapıdan girdiğiniz sokağı dümdüz takip edin. Geçerken Kınacızade Konağının hemen karşısındaki surlara dikkat etmeyi unutmayın. Kale’nin tamamında karşınıza çıkacak olan devşirme malzeme kullanımını en net görebileceğiniz surlardan bir tanesi burası (konumu için tıklayın). Kale o kadar çok saldırıya uğramış ki duvarlar zarar gördükçe civarda ne malzeme buldularsa onunla tamir etmişler alel acele. Bundan Roma döneminden kalma yapılar da nasibini almış. Muhtemelen o dönemde zaten yıkık durumda olan su kanalları, alınlıklar, sütun başlıkları da dahil olmak üzere ne buldularsa gömmüşler duvarlara güçlendirmek için. Sonuç olarak ortaya böyle etkileyici duvarlar çıkmış.

Bu sokak sizi İç Kale’nin giriş kapısına götürecek. İç kaleye girer girmez sağa dönüp merdivenleri çıkarsanız Zindan Kule’ye ulaşırsınız. Zindan Kulenin en tepesine çıktığınızda karşınıza üzerine bayrak dikilmiş bir kale göreceksiniz. “Eee kale karşımda duruyor o zaman ben şimdi neredeyim?” gibi bir düşünceye kapılacaksınız ama sakin olun, orası da kalenin bir parçası burası da… Ankara Kalesinin büyük bir kale olduğunu söylemiştim.

Ankara Kalesi’nin Zindan Kule Burcu

Karşınızda gördüğünüz yer Akkale. Kale yerleşiminin bir parçası olmasına karşın sura bitişik değil, bağımsız bir yapı olarak inşa edilmiş. Kale’nin en yüksek noktası orası olduğu için bayrağımız da orada dalgalanıyor. Muhtemelen gözetleme kulesi olarak yapılan bu kuleye giriş çıkış imkânı bulunmuyor. O yüzden uzaktan izlemekle yetineceğiz.

Zindan Kule’den çıkınca yine geldiğimiz merdivenlerden geri aşağı ineceğiz. Merdivenlerin bittiği yerde karşınıza bir cami çıkacak. Sultan Alaeddin Camii adındaki bu Cami Ankara’nın en eski camisi. Taa 1178 yılında Selçuklular tarafından yapılan cami daha sonraki tamiratlarda orijinalliğini kaybetmiş olsa da iki özelliği hala dikkat çekici. Giriş kapısının önündeki Roma Sütunlarının devşirme malzeme olarak bütün halinde kullanılması ve 850 yıl öncesinin ahşap işçiliğini gözler önüne seren ceviz ağacı minberi.

Buradan sonra ne yapmak isteyeceğiniz size kalmış. İsterseniz kalenin içerisindeki sokaklarda turlayarak evleri ve sokakları fotoğraflayın (restorasyonlar hala sürdüğü için bazı yerler şantiye alanı gibi yalnız); isterseniz kalenin içindeki ya da dışındaki dükkanları ve galerileri gezin.

Gezmenizi bitip dönüş yoluna geçtiğinizde, (hala enerjiniz ya da vaktiniz varsa) gidiş yönünüze göre Sulu Han’a veya Pirinç Han’a da uğrayabilirsiniz. İkisi de avlusunda bir cafe, üst katlarında dükkanlar bulunan tarihi hanlar. Pirinç Han daha çok antikaların satıldığı bir yerken Sulu Han daha çok incik boncuk almaya gelen kişilerin uğradığı bir yer.

Kale Sokakları

Pirinç Han tarafına gidecekseniz -ve hala enerjiniz kaldıysa- Ahi Şerafettin (Aslanhane) Camii’ne de bir bakabilirsiniz. 1289-1290 yıllarında Ahi kardeşler Hüsameddin ve Hasaneddin kardeşler tarafından yaptırılan Cami mimari açıdan özel bir yer. Ahşap bölümlerin hiç çivi kullanılmadan (ahşaplar iç içe geçirilerek) yapılmış olması, devşirme malzeme kullanımı, mukarnas işçiliği, çinileri falan derken zaten özel bir yapı ile karşı karşıya olduğunuzu göreceksiniz. Zaman yetmez diye haritalı rotaya eklemediğimden konumunu buraya bırakıyorum.

Eğer Suluhan tarafına doğru devam ederseniz yolunuzu azıcık uzatarak Erzurumlu Nafiz Bey Apartmanı’da da bir bakabilirsiniz. Burası tamamen metruk, terk edilmiş bir durumda olduğu için dışarıdan bakmakla yetineceğiz ama burası Ankara’nın ilk kaloriferli ve asansörlü apartmanı. Binaya adını veren kişi Ankara Palas, Büyük Tiyatro, Çankaya Köşkü gibi önemli yapıların müteahhitti olan Nafiz Kotan. 1922 yılında yapılan binaya şöyle bir bakıp o yıllarda burada süregelen hayatı hayal etmek kesinlikle keyifli.

Ankara Gezi Rehberimin ikinci günü burada bitiyor. Söz veriyorum yarın bu kadar yorucu olmayacak. 😊

3.Gün: Anıtkabir, Hamamönü, Ulucanlar ve Altınköy

Bugün ilk durağımız Anıtkabir! Aslında Ankara’ya gelir gelmez ilk gelinmesi gereken yerin Anıtkabir olduğunu düşünenler var ama bence kentin tarihini ve nereden nereye geldiği gördükten sonra gezmek daha anlamlı.

Anıtkabir sabah saat 09.00’da açılıyor. İçeriye girdiğinizde ilk olarak Aslanlı Yol’dan geçip tören meydanına ulaşıyorsunuz. Aslında burası mimari açıdan pek çok sembolizm barındırıyor burada çok detaya girmiyorum.
Solunuzda kalan sütunlu bina, Mustafa Kemal Atatürk’ün kabrinin bulunduğu bina. İçeriye girdiğinizde sizi mozole alanı karşılıyor. Burada gördüğünüz lahit elbette sembolik. Atatürk’ün naaşı mozolenin hemen altında kalan odada bulunuyor ancak orası ziyarete açık değil.

Karşınızda, bayrak direğinin hemen solunda kalan yer ise Müze girişi. Müze’de Atatürk’ün kişisel eşyaları, Atatürk’e hediye edilmiş eşyalar, Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’na dair panorama ve tablolar Milli Mücadele dönemine ait bilgilendirme panoları ve Atatürk’ün şahsi kütüphanesi var.

Anıtkabir Tören Alanı (Fotoğraf: Emirkoo / Envanto Elements)

Atatürk’ün Kabrinin bulunduğu binanın hemen karşısında ise İsmet İnönü’nün sembolik lahdi var. İnönü’nün Mezar odası ve Sergi Salonu sadece 29 Ekim’de ve 25 Aralık’ta ziyarete açılıyormuş.

Sıradaki durağımız Hamamönü! Ankara’nın eski yerleşim yerlerinden bir tanesi olan Hamamönü’nde 1800’lü yıllardan kalma eski Ankara evlerini ve birkaç tarihi yapıyı görebiliyorsunuz. Semtin adı ise 1447 yılında Celalettin Karacabey’in semte yaptırdığı çifte hamamdan (Karacabey Hamamı) geliyor. Yani burası gerçekten hamamın önü. Karacabey’in mezarı da yine bu semtte bulunan tarihi Karacabey Camii’nin köşesinde yer alıyor.

Hamamönü’ne geldiğinizde restore edilmiş evlerin arasında dolaşarak bolca fotoğraf çekebilir, 1900’lü yılların başında inşa edilen tipik bir Osmanlı Saat Kulesi olan Hamamönü Saat Kulesi’ni ve aynı meydanda bulunan Mehmet Akif Ersoy heykelini görebilir, Mehmet Akif Ersoy Evi Müzesi’ni gezebilirsiniz. Burada çok sayıda kafe ve restoran bulunduğu için dinlenip karın doyurmak için de iyi bir nokta. Zaten küçük bir yer olduğu için gezmesi fazla vaktinizi almaz.

Hamamönü Evleri (Fotoğraf: Objective / Wikimedia Commons)

Hamamönü’nü gezdikten sonra yürüyerek 15 dakikada Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ne geçebilirsiniz. Hatta yol üzerinde önce Hacı Bayram Veli Müzesi’ne de girebilirsiniz. Ben bu müzeyi ben hiç gezmedim ama anladığım kadarıyla müzede yalnızca Bayram Veli’nin hayatına ve kişisel eşyalarına yer verilmiyor. İçeride Ankara’daki ticaret hayatına dair bilgilendirmeler de var. İlginizi çekiyorsa uğrayın zira hem yol üzerinde hem de ücretsiz.

Gelelim Ulucanlar Cezaevi Müzesine. 1925 ve 2006 yılları arasında cezaevi olarak kullanılan Ulucanlar, isimlerine aşina olduğumuz çok sayıda gazeteci, sanatçı, siyasetçi ve yazarın hapis yattığı yer. Bülent Ecevit, Yılmaz Güney, Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Muhsin Yazıcıoğlu bu isimlerden bazıları. Ayrıca Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edildiği yer de yine burası.

Eski cezaevi bugün müze olarak gezilebiliyor. İçerideki yaşam koşullarını, kimi mahkumların hikayelerini ve kişisel eşyalarını görebiliyor, cezaevinin tarihini öğrenebiliyorsunuz. Müze saat 16:30’a kadar açık. Giriş ücreti ise 2025 yılı itibarıyla 60 TL. Burası belediyeye bağlı olduğu için Müzekart geçerli değil.

Eğer hava güzelse, Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nden çıktıktan sonra Altınköy Açıkhava Müzesi’ne de gidebilirsiniz. Burası biraz uzakta kaldığı için kendi aracınızı ya da toplu taşımayı (tek otobüsle gidiliyor) kullanmanızı öneririm. Eğer hava soğuksa Altınköy’e hiç boşuna gitmeyin çünkü bu bir açık hava aktivitesi. Onun yerine Sanat Sokağına (konumu için tıklayın) göz atabilirsiniz ya da bu bölgedeki çok sayıda müzeden ilginizi çekenleri gezebilirsiniz. Anne Müzesi, (konumu için tıklayın) Gökyay Vakfı Satranç Müzesi (konumu için tıklayın)  ve Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi (konum için tıklayın)  buraya yürüme mesafesindeki müzelerden birkaçı.

Peki Altınköy’e gidersek bizi ne bekliyor? Burada bir köy alanını canlandırmışlar. Yani gezebileceğiniz ya da alışveriş yapabileceğiniz köy kahvesi, köy okulu, ekmek fırını, köy evi, çiftlik bahçeleri gibi alanlar var. Sergiler çok “aman aman” değil ama yemyeşil ve hayvanlarla iç içe olması bana kendimi aşırı huzurlu hissettirdi burada. Alan baya büyük olduğu için birkaç saatinizi rahatlıkla burada geçirebilirsiniz.

Aslında pek çok kişi buraya kahvaltıya geliyor ama rezervasyon alınmadığı için isim yazdırıp saatlerce beklemek gerekiyor. O yüzden sınırlı vaktiniz varsa buraya kahvaltı için gelmeniz önermiyorum. Altınköy 10.00–19.00 saatleri arasında ziyarete açık. Giriş ücreti ise 20 TL.

4. Gün: Çankaya’da Ankaralı Gibi Bir Gün

Eğer Ankaralılar zamanlarını nerelerde geçiriyor sorusuna yanıt arıyorsanız bu rotayı takip edebilirsiniz. Haldır huldur müze gezmek yerine arkadaşlarla vakit geçirmelik bir rota bu. İlk durağımız ise Kuğulu Park.

Belki Kuğulu Park’ı ilk kez göre birisi “bu muymuş” der ama biz gerçekten çok seviyoruz. Canım sıkkın olduğunda yarım saat oturup kafamı toparlamışlığım, bir yerlere yürürken yolumu uzatmak pahasına parkın içinden yürümüşlüğüm çoktur. Tabii burası eskiden böyle değildi, çok değişti. O çitlerin, çirkin ağların hiçbiri yoktu. Lisede ördeklerin yanına uzanır kitap okurdum. Ara sıra kazlar çocukları kovalardı. Kar yağıp göl donunca Kuğular yola inerdi. Sizin şu anda bu deneyimlerin hiçbirini yaşama şansınız yok ama yine de “neymiş yahu bu Kuğulu Park” demeyin ve sabah bir Ankara Simidi alıp bir yarım saatinizi burada geçirin isterim. Bence küçük ama huzurlu, kendine has atmosferi olan bir yer.

Şimdi Ankara döneri yemeye gideceğiz. Bunun için öğle yemeğinden başka şansınız yok çünkü döneriyle meşhur mekanların çoğu döner bitince yenisini takmıyor. Ben hem yürüme mesafesinde olduğu için, hem de döneri nispeten geç tükendiği için Mutlu Lokantası’nı önereceğim. Gerçekten “döner budur” dedirtiyor.

Sıradaki durağımız Seymenler Parkı. Evet biz park seviyoruz. Misafirlerimizi parklara götürürken “bak burası çok ilginç mutlaka görmelisin” diye götürmüyoruz. Bizim standart aktivitelerimiz arasında parklarda oturmak var. Anne babalarımız Gençlik Parkı’na gidermiş, dedelerimiz Çankaya’daki bağlarda verilen davetlerde buluşurmuş. Park sevgimiz köklü bir geleneğe dayanıyor yani. 😊

Kuğulupark’ta hiç fotoğraf çekmediğimi fark ettiğim için buraya başka bir yerde çektiğim kuğu fotoğrafını bıraktım, yapacak bir şey yok.

Herkesin favori parkı ise değişiyor. Ben gezeceğimiz rotanın tam ortasında kaldığı için Seymenleri tercih ettim. Haritalı rotaya en yakın süpermarketi de gezi rotasına ekledim ki parka giderken içeceğinizi, atıştırmalığınızı alın öyle gidin.

Biz parklara giderken kaplumbağa gibi masamızı sandalyemizi sırtımızda taşıyoruz; siz de yanınıza küçük bir piknik battaniyesi alıverin ve yayılın çimlere. Ağaç gölgesinde oturmak gibisi yok. Zaten kısa bir tur atınca parkın neresi sessiz sakin, neresi hareketli anlarsınız.
Şimdi çıkıp bir mekana oturmak isterseniz Çevre Sokak ve civarındaki sokaklarda pek çok seçeneğiniz olacak. Ben son zamanlarda en çok gittiğim yer olduğu için bu rotaya Bunch Pub’ı ekledim ama diğer alternatifleri de değerlendirebilirsiniz elbette.

Son durağımız Atakule! Burası elbette standart bir günde arkadaşlarımızla geldiğimiz bir yer değil ama hazır buraya kadar gelmişken şehrin sembollerinden biri olan bu kuleyi göstermeden döndürmeyeyim dedim. Yalnız peşinen uyarayım Seymenler’den buraya yürüyerek çıkmayın. Mesafe kısa görünebilir ama çok yokuş. Taksiye binin atıversin sizi yukarıya.

Atakule

Peki Atakule’de ne yapılır derseniz:
– Kule’nin tepesine çıkıp Ankara Manzarasını seyredebilirsiniz. Aynı biletle Çim Teras’ta da vakit geçirebiliyorsunuz. Tam bilet 600 TL olduğu için değer mi değmez mi size bırakıyorum.
– Atakule’de güzel restoranlar var. Bir tık pahalılar ama güzel bir akşam yemeği yiyeyim derseniz Luigi’s gibi yerlerde akşam yemeğinizi yiyebilirsiniz. Hafta sonuysa mutla rezervasyon yaptırın yalnız.
Atakule’ye çıkmak ilginizi çekmiyorsa dışardan şöyle bir bakıp “hıı bu muymuş” deyip Botanik Parkı’na da inebilirsiniz elbette. Böylece bir günde çok sevdiğimiz parklarımızdan 3 tanesini birden görmüş olursunuz.

Sonrasında konsere mi gidersiniz, tiyatroya mı, stand-up’a mı, bara mı, orası size kalmış. Ankara’da etkinlik yok diyenlere kesinlikle inanmayın. Her hafta gidilebilecek birkaç kaliteli etkinlik mutlaka oluyor. Biletix, biletinial, bubilet gibi sitelere bakar olsun yeter.

Ankara’da Gezilecek Yerler

Anıtkabir

Ankara’ya gelip de cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün kabrini ziyaret etmemek olmaz elbette. Muhtemelen biliyorsunuzdur ama Atatürk aramızdan ayrıldığında naaşı ilk olarak Etnogtafya Müzesi’nin iç avlusuna defnediliyor. 1 Mart 1941’de atamıza layık bir anıt mezar inşa edebilmek için bir proje yarışması düzenliyorlar. Projenin seçilmesi ve Anıtkabir’in inşa edilmesi epey bir zaman alıyor. Nihayet 10 Kasım 1953’te, Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşı Anıtkabir’e taşınıyor.

Öncesinde Rasattepe adıyla bilinen bu tepenin adı da Anıttepe olarak değişiyor. Anıtkabir’i çevreleyen ağaçlık alan ise “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözünden esinlenilerek “Barış Parkı” haline getirilmiş. Bu parkta 24 farklı ülke tarafından hediye edilmiş, 104 ayrı türde bitki bulunuyor.

Abıtkabir’in önünde, Başkomutanlık Meydan Muharebesini sembolize eden kabartma. (Fotoğraf: ABBPhoto / Envanto Elements)

Anıtkabir’e ilk girdiğinizde İstiklal Kulesi ve Hürriyet Kulesi adında iki kulenin arasından geçiyorsunuz. Burada bulunan büyük heykeller Atatürk’ün ölümünden derin bir acı duyan Türk kadınlarını ve Türk erkeklerini simgeliyor.

Buradan itibaren Aslanlı Yol’da yürümeye başlıyorsunuz. Burası adını yolun sağında ve solunda dizilmiş toplam 24 aslan heykelinden alıyor. Bu heykeller 24 Türk boyunu temsil ediyormuş. Saldırgan bir formda değil de yatar vaziyette olmaları da bir nevi barışçıllık sembolüymüş. Aslan heykellerinin hitit üslubunda olması da bir tesadüf değil; bu toprakların tarihine yapılan bir gönderme elbette.

Aslanlı Yolun asimetrik ve aralıklı olarak dizilmiş taşlarla döşeli olmasının bir sebebi olduğu söyleniyor. Takılmadan, tökezlemeden yürümek için ister istemez önünüze bakarak, başınızı eğerek yürüyorsunuz bu yoldan. Bu gerçekten planlanmış bir durum mu yoksa şehir efsanesi mi bilemiyorum.

Aslanlı Yol sizi Tören Alanı’na çıkarıyor. Tören Alanı’nın zemini geleneksel kilim motifleri kullanılarak süslenmiş. Meydanın etrafını çevreleyen revaklı alanların tavanlarında da kilim motifleri kullanılmış.

Anıtkabir’deki Aslanlı Yol’da buşunan Hitit aslanları. (Fotoğraf: Emirkoo / Envanto Elements)

Meydana çıktığınızda, Mustafa Kemal Atatürk’ün anıt mezarı solunuzda kalıyor. Buraya çıkan merdivenlerin sağında ve solunda duvara işlenmiş kabartmalar göreceksiniz. Sağdaki kabartma Sakarya Meydan Muharebesi, soldaki ise Başkomutanlık Meydan Muharebesini sembolize ediyor.

Atatürk’ün sembolik lahdinin bulunduğu mozole; özel tören zamanları hariç ziyarete açık. Gerçek mezar odası ise bu lahdin hemen altında yer alıyor. Mezarın etrafında 81 ilden, Azerbaycan’dan ve KKTC’den getirilen topraklarla dolu vazolar var. Selçuklu-Osmanlı mimari geleneklerine göre tasarlanan o oda ziyarete açık değil elbette.

Burada bulunan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’ne bayrak direğinin solundaki binadan girebiliyorsunuz. Müzede Çanakkale Savaşı, Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz’un anlatıldığı panoramalar ve tablolar var. Atatürk’ün kişisel eşyaları, Atatürk’e hediye edilen eşyalar, Atatürk’ün kişisel kitaplığındaki kitaplar gibi eşyalar da burada sergileniyor.

Son olarak İsmet İnönü’nün anıt mezarı, Atatürk’ün mozolesinin tam karşısında bulunuyor. Gerçek mezar odası bu lahidin altında kalan ayrı bir odada.

Konumu için tıklayın.

 

Anadolu Medeniyetleri Müzesi

Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin kuruluşuna Mustafa Kemal Atatürk’ün önayak olduğunu söylesek yanlış olmaz. Atatürk Ankara’da bir Hitit müzesi kurulmasını istiyor ve yurdun dört bir yanından çıkarılan Hitit buluntuları Ankara’ya getiriliyor. İlk Müze 1921 yılında Ankara Kalesi’ndeki Akkale’ye açılıyor ama burası çok küçük, müzeden ziyade depoya benzeyen bir yer olduğu için kısa sürede yetersiz kalıyor.

Daha geniş bir müze alanına ihtiyaç duyulunca gözler o dönemde yarı yıkık durumda bulunan Mahmut Paşa Bedesteni ile Kurşunlu Han’a çevriliyor. Bu iki bana restore edilerek bugün gezdiğimiz müze haline getiriliyor. Eserler bedesten’de sergileniyor. Han binasında ise idari binalar, toplantı odaları ve kütüphane var.

ANadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki Kral Mutallu heykeli, Kadın Figürü ve Gordion’dan çıkarılan kazan.

Kurşunlu Han ve bitişindeki bedestenin 1471 yılında, Fatih Sultan Mehmet’in baş vezirlerinden biri olan Rum Mehmed Paşa tarafından yaptırıldığı düşünülüyor. Bedesten demek kıymetli mal ticareti demek. Yani muhtemelen yüzyıllar önce burada epey hareketli bir ekonomik hayat vardı. Ekonomik aktivitenin başrolünü ise Ankara Keçisi yününden yapılan ve kıymetli bir kumaş olarak kabul edilen Sof kumaşı oynuyordu. Yani özetle müzenin içindeki eserler kadar binası da kıymetli.

Gelelim müzenin içine. Adından anlaşılacağı gibi burası sadece Ankara ve çevresinden çıkan buluntulara ev sahipliği yapmıyor. Anadolu topraklarına iz bırakmış pek çok medeniyetin bıraktığı eserlerin en kıymetlileri buraya toplanmış durumda. Haliyle burası ülkemizin en önemli müzelerinden bir tanesi diyebilirim.

Müzede sergilenen Pişmiş Toprak Kutu ve Kaz Biçimli Kap

Müzenin içerisindeki bölümler ise şu şekilde:

Paleolitik Çağ Bölümü: 11.000 yıldan daha eski alet ve eşyalar bu bölümde sergileniyor.

Neolitik Çağ Bölümü: MÖ 10.000 ve 5.500 tarihleri arasında üretilmiş alet edevatlar, figürinler, duvar resimleri ve çanak çömlekler bu bölümde. Ağırlıklı olarak Çatalhöyük ve Hacılar höyüğünden çıkartılmış buluntular sergileniyor.

Kalkolitik Çağ Bölümü: MÖ 5.500-3.000 tarihleri arasında yaşanan toplumsal değişimin izlerini bu bölümde sürüyoruz. Hacılar olmak üzere, Canhasan, Tilkitepe, Alacahöyük, Alişar ve Karaz’dan çıkarılan kaplar, mühürler, el aletleri ve kişisel eşyalar sergileniyor.

Erken Tunç Çağı Bölümü: MÖ 3000-1950 yıllarına başlayan madencilik atılımlarıyla, günlük hayatta kullanılan malzemelerin niteliği de değişiyor. Kolye, bilezik, dini törenlerde kullanılan kutsal objeler görmeye başlıyoruz. Burada da çeşitli höyüklerde toplanmış parçalar var.

Asur Ticaret Kolonileri Bölümü: M.Ö 1920 – 1750 yıllarında Asurlu’ların Anadolu’ya gelip ticaret yapmak için kurduğu koloniler Anadolu’da yazılı tarihi de başlatıyor. Bu kolonilerden bize kalanlar arasında kil tabletler, heykelcikler, törensel kaplar ve silahlar var.

Hitit Bölümü: MÖ 1750-1200 yıllarına ait, birden çok Hitit kentinden çıkarılan heykelcikler, törensel kaplar, vazolar, mühürler bu bölümde.

Frig Bölümü: MÖ 1200 yılında Frigler’in Anadolu’ya gelmesi ve Hitit İmparatorluğunun yıkılması yepyeni bir kültür doğuruyor. Gordion Tümülüsleri, Alişar, Boğazköy, Kültepe, Pazarlı ve Maşathöyük’ten çıkarılan Frig eserlerinde işçilik muhteşem bir seviyeye çıkıyor.

Urartu Bölümü: MÖ 900-600 tarihleri arasında, Urartu’ların Van, Ağrı, Ezincan ve Muş’ta ürettikleri mobilyalar, takılar, el aletleri, savaş aletleri ve heykelcikler bu bölümde sergileniyor.

Taş Eserler Salonu: Burada Hititlerden Friglere uzanan geniş bir tarihsel dönem boyunca üretilmiş taş kabartmalar, ortostatlar ve heykeller sergileniyor. Ortostat binaların zeminle buluştuğu taş sırasını çevreleyen kabartmalara verilen isim bu arada.

Klasik Dönem ve Ankara: Müzenin alt katında Ankara civarından çıkarılan, ağırlıklı olarak Roma İmparatorluğu’na ait buluntular sergileniyor.

Konumu için tıklayın.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki hayvan biçimli törensel kap.

Kelime Müzesi

Yazar Şermin Yaşar tarafından kurulan kelime müzesi Türkiye’nin tek kelime müzesi olma özelliğini taşıyor. Müzede gerçekten çok ilginç şeyler öğreniyorsunuz. Bazı deyimlerin aslında ne anlama geldiği, kelimelerin kökenleri, şehir ya da ülke adıyla anılan objeler gibi pek çok bilgi var. İşin güzel tarafı her şey çok güzel görselleştirmişler ve etkileşimli hale getirmişler. Hal böyle olunca hiç sıkılmadan su gibi akıyor zaman.

Eğer “faka basmak” ya da “foyası çıkmak” deyimlerinin nereden geldiğini merak ediyorsanız, kaşık, odun ya da zengin kelimelerinin nereden türediğini öğrenme fikri sizi heyecanlandırıyorsa veya Atatürk’ün dilimize kazandırdığı geometri terimlerini öğrenmek istiyorsanız; bu müzeye uğrayın derim.

Konumu için tıklayın. 

Ankara Kelime Müzesi

Rahmi Koç Müzesi

Rahmi Koç Müzesi özünde bir sanayi ve teknoloji tarihi müzesi olsa da içerisinde bundan biraz daha fazlası var. Ulaşım araçları, bilimsel aletler, tıbbi aletler, motorlar, tarım aletleri, haberleşme cihazları gibi çeşitli alanlarda toplanmış objelerin, geçmişten günümüze gelişimini görüyorsunuz. Ayrıca eski dükkanların canlandırıldığı esnaf sokağı ve Atatürk ve Anlara ile ilgili bölümler de var.

Normalde bu müzenin envanterine ait olmamasına rağmen 1 Ekim 2027 tarihine kadar burada sergilenecek olan önemli bir tablo da var. (Yani ben tabloyu 2 yıl önce gördüm ama web sitesinde böyle yazıyor umarım hala yerindedir.) 1700’lü yıllarda yapılmış olan “Ankara Manzarası” tablosu Ankara’nın resmedildiği en eski tablo olma özelliğini taşıyor. O dönemin ayırt edici pek çok özelliğini (sof üretimini, tüccarlar, Ankara Kalesini, Hacı Bayram Veli Camisini, hatta tepesinde leylek yuvası ile Julianus sütununu bile) bu tabloda görebiliyorsunuz.

Müzenin bulunduğu binalar da tarihi ve kıymetli bir binalar. 1522– 1523 yıllarında yaptırılan Çengelhan bölgedeki özgün halini en iyi korumuş Osmanlı hanlarından bir tanesi. Müzeye ilk giriş yaptığınız avlulu yer ya, işte tam oradan bahsediyorum. Safranhan ise 1511 yılında kervansaray olarak yapılmış. Bu işlevini yitirince önce depo sonra cezaevi olarak kullanılmış. Şimdi Müze’nin ek binası.

Burada bir de Çukurhan var ama bu kısım otel ve restoran olarak kullanıldığı için sadece dışarıdan görebiliyoruz. Bu hanın da aslına birebir sadık kalınarak restore edildiği söyleniyor.

Konumu için tıklayın.

Rahmi Koç Müzesi

Erimtan Arkeoloji Müzesi

Erimtan Arkeoloji Müzesi ağırlıklı olarak Roma ve Bizans buluntularının sergilendiği, bir müze. Az sayıda Hitit ve Urartu ve Asur buluntusu da var.
“Özel Arkeoloji Müzesi” fikrini idrak etmekte biraz zorlandığım için önce müzenin kuruluş hikayesinden bahsedeyim. Yüksel Erimtan, tarihi eserlerin korunmasını teşvik etmek ve yurt dışına kaçırılmasını önlemek amacıyla 1996 yılında Kültür Varlıkları Koleksiyoncular Derneği’ni, 2009 yılında Yüksel Erimtan Kültür ve Sanat Vakfı’nı kurmuş. İşte bu müze bu vakfa aitmiş ve kişisel koleksiyonların halka açık bir şekilde sergilenmesi için kurulmuş.

Müzede dergilenen bir sikke ve törensel içki kabı (riton)

Müzede cam şişeler, mezarlardan çıkarılan takı ve kişisel eşyalar, çanak, çömlek, ok başları gibi objeler sergileniyor. Hikayeleştirmeler ve bilgilendirici yazılarla müzeyi daha da zenginleştirmişler. Örneğin Antik Roma’da ziyafetler nasıl düzenleniyordu, insanlar birbirlerine nasıl mektuplar yazıyordu gibi soruların yanıtlarını öğrenebiliyorsunuz.
Bu müzede en çok sevdiğim şey sikkeler oldu çünkü bugüne kadar gezdiğim çoğu müzelerde sikkeler vitrinin en arkasına dizildiği için detaylarını asla bu kadar yakından görememiştim. Burada sikkeleri şeffaf panellere yerleştirdikleri için sanki elinizle tutuyormuş gibi yakından inceleyebiliyorsunuz. Bence sikkelerin ideal sergilenişi budur. Bundan epey keyif aldım.

Bence gezilmesi gereken bir müze ama benim yaptığım gibi Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin hemen arkasından gezerseniz biraz sönük kalabilir. Kafayı resetleyip sonra ayrıca gezsem gerçekten hak ettiği değeri daha çok verebilirim diye düşündüm.

Konumu için tıklayın. 

Erimtan Arkeoloji Müzesinde sergilenen cam şişeler.

Ankara Kalesi

Yani Ankara Kalesi kentin en eski yapılarından bir tanesi. Yüksek bir tepede, tüm şehre hâkim olduğu için güvenli ve hemen arkasında akan Hatip Çayı sayesinde tatlı suya erişimi var. Daha ne olsun!

Kale’nin ilk kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor ama Hititler bile burayı garnizon olarak kullanmış. Galatlar M.Ö. 5. yüzyıl başında buraya gelip şehri başkent yaptıklarında, burada bir kale varmış. Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı, hepsi kullanmış bu kaleyi. O kadar çok saldırı altında kalıp onarılmış ki ilk halinin neye benzediğini pek bilemiyoruz. Bugün gördüğümüz duvarlar ise Bizans döneminden kalma.

Zindan Kulesi’nden Akkale’nin görünümü

İç kale surlarını 7. yüzyılda yapmışlar. Dış kale surları ise muhtemelen daha eski olsa da 9. yüzyılda yeniden onarılmış. Bu yıllar Arap Akınlarının, yani Ankara’ya en ciddi zararları veren işgal girişimlerinin hemen ardına denk geliyor. Onarımlar sırasında bulabildikleri tüm malzemeleri yapı malzemesi olarak kullanmışlar. Buna Roma İmparatorluğundan kalma sütun başlıkları, frizler, su yolları da dahil. Haliyle bugün Kale’nin Ankara taşından yapılma yüksek duvarlarına baktığınızda, aralarda Roma eserleri göz kırpıyor size. İşlevini yitirmiş bir yapının parçalarının alınıp başka bir yapıda kullanılmasına devşirme malzeme deniliyor.

Kale’ye dış kale kapısından giriyorsunuz Kulenin üzerinde göreceğiniz saat kulesi Osmanlı’dan kalma. İlk girdiğiniz yolu dümdüz takip ederseniz bir noktada yol bitiyor ve İçkale kapısı hemen solunuzda kalıyor. İç kulenin köşe burcu olan Zindan Kulesine çıkıp Ankara Manzarasını seyretmek burada yapılması gereken şeylerden bir tanesi.
Zindan Kalesine çıkınca karşınızda Akkule’ye göreceksiniz. Tepesinde bayrak dalgalanan bu kule de Ankara Kalesi’nin bir parçası. Kale’nin ne kadar büyük olduğunu varın siz hesaplayın. Akkule ziyarete kapalı bu arada. İçerisine giremezsiniz.

İçkale sokakları

Kale’nin askeri bir alan olmakta çıkıp yaşam alanı olması ve konutlarla dolması, 16. yüzyılın ilk yarısına denk geliyor. Burada göreceğiniz evler, tarihi Ankara evleri. Yeni restore edildikleri için gıcır gıcık görünseler de çoğu 100 yaşından yaşlı. Aralarında 17. ve 18. yüzyılda kalma, daha eski örnekleri de var, son yıllarda yapılmış yenileri de.
Geleneksel Ankara evleri genellikle ahşap ve kerpiçten yapılıyor. Alt katta ev işleri görülürken üst katlarda yatak odaları ve konukların ağırlandığı salonlar yer alıyor. Bugün bir kısmı hala konut olsa da önemli bir kısmı restoran, dükkan, kurs, sanat galerisi ve dernek binası gibi amaçlarla kullanılıyor.

Konumu için tıklayın.

Ankara kalesi surlarında kullanılan devşirme materyaller

Resim ve Heykel Müzesi

Her zevke hitap etmeyebileceği ve zaman alacağı için gezi rotasına eklemedim ama Ankara Resim ve Müzesi de Ankara’nın önemli müzelerinden bir tanesi. Sanat müzesi gezmeyi seviyorsanız buraya mutlaka uğramalısınız çünkü burası Osman Hamdi Bey, Abidin Dino, İbrahim Çallı, Fikret Mualla, Şefik Bursalı gibi önemli isimlerin eserlerini bir arada bulabileceğiniz dolu dolu bir müze.

Müzenin binası da I. Ulusal Mimarlık Dönemi’nin en güzel örneklerinden bir tanesi. 1927 – 1930 yılları arasında Türk Ocakları genel Merkezi olarak inşa edilen bina, Mustafa Kemal Atatürk’ün de özgüyle bahsettiği bir mimariye sahip. Binanın Resim ve Heykel Müzesi haline getirilmesi ise 1975 yılında gerçekleşiyor.

Konumu için tıklayın.

 

Etnografya Müzesi

Etnografya Müzesi de gezi rotasına dahil etmediğim ama özellikle Türk el sanatlarına ve İslam eserlerine ilgi duyan kişilerin uğraması gereken bir müze.
Müzenin giriş holünde göreceğiniz mozole alanı Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk defnedildiği yer. Anıtkabir inşa edilip naaşı taşınana kadar, yani 10 Kasım 1953 tarihine kadar atamızın kabri burasıydı.

İçeride 10 farklı salon var. Ahşap eserler Salonunda ağırlıklı olarak cami ve medreslerden getirilmiş mimber, mihrap, kapı gibi parçalar sergileniyor. Tasavvuf Eserleri Salonunda tasavvuf dervişlerinin kişisel eşyaları var. Yazma Eserler Salonunda13. Yüzyıldan 19. Yüzyıla uzanan geniş bir tarih aralığında üretilmiş hat levhaları, Kuran’lar ve diğer yazma eserler yer alıyor.

Diğer salonlarda Osmanlı’dan kalma silah ve zırhları, takı ve kıyafetleri, duvar çinisi ve porselenleri görebiliyorsunuz. 17. Yüzyıldan kalma bir konağın orijinal süsleme ve eşyaları, 19. yüzyıla ait geleneksel kilim ve halılar, Uygur, Selçuklu ve Osmanlı’dan kalma seramik ve freskler de yine bu müzede sergileniyor.
Yapımı 1926 senesinde tamamlanan müze binası da erken cumhuriyet döneminin kıymetli mimari eserlerinden bir tanesi.

Konumu için tıklayın. 

 

Kurtuluş Savaşı Müzesi (I. TBMM Binası)

23 Nisan 1920’de açılan ilk meclis binamız bugün “Kurtuluş Savaşı Müzesi” adıyla ziyaret açık. Aslında bu bina İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kulüp binası olması amacıyla inşa ediliyor. Yapımına 1915 yılında başlanıyor ama binanın mimarı Kurtuluş Savaşı’nda şehir düşünce proje yarım kalıyor.

I. TBMM Binası

1920 yılında İstanbul İşgal edilip Meclis-i Mebusan feshedilince, gözler yeni bir Meclisin kurulması planlanan Ankara’ya dönüyor. O dönemde bu işlevi görebilecek başka bina bulamadıkları için bu binanın kullanılmasına karar veriyorlar.
Bina halkın yardımlarıyla tamamlanıyor. Soba ve kandiller yakındaki bir kahvehaneden, sıralar okullardan getiriliyor. Kürsü, Ankaralı bir marangoz tarafından yapılarak meclise hediye ediliyor.

13 Ekim 1924 yılına kadar kullanılan binada ilk anayasanın kabulü (1921), İstiklal Marşı’nın kabulü (1921), Saltanatın kaldırılması (1922) Cumhuriyetin ilanı (1923) ve Ankara’nın başkent olması gibi önemli kararlar alınıyor.

Tek katlı küçük bir yapı olduğu için içerisinde çok az oda var. Bakanlar Kurulu odası, meclis başkanının odası, katipler odası, mescit gibi birkaç odayı görebiliyorsunuz. Sergi alanında ise kurtuluş savaşında kullanılan askeri ekipmanlar Mustafa kemal Atatürk’ün ve bazı millet vekillerinin kişisel eşyaları var.
Sergilenen objelerden bir tanesi de Lozan Barış Anlaşması’nın imzalandığı masa. Bu masa 2008 yılında İsviçre tarafından ülkemize hediye edildi ve o günden beri I. TBMM binasında sergileniyor.

Konumu için tıklayın. 

I. TBMM Genel Kurul Toplantı Salonu

Ankara Cumhuriyet Müzesi (II. TBMM Binası)

Müze olarak resmi adı Cumhuriyet Müzesi olan II. TBMM binası 1924-1960 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak kullanılıyor. Bu değişikliğin sebebi ise eski binanın artık yetersiz kalmaya başlaması.

Bu meclisin genel kurul salonuna girdiğinizde meclis kürsüsü size tanıdık gelecek çünkü Mustafa kemal Atatürk’ün mecliste kaydedilmiş konuşmalarının videolarında sıkça gördük bu kürsüyü.

Atatürk İlke ve İnkılaplarının hayata geçirilmesini sağlayan kanunların çoğu bu meclisten çıktı. Örneğin harf inkılabı öncesinde kürsünün üzerindeki “hakimiyet milletindir” levhası, Arap harfleriyle yazılmıştı. Kanun değişince yazı da Latin harflerine döndü. Eski orijinal levha ise müzenin hemen girişinde sergileniyor.

II. TBMM Binası

Bu meclis çoğu Atatürk İlke ve İnkılaplarının hayata geçirilmesi, ülkenin  kalkınması ve uluslararası arenada ağırlık kazanması amacıyla kazırlanmış pek çok öneml kanunu geçirdi. Çok partili sisteme geçiş kararı yine bu mecliste alındı. 1960 darbesine kadar aktif olarak kullanıldı ve 1961 yılında meclis bugünkü binasına taşındı.

Müzede, Genel Kurul Salonu’na ek olarak Cumhurbaşkanının çalışma odasını, başbakanın çalışma odasını, telefon kulübesini, meclis başkanının odasını görebiliyorsunuz. Genel Kurul salonunda, kürsünün yanında bulunan localar iaşe “sefir locaları” olarak geçiyor. Salonda toplam 116 milletvekili sırası bulunsa da zaman zaman milletvekili sayısı 610’a kadar çıkmış.

Sergi alanlarında ise üç cumhurbaşkanımız olan Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar kişisel eşyaları var. Kıyafetleri, sahibin üzerinde olduğu fotoğraflar ile birlikte sergilemeleri güzel olmuş. Ayrıca meclis çanı, Atatürk’ün Nutuk’u okuduğu mikrofon ve Nutuk’un ilk yazılı basımları gibi objeler de sergileniyor.

Selçuklu ve Osmanlı motifleriyle süslenmiş bina, I. Ulusal Mimarlık Akımının örneklerinden bir tanesi olarak sayılıyor. Özellikle tavan süslememeleri, kemerleri ve çinileriyle çok hoş bir yapı.

Konumu için tıklayın.

II. TBMM Genel Kurul Toplantı Salonu

Ulus Atatürk Heykeli

“Zafer Anıtı” adıyla bilinen Atatürk heykeli kentim simgelerinden bir tanesi olarak sayılabilir. Bu heykeli buraya “devlet istedi kondu” diye yapılmamış üstelik. 1925 yılında Yeni Gün gazetesi, bu anıtın yapılabilmesi için bir kampanya başlatmış.

Kurtuluş Savaşında kazanılan zaferi ölümsüzleştirmek için yapılan anıta Yeni Gün gazetesi önayak olduğu için uzun süre Yeni Gün anıtı da denilmiş hatta. Gazete sahibi Yunus Nadi Bey önce halkın desteğini arkasına almış, sonra hükümet yetkililerini ikna etmiş. Gerekli izinler alınıp para toplanınca yarışma açılmış ve yarışmayı Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel kazanmış. 24 Kasım 1927 yılında büyük bir törenle açılmış ve o günden sonra anıtın önü önemli bir tören noktası olarak kullanılmış uzun süre.

Anıtın detayları bize kurtuluş savaşı’nı anlatacak şekilde tasarlanmış. Polatlı yönünden gelmekte olan düşmanı gözetleyen Mehmetçik, Mermi taşıyan Türk kadını, taşa işlenmiş savaş sahneleri ve hepsinin tepesinde askeri üniforması ile Mustafa Kemal Atatürk görünüyor bu anıtta.

Konumu için tıklayın. 

PTT Pul Müzesi

Herkesin ilgisini çekmeyeceği için gezi rotasına eklemediğim bir diğer müze de PTT Pul Müzesi. Dürüst olmak gerekirse pul müzesi gezme fikri bana hiç cezbedici gelmiyor ama sizin ilgini çekiyorsa; Türkiye’nin tek pul müzesinin Ankara’da olduğunu bilmek isteyebilirsiniz dedim.
İçeride tahmin edeceğiniz gibi çok sayıda pul var. Ayrıca PTT’nin ve Osmanlı’dan günümüze iletişim araçlarının tarihini öğrenebileceğiniz alanlar bulunuyor.

Konumu için tıklayın. 

 

Kuğulu Park

Öncelikle hayal kırıklığı yaşamamanız açısından uyarmalıyım ki burası gerçekten çok küçük bir park. Buradaki çirkin ağlar, teller ve parmaklıklar yokken dünyanın en huzurlu yerlerinden bir tanesiydi Kuğulu Park. O zaman kuşlar da özgürdü. Göl donunca Tunalı Hilmi’ye çıktıklarını, canları sıkıldıkça çocuk kovaladıklarını hatırlarım. Artık eski tadı yok ama Ankara’lıların kalbindeki yeri hep özel olacak bence.

Kuğulu Park ilk olarak 1958 yılında açılmış. Semte adını veren kavalı derenin dereliği kalmamış, küçük bir gölete dönüşmüş o yıllarda. Göletin çevresini de park yapmışlar.
1975′ yılında Viyana Belediyesi iki beyaz kuğu hediye etmiş bize. Alıp bu parka koymuşuz ve park bu noktadan itibaren popülerleşmeye başlamış. Başka ülkelerden ördekler ve kazlar gelmiş. Çin de siyah kuğular hediye etmiş, onlar da bu parka konmuş. İşte Kuğulu park böyle “Kuğulu” olmuş.

Burayı bu kadar çok sevmemizin nedeni buradaki güzel anılarımız olabilir. Yine de “neymiş ya bu Kuğulu Park” diyorsanız gelin görün. Ağaçların gölgesine oturup bir Ankara simidi yiyin.

Parkın içerisinde birkaç tane de Heykel var bu arada. İnsan heykeli olan, caddeye de adını veren Tunalı Hilmi Bey’in heykeli. Kendisi I., II. ve III. dönemde milletvekilliği yapmış bir Jöntürk. Diğer metal heykel “öpüşenler” heykeli. Üzerinde rengarenk plakalar bulunan yapı ise 23 Nisan heykeli zira bu renkli kabartmalar çocuklar tarafından yapılmış.

Konumu için tıklayın.

Roma Hamamı

Roma Hamamı çok iyi korunmuş bir yapı olmasa da kentin geçmişini anlamak bakımından kıymetli olduğunu düşünüyorum. Buradaki hamam-spor alanı kompleksi öylesine büyük ki, Kentin Roma İmparatorluğu döneminde ne kadar büyük ve önemli bir kent olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor.

Hamam İmparator Caracalla döneminde yapıldığı niçin (MS. 3. yy başları) buraya Caracalla Hamamı da deniliyor. Bu arada alakasız bir bilgi olarak bir yapının ne zaman yapıldığı konusunda en yol gösterici bilgilerden biri orada bulunan sikkeler. Orada en dipte, en eski kimin sikkeleri bulunuyorsa o dönemden beri aktif olarak kullanıldığından emin olabiliyoruz. Daha eski olma olasılığı var elbette ama daha yeni olamaz. Bulunan diğer sikkeler de incelendiğinde hamamın en az 500 yıl kadar aktif kullanıldığı tahmin ediliyor.

Roma Hamamı

Hamamın sağlık tanrısı Asklepios’a adandığı düşünülüyor çünkü buradan heykeli çıkarılmış. Aslında burası bir höyük çünkü altında Frig kalıntıları var, üstüne Bizans, üstüne Osmanlı yeni yapılar çıkmış. Nihayet 1931 yılında bir bakanlık binası yapılması amacıyla kazılınca hamam da tesadüfen bulunmuş ve kazılar başlamış.

Müzeye ilk girdiğinizde civardan çıkarılan mezar taşları, heykeller ve kaideler görüyorsunuz. Kapı şeklinde olanları ya da üzerine aile fotoğrafı gibi kabartmaların kazındıkları özellikle ilgi çekici bence. Bu buluntular hamamın önündeki spor alanı avlusunda sergileniyor. İlerlemeye devam ettiğinizde hamam kısmına ulaşıyorsunuz. Soğukluk, kapalı spor alanı, sıcaklık, ısıtılan odalar, servis salonları ve ılıklık kısmının yanından geçecek şekilde bir tur atıyorsunuz etrafında.

Burada gördüğünüz o yuvarlak, minik sütunlara benzeyen çıkıntılar hamamın zeminini taşıyor. Buraya bir boşluk bırakılıyor ki sıcak hava burada dolaşabilsin, yani hamam ısıtılabilsin.

Hamamın öbür tarafında göreceğiniz mezar taşları arasında Osmanlı döneminden kalma Hristiyan ve Yahudi mezar taşları da var.

Konumu için tıklayın.

Ankara Roma Hamamı

Augustus Tapınağı

Ankara Anıtı adıyla da bilinen Augustus Tapınağı, M.Ö. 20-25 yılları arasında inşa edilmiş. O dönemde şehir Galatların kontrolünde ve Galatlar Roma İmparatorluğu’na bağlılar. Tapınağı Roma İmparatoru Augustus’un onuruna inşa ettirerek bir nevi bağlılıklarını da göstermişler.

Aslında burası bu tapınağın inşasından önce de dini binaların bulunduğu bir yermiş çünkü tapınağın altında Friglerin Kibele’ye adadıkları bir tapınağın kalıntıları bulunuyor. Roma bölünüp buralar Hristiyan olunca, bu tapınak da kiliseye çevrilmiş. Duvardaki pencereler bu dönemde açılmış. Osmanlı gelince Hacı Bayram Veli Camii’ni bu tapınağın hemen yanına inşa etmişler. Binalar birbirine neredeyse dokunacak kadar yakın.

Bu yapı tarihçiler açısından çok önemli çünkü İmparator Augustus’un hayattayken yaptığı işleri anlatan “İlahi Augustus’un Yaptığı İşler” metni duvarlara yazılı durumda bulunmuş. Yazıtın Latincesi ön odaya bakan iç dubarda, Yunancası ise dışa bakan duvarda. Bu metnin başka tam kopyası bulunmadığı için, Augustus’un hayatı büyük ölçüde bu tapınaktan öğrenilmiş diyebiliriz.

Tapınağın etrafı, eskiden sütunlarla çevrelenmiş durumdaymış o sütunlar bugün yerlerinde değiller.Tapınağın içine girilmiyor bu arada. Sadece etrafında turlayabiliyorsunuz.

Konumu için tıklayın. 

Hacı Bayram Camii’nin yanında Augustus Tapınağı

Ankara’da ne yenir?

Ankara Simidi: Ankara simidi bence dünyanın en güzel yiyeceklerinden bir tanesi. Henüz denemediyseniz mutlaka bir şans verin. Pastanelerde ve marketlerde satılan simitler Ankara simidi değil bu arada. Gerçekten Ankara simidi yemek için ya fırından alacaksınız ya da sokak satıcılarından.
Diğer simitlerden farkı ne derseniz kıvamı da tadı da daha farklı. Ankara simidi pekmeze batırılıp yapılıyor ama tatlı bir tat beklemeyin. O pekmez karamelize oluyor ve hafif isli bir tat veriyor simide. Ayrıca daha ince şekillendirildiği için daha sert, daha çıtır oluyor. Yani ekmek gibi yumuşak yumuşak olmuyor. Ankara simidini koyu kahverengi renginden de ayırt edersiniz zaten.

Döner: Dönerin Ankara’nın yerel mutfağının bir parçası olduğunu ve buradan dünyaya yayıldığını söyleyenler var. Benim bunu teyit edecek kadar uzmanlığım yok ama rahatlıkla döner Ankara’da yenir diyebilirim. Son yıllarda dönerin içine sos basıp tonla malzeme ekleyen yerler Ankara’da da türedi. Onları boş verin, öylesini her yerde yersiniz zaten.
İçine hiçbir malzeme koymadan dümdüz lezzetli Ankara döneri servis eden bazı meşhur yerler var. Yalnız döner bitince servis de bitiyor o yüzden öğleden sonra gelirseniz döner bulamazsınız onu söylemiş olayım. En popüler iki tanesinin konumlarını aşağıda bulabilirsiniz:

Mutlu Lokantası konumu için tıklayın. 
Çankaya Lokantası konumu için tıklayın. 

Ankara Tava: Ankara’nın en meşhur yerel yemeklerinden bir tanesi Ankara Tava. Bazı yerlerde kemikli etten yapıyorlar bazı yerlerde kuşbaşı etten. Hangisi orijinal bilemiyorum ama iki türlüsü de yemeye değer. Arpa şehriye, et, soğan, biber ve domatesin birleşiminden oluşan bir şey nasıl lezzetsiz olabilir ki zaten?
Ankara tava konusunda mekân önerisinde bulunamıyorum çünkü yediğim yerlerin çoğunu hatırlamıyorum.

Deniz Ürünleri: Ankara’da deniz olmayabilir ama nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde en taze, en iyi deniz ürünleri Ankara’da bulunuyor. Söylenene göre Ankara tüm denizlere eşit mesafede bulunduğu için her türde balık buradaki hallerde toplanıp ülkenin geri kalanına buradan dağıtılıyormuş. İstanbul istisnadır mutlaka ama Ege ve Akdeniz şeridinde yediğimden çok daha iyi balıklar yiyorum kesinlikle burada.
O kadar övdün biraz balık restoranın öner derseniz:

Tirilye Restoran: Biraz lüks ve dolayısıyla pahalıdır ama enfestir. Konumu için tıklayın.
Kalbur Balık: İnanılmaz lezzetli yemekler yapıyorlar ama sahibi çok ters. Baya ”Eee sen ondan yedin zaten, başka bir şey seç de o meze başkalarına kalsın” falan diyebiliyorlar. Muhatap olmamak için arkadaşlarımızı sokup paket servis aldırıyoruz. 😊 Konumu için tıklayın.
Deli Yengeç: Buranın öyle meşhur bir yer olduğunu bilmeden tesadüfen gittim. Deniz ürünlü mezelerine hayran oldum çıktım. Balıkları nasıldır bilmem ama deniz ürünlü mezeleri muhteşem. Konumu için tıklayın. 
Yelken Balık: Hiç gitmediğim için yorum yapamıyorum ama seveni çok olduğu için burayı da listeye almak istedim. Konumu için tıklayın. 

Aspava Meselesi: Öncelikle şunu söylemeliyim ki Aspava’lar öyle çok üst kalite, aklınızı başınızdan alacak lezzette yemekler yapmaz ama asla kötü de değildir. Tam olarak “iyi” yemek yersiniz yani.

Aspava’nın asıl olayı gece geç saatte, restoranlar kapandıktan sonra bile karnınızı tıka basa doyurabileceğiniz bir yer olması. Ne ısmarlarsanız ısmarlayın yanında sınırsız patates kızartması, sınırsız cacık, sınırsız salata ile gelir. Diğer ikramlar (mantar, çiğ köfte vb) Aspava’dan Aspava’ya değişir. Üstüne tatlı ve çay yine ikram olarak gelir. İsterse saat gecenin 4’ü olsun, karnınız da gözünüz de doyar. Zaten bu yüzden genellikle gece dışarı çıkıp eğlendikten sonra uğranır.
Aapava’ların standart yemeği soslu, soğanlı, kaşarlı döner dürümdür. Buna “SSK” da denir. İçeride “İki soğansız, İki SSK alalım.” şekline sipariş verenleri duyunca garipsemeyin yani. Tek yemek bu değil ebette bir sürü pide, kebap, döner seçeneğiniz daha var.

Peki “en iyi Aspava hangi Aspava” derseniz bütün tartışmanın 2-3 isim arasında döndüğünü fark edeceksiniz. Bu isimlerden birini tecih ettiğiniz sürece mutsuz olmazsınız çünkü aralarındaki farklar kişisel zevk meselesi olacak kadar az. Bana sorarsanız, ben Yıldız Aspava’dan şaşmam. Gerçi son gittiğimde gece 12’de kapatmış olduklarını görüp küçük bir şok geçirdim o ayrı.

Yıldız Aspava’nın konumu için tıklayın.
Özçelik Aspava (Hassas Bölge) konumu için tıklayın.
Gülçimen Aspava’nın konumu için tıklayın. 

Atakule’den Ankara Manzarası

Ankara’da Nerede Konaklanır?

Gezilecek yerlere çok uzak olmayan, akşam eğlenilebilecek yerlere yakın, gece geç saate bile rahat edilebilecek güvenli bir yerde konaklamak isterseniz ben size Tunalı civarlarını öneririm. Caddenin bittiği Esat’tan taa Seymenlere kadar olan bölgede pek çok güzel otel var. Gündüz toplu taşımayla, gece taksiyle her yere rahatça ulaşabileceğiniz yerler buralar.

Doğrudan gezilecek yerlere yakın Ulus otellerini çok tavsiye etmiyorum çünkü aralarında eli yüzü düzgün oteller olsa da bu bölgedeki otellerin önemli bir bölümü turistler için değil, sadece birkaç saat geçirmek isteyenler için. (Anladınız siz onu.) Düzgün bir otel seçseniz bile, gece buralarda takılmak istemeyebilirsiniz. Hem yapılacak pek bir şey yok, hem de kavga gürültü çıkabilen yerler.

Benim evim zaten Ankara’da olduğu için bu taraflarda hiçbir otelde kalmadım ama yine bölgenin en yüksek puanlı, en iyi yorumlar almış birkaç otelini şöyle sıralayabilirim.

Sheraton Ankara: Ankara’nın sembollerinden bir tanesi sayılan o yuvarlak Sheraton binasında konaklamak mümkün ama fiyatlar bildiğimiz Sheraton fiyatları işte. Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın. 

Warwick: Kuğulu Park’a çok yakın, ortalama fiyat bandında, kaliteli bir otel arıyorsanız buraya bakabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın. 

Holiday Inn: Holiday Inn Tunus Caddesinde, yani hem Çankaya’nın merkezine hem Kızılay’a yakın bir otel. Buralar biraz gürültülü olabilir ama gayet merkezi. Fiyatı ise ortalama. Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın. 

Occidental Ankara: Kuğulu Park’a yakın, kaliteli ama fiyatları da çok uçuk olmayan bir otel. Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın. 

Latanya Hotel Ankara: Biraz lüks bir otel olmasına karşın fiyatları öyle çok uçuk değil. Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın. 

Ibıs Styles Ankara: Tunalı ile Kızılay’ın tam ortalarında kalan, uygun fiyatlı ama belirli bir kalite standardının altına da düşmeyen bir otel burası. Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın. 

Limak Ambassadore: Fiyat olarak ortalamanın biraz üstünde kalan şık bir otel. Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın. 

Divan Çukurhan (Fotoğraf: divan.com.tr)

Eğer başka semtlerde konaklamak isterseniz şu otellere de bakabilirsiniz:

Divan Çukurhan: Ankara Kalesi’nin tam karşısında, gayet kaliteli bir otel. Fiyatı için ortalama diyebilirim. Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın. 

Radisson Blu Hotel: Gezilecek yerlerin tamamına, hatta tren garına bile yürüme mesafesinde bir otel isterseniz çok macera aramadan Radisson Blu’da kalabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın.

Park Dedeman Otel: Kızılay’ın tam ortasında kalabileceğiniz kaliteli bir otel. Daha merkezi bir yer yok yani. Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın. 

Wyndham Ankara: Şehre gezmekten ziyade iş için ya da arkadaşlarınızla görüşmek için geldiyseniz ve merkezin kalabalığına girip çıkmak istemiyorsanız Eskişehir Yolu üzerinde kalan Whyndham Otel’de kalabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için tıklayın.

 

Ankara Gezi Rehberim burada sona eriyor. Eğer Ankara’da daha uzun kalacaksanız ya da daha çok müze gezmek istiyorsanız Ankara’daki Müzeler Listesi yazıma da göz arabilirsiniz. Aklınıza takılan tüm sorular için bana Instagram hesabımdan ulaşabilirsiniz.